Fransız mekânında bir Türkiye meselesi
Paris’in mekânlarına yer veren Güleryüz, “Bu mekânlar evrensel bir söylem içinde yine bir Türkiye şüphesiz ki. Fransız mekânnıda bir Türkiye meselesi var. Bir Türkiyelinin meselesi var” diyor.
Paris’in mekânlarına yer veren Güleryüz, “Bu mekânlar evrensel bir söylem içinde yine bir Türkiye şüphesiz ki. Fransız mekânnıda bir Türkiye meselesi var. Bir Türkiyelinin meselesi var” diyor.
-Paris’teki iki buçuk yıllık üretiminizin başlangıcını ne tetikledi?
Birdenbire bir konuya başlamıyorsunuz. Resim meseleniz sizi bir yere getiriyor. Bir süre büyük resimlere ara vermiştim. Daha önceki işlerim desen ağırlıklı. Desen, bir ısınma anlamında günlük nefes almayla eşit sürüyor. Yavaş yavaş kendi yaşamımdaki dönemde de biraz ev içi alana yönelme oldu, bir çeşit çekilme halinin izleriyle başladı.
‘Yeniden belirlemek’
-Bu mekânlar Paris’ten ve günlük hayattan izler taşıyor...
İnsanların mekânla ilişkisi ve benim mekânla olan ilişkim... Dolayısıyla mekânı yeniden belirlemek var. Fakat giderek açılıyorsunuz; mekân dediğin iç mekân ve bir de insanın düşünce mekânı var. Psişik mekân aslında. Bu mekânlar Paris’te yaşadığım alanların atmosferi.
-Paris’e beş senelik yerleşme sürecinde üretirken öte yandan Türkiye’de olan biten çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Hiçbir zaman bire bir vaka aktarması yapmadım. Anlatımcı resmimin bir yanı ilk bakıldığında hiçbir şeyle ilgisi yokmuş gibi gözükmesidir. Aslında ilgisiz gözüken büyük bir ilginin sonucudur. Resimde, söyleminizde size özgü bir işaret dili vardır, bir tat vardır. Hayatta ben neye dokunursam o vardır. Resim de gözün ifadesi gibi bir şey. Boş ya da manalı bakabilirsiniz. Ben gözünden anlarım dediğinizde göze bakmanız lazım. Resmin ne dediğini anlamak için de resme bakmak lazım. 60’lardan bu yana aynı endişelerle, daha gelişen endişelerle iş yapıyorum.
-Nedir bu endişeler?
İnsan. İnsanı tehdit, tahrip eden, insanı oradan oraya atan bir kurguya karşı yine insanın ayakta kalma gayreti. Bunu okumak, bunun izini sürmek yaptığım. Hep insan var... Kutuplara da gitsem kafamı buzullara da soksam hiçbir şey değişmeyecek yine düşüneceğim, İstanbul sokaklarında bulacağım kendimi. Ben müdahil bir adamım. Müdahilim. Sokağa da, komşu eve de, kendime de müdahale ederim. Meselelere açık olmak lazım. Buradan doğru hareket ediyorum.
-Sizi resimde ne ilgilendirir?
Beni her şey ilgilendiriyor ve ben her şeyi cevaplama yönünde davranıyorum.
-“Resim yapmak değil, düşünmektir. Resim düşünen kişidir ressam” diyorsunuz...
Resim bir mühendislik, filozofi meselesidir, düşünmektir. Pentür, yağlıboya diye tercüme edilmiştir bizde. Pentür, Fransızcada karşılığı, bir resim düşüncesi bütünüdür. Bu ne demek, bilimsel tarafının yanında esas filozofi ile olan ana bağıdır. Aslında resim felsefedir, bir şekli hal olarak çıkar, kandırıcı yanı budur, şekle bakmak, o şeklin nasıl oluştuğunu şekil kopyalarıyla anlamaya çalışırız. Bizim resim anlayışımız o bilgilere dayalıdır. Resmin düşüncesine doğru yolculuğa çıkmak son derece zordur. Hangi kaynaklarla besleniyor, neleri cevaplıyor diye anlıyorsanız, resmi anlıyorsunuz. Bunun için özel bir seyirciye ihtiyaç var diyoruz, yüksek laf, başkalarını itiyor gibi oluyor ama gözü olanın görmesi yetmiyor. Sizin böyle bir seyirciye ihtiyacınız var. Niye yer değiştiriyorsunuz diyorlar, çünkü benim artık böyle bir seyirciye ihtiyacım var.
‘Kolay küçümsüyoruz’
-Özel seyirci vurgusundan sonra hatırlatmak isterim; İstanbul Modern’in düzenlediği Mehmet Güleryüz Retrospektifi 2015’te 300 bin izleyiciyle en çok ziyaret edilen sergilerden olmuştu.
Türkiye çok aşama kaydetti evet, ancak geç başladığınız bir yolculuğu şüphesiz ki eksiklerle sürdürürsünüz. O bilgileri yolculukta edinmeniz farklı, yolculuktan evvel edinmiş olmanız farklıdır. Kolay küçümsüyoruz, bizim en büyük hatalarımızdan biri bu. Türk bakışı kendine ait bir şeyi daima biraz aşağılamıştır, hakkını da vermekten acizdir çünkü bir şeyi çok seviyor; bilmeden sonuç bildirmeyi, çünkü bunun sorumluluğunun cezasını görmüyor. Türkiye uzun bir tarih sürecinde hep bir numaraya oynamış. Türk insanı büyüğe oynamayı seviyor o yüzden dünyanın en büyük havaalanını yapıyoruz ancak bu büyüklük duygusuyla bu duyguya, arzuya eş, büyük mücadele ve büyük bilgilenmeden mahrum oluyoruz ve az gayretle büyük meselesinin içine giriyoruz. Bu büyük kontrast bizi çok rahatsız ediyor. Türk sanatında da bu büyüklük durumu söz konusu.
-Yapım aşamasında çiziminiz, deseniniz, boyanız süratli, neden?
Bilgi edinmek ve sonra serbest, aldırmasız ifade etmek... O gücü oluşturmak... Benim meselem buydu. Bunu yaptım, bunu önemsedim. Farkım budur. Çok düşünüp, hazırlanıyorum. Resmin Formula 1 pilotuyum. O yüzden birçok hızlı karar veriririm, sürüşüme bakarsan, yani yapıtlarımda bu zaten gözükür. Bu doğaçlamayı yapabilecek, başkalarının da hızlı sürdüğü alana girmek önemli, tek başınıza boş pistte sürmek değil. Şimdi enternasyonal yarış pistine çıktık, büyük pisteyiz artık.
Bizim resmimiz utangaç mı?
-Ferit Edgü, “Bizim resmimiz, 1950’lere gelene değin, aşk konusunda, utangaç bir resimdir. Ressamlarımız, resmin ana konusu insan çıplaklığı karşısında bile utanmış gibidirler” der. Siz Türk resminde cinselliği konu edinen ilk ressamlardansınız. Peki, bugün Türk resminde cinsellik tabu mu?
Kendi sansürlerini aşamıyorlar ki... Kendisine karşıt! Yapısı müsait değil. Sanatçı dediğin herkes, özgür, mücadeleci değildir. Galata Kulesi’ni, camilerin şematik resimlerini çiziyorlar. Bizim resmimizde çıplaklarımız, nülerimiz giyimlidir. Giydirilmiş olarak algılamayın sadece öyle bir yaklaşımdır ki onlar bayağı giyimlidir! Resimde, insanın düşünsel yanına, karakteristiğine yaklaşma korkusu vardır. İnsanı deşecek, onu ortaya koyacak şey ancak insana verilen önemle, anlamayla olur. Bedenden korkan yaklaşımla bu söz konusu olamaz. Ve ben daha ilerisine gidip soyunmuş bedenler de yaptı.
-Çıplaklığı nasıl tanımlıyorsunuz?
Esas olarak alıyorum. Çıplaklığı her anlamda ele alıyorum; sadece bedensel çıplaklık değil, insanın düşünsel çıplaklığı...
Tüm süreçler insanla ilişkili
-Bu mekânlar, odanın kapısını çalmadan, ansızın içeri girmek gibi... Birlikte bu mekânlara girecek olursak...
Kabaca mekân meselesi ama benim bütün süreçlerim toplumla, insanla ilişkili. Bir mekân meselesi var ama o mekânı kimin kullandığını bilmiyoruz. Bu Fransızın halidir diyemeyiz. Paris’in mekânlarından ama Paris’i anlatmıyorum. O mekânlarla geçmişim var. Yaşamın bana verdiği noktalar var. İnsanın düşüncesi hayatında vardığı noktadır... Benim işlerimde hiçbir zaman işaretleri Türkiye olarak göremezsiniz ama garip bir şekilde evrensel bir söylemde Türkiye’ye aittir. Bu mekânlar da evrensel bir söylem içinde yine bir Türkiye şüphesiz ki. Fransız mekânında bir Türkiye meselesi var. Bir Türkiyelinin meselesi var.
‘Eğitim konusu canıma okudu’ Güleryüz, Türkiye’nin gündemiyle ilgili olarak ise şunları söylüyor: “Devamlı bir üzüntü içindeyim. Sonuçta rahat olmadığım bir süreç. Aynı zamanda bir eğitmen olarak eğitim meselesi canıma okudu. Hükümet itiraf ediyor, geçen süreler iyi olmadı diyor, Milli Eğitim Bakanı da olmadı diyor. Peki o süreçte yetişen çocuklara ne olacak? Bundan sonra ne olacak? Eee, adalet de olmadı, yanıldık deniliyor. Yanılan bir ülke, yanılmış bir ülke, yanılmanın geçerli olduğu bir ülkede nasıl rahat uyursun? O zaman ben de yanılayım. Kendime yanılma hakkı tanımıyorum. Başkalarını ilgilendirecek büyük meselelerde yanılırsam, hata yaparsam şerefli bir adam olarak intihar ederim. Dünyada bunun örnekleri var |
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama
- ‘Hepinize test yapalım, bakalım kim ne kadar geçiyor!’
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt