Gümüş yüzükler ve sözcükler

Doğu hikâyeleri ve Grimm Masalları, gösterişli takılar, jilet gibi ütülenmiş gömlek ve sözcükler. Zaimoğlu işte bu. Sürekli farklı yerlerde ve her yerde evinde. Bunun anahtarı eğitimdir, dildir. Göç uzmanı bir sürü insan bunu söylüyor, 600 sayfalık Leyla onları haklı çıkarıyor.

Gümüş yüzükler ve sözcükler
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.01.2010 - 09:40

Leipzig Kitap Fuarı'nda, yazar Feridun Zaimoğlu'nun boynunda o akşam da iki kocaman zincir kolye, bileğinde altın bir saat ve her iki elinde ağır gümüş yüzükler var. Yazardan çok, modern bir kapıcı gibi görünüyor.

Zaimoğlu, 'Wickert'in Kitapları' programının ilk bölümünün konuğu. Yayın başlamadan kısa bir süre önce programın sunucusu ince uzun kadehlere kırmızı şarap dolduruyor. Diğer konuklar şarabı henüz koklarken Zaimoğlu beklemeden ilk yudumunu alıyor.

Leyla romanı eleştirmenler tarafından göklere çıkarıldı, okuma toplantılarında kadınlar ondan imza alabilmek için sıraya giriyor. Zaimoğlu Leyla'da, bir Türk kızının 50'li yıllardaki büyüme sürecini anlatıyor. Binlerce trajik hikâye, sınırsız bir iyimserlik. Sonunda da Leyla, Almanya'daki birinci kuşağın üyesi olarak buraya geliyor.

Wickert, romanı 'görkemli' şeklinde nitelendiriyor, Zaimoğlu gülümsüyor, içtenlikle iltifatın tadını çıkarıyor. Kanak Sprak ve Kanak Attack gibi son derece saldırgan kitapların ve filmlerin yazarı, kültür dünyası içinde artık yerini almış durumda.

Programdan sonra, gece, bu arada yayınevinden arkadaşlarıyla akşam yemeğine gitmiş ve saat bir civarı editörünün 'Ne yani. Önce bir kız kitabı yazıyorsun, şimdi de erkenden uyumaya mı gidiyorsun?' lafına maruz kalmış vaziyette, takside oturuyor ve cep telefonunu kontrol ediyor. Sekiz mesaj gelmiş. Altısı annesinden. Programı uydu üzerinden Türkiye'de izlemiş annesi. Altı kere şöyle yazmış: Seninle gurur duyuyorum ve bu anlama gelebilecek bir sürü başka şey. Anneler böyledir işte. Zaimoğlu çok mutlu oluyor, duygulanıyor. 'Biliyor musunuz' diyor, 'Annem babam Almanya'yı çok özlüyor; bazen beni sırf sabah bir şey yiyip yemediğimi sormak için arıyorlar.'

Babası emekli olunca Türkiye'ye dönmüş, deniz kenarında küçük bir ev alacak kadar tasarruf edebilmişler. Günün birinde o da Türkiye'de yaşamak ister mi? 'Hayır' diyor Zaimoğlu, 'Almanya benim ülkem, burada yaşıyorum, burada gömülmek istiyorum.'

Zaimoğlu Almanya hakkında konuşurken hayallere dalıyor. Entegrasyonun tam anlamıyla gerçekleştiği bir ülke hayal ediyor, -'Fransa'ya bir bakın'-, alt tabakadan bir Türk olarak, Frankfurter Allgemeine gazetesinin dediği gibi, 'günümüz Alman yazarlarının en ilginçlerinden biri' olmayı başarmanın mümkün olduğu bir ülke. Annesi 1965 yılında kocasının peşinden Almanya'ya geldiğinde Zaimoğlu henüz beş aylık.

Annesi ve babası evde sadece Türkçe konuşuyor. 'Her ikisi de onulmaz melankolik' diyor Zaimoğlu; eski vatanlarına dair anlattıkları hikâyelerle bu melankoliyi çocuklarına da aşılamışlar. Her ikisi de ateşli Türk mantalitelerini korumuş ama o an bulundukları yerin de tadını çıkarmış. Çünkü aynı zamanda Almanya'yı da sevmişler.

Zaimoğlu okula başladığında Almancası çok zayıfmış. Birinci sınıftaki öğretmenleri Bayan Hübl, bir gün Zaimoğlu'na söyle demiş: 'Ya Almanca öğrenirsin ya da seni sınıftan atarım.' 'Bayan Hübl benim için büyük bir şanstı' diyor Zaimoğlu.

 

Yutarcasına dil öğrenmek

Böylece öğrenmeye başlıyor. Hem de nasıl. Dili yutarcasına öğrendiğini söylüyor Zaimoğlu. Kısa bir süre sonra sarı örgüleriyle Petra ortaya çıkıyor. Kızı etkilemek için okuyor, okuyor, okuyor. Kitaplar, çizgi romanlar, reklam broşürleri. Yazılı olan her şeyi okuyor.

'Almanca öğrenmekten daha fazlasıydı söz konusu olan' diyor. Kafasında, anne babasının sürekli anlattığı büyük bir Türkiye sahnesi, dışarıda ise gerçek pislik, gerçek sıkıntı, gerçek acizlik var. 'O zaman insan hışımla dolaşıyor.' Öfkesi o zamanlar başlıyor.

Kendisiyle dünya arasında belli bir mesafe olduğu duygusunu hatırlıyor. Bu duygu uzun süre varlığını

korumuş. Kendi deyimiyle, okumuş bir Türk olmasına rağmen uzun yıllar hayatını bir çıkmaz sokakta geçiriyor

Kiel'e gidip tıp okumaya başlıyor, eski ders kitaplarını satmak için bir arkadaşıyla Doğu Almanya'yı bir uçtan öbür uca dolaşıyor, resim okuyor, devasa akrilik tablolar yapıyor. Yıllarca sokaklarda sürtüyor, etrafa bakınıyor, yiyip içiyor.

O sıralarda, 1990 civarı, genellikle rapçi Türk gençleriyle takılıyor; bir gece onlardan biri aniden büyük bir öfke tiradı atıyor, hiçbir yere gerçek anlamda ait olmamanın öfkesiyle bağırıyor.

İşte bu, diye düşünüyor Zaimoğlu. Birinden bir daktilo ödünç alıyor ve bu duyguyu kâğıda döküyor, 30 sayfa boyunca. Sonra bunları Rotbuch Yayınevi'ne gönderiyor. Birkaç hafta sonra bir yanıt geliyor: 'Lütfen bize devamını gönderin.' Ama devamı yok.

Zaimoğlu birkaç kişiye durumu izah ediyor, onları konuşturuyor, yazının devamını yazıyor. Ortaya ilk kitabı 'Kanak Sprak' çıkıyor ve büyük bir ticari başarı kazanıyor.

Bir yazar olarak dinleyici olmaya devam ediyor. Şu sıralar Berlin Tiyatrosu'nda onun Kara Bakireler (Schwarze Jungfrauen) oyunu sergileniyor; Almanya'da sessizce yaşayan ve cihat hayalleri kuran radikal İslamcı kadınlarla yapılan şok edici konuşmaların tutanakları.

Zaimoğlu, kendisinin de Müslüman olduğunu söylüyor, ama bunu hayatına uygulamıyor. 'Türklerin Müslümanlığı Almanya'da bir tehlike oluşturmaz' diyor sakin, kendinden emin bir sesle. O zaman tiyatro oyunu için neden bu konuyu seçiyor ve bazı muhtemel histerileri ayaklandırıyor? 'Bu kadınlar son derece öfkeli. Bir kere, bu konu yazmak için son derece uygun; azınlık içindeki azınlığın azınlığı olsalar da. Ayrıca, bir yazar olarak ışıkların söndüğü toplumsal alanlarda dolaşmayı seviyorum.

Aynısı, Leyla için de geçerli, şu ana kadarki en az öfkeli kitabı olmasına rağmen. Hatta Leyla, oldukça baştan çıkarıcı bir kitap. Zengin cümleleriyle insanı esir alıyor.

Bazen öykü bir yerde takılıp kalıyor, bir bölüm, sonra bir bölüm daha, ama bunu Grimm Masalları gücünde bir bölüm izliyor. Zaimoğlu, onu etkileyen hikâyelerin, bazı eleştirmenlerin yazdığı gibi, Bin Bir Gece Masalları olmadığını, tersine Grimm Masalları olduğunu söylüyor. 'Yazar olarak güzelliğe izin vermeyi öğrendim,' diyor.

 

Aile fotoğrafları

Mart ayında bir salı akşamı Hamburg'daki Schauspielhaus'ta (Oyunevi) sahneye çıkıyor. Tiyatro hınca hınç dolu, diğer yazarlar bolca alkış almışlar bile ve ardından Zaimoğlu okuyor. Leyla ve arkadaşının, ortalık yerde sigara içebildiği ve makyaj yaptığı için hayranlık duydukları, sinemada çalışan bir gişe memuresini anlatan bölümü okuyor. Ardından tiyatronun kantininde yemek yerken, 'Yemeğimi yerken konuşmaya devam edebiliriz, ben alt tabakadan bir aileden geliyorum, bizde yemek sırasında sürekli çene çalınır' diyor. Derdinin birtakım dünyalar ve kültürler arasında aracılık yapmak olmadığını söyleyerek devam ediyor: 'Ben hikâyelerim için sevilmek istiyorum.'

Kuzenlerinden biri de varmış salonda, Zaimoğlu'nun bundan haberi yok. Derken kuzen yanımıza geliyor, coşkulu bir selamlaşma, kucaklaşma. Kuzeni ona bir hediye de getirmiş. Zaimoğlu onun yanındaki Alman erkek arkadaşını söyle bir süzüyor. 'Sana iyi bakıyor mu?' diye soruyor. 'Evet evet,' diyerek gülümsüyor kuzeni hafif bir gülümsemeyle.

Onlar gidince Zaimoğlu hediyeyi açıyor. Aile fotoğrafları; herkes anne-babasının deniz kenarındaki evinde, dünyanın her yerinde görebileceğiniz o bildik beyaz plastik sandalyelerde oturuyorlar. Kendini her yerde evinde hisseden Feridun Zaimoğlu da aralarında.

Zaimoğlu'nun yanında o akşam da tekerlekli bir bavul var. Leyla için düzenlenen okuma turu haziran ayına kadar sürecek. O ağır takıları varmış bavulda, bir de ütülü gömlek. Altı saat içinde iki paket mentollü Marlboro içiyor. Kaşlarının arasında dikey, belirgin bir kırışıklık var. Öfkenin hâlâ mevcut olduğunu söylüyor, ama ona bir sürü başka şey daha eklenmiş durumda: anlatma arzusu, güzellik duygusu, mesafe koyma becerisi.

Doğu Hikâyeleri ve Grimm Masalları, gösterişli takılar, jilet gibi ütülenmiş gömlek ve sözcükler. Zaimoğlu işte bu. Sürekli farklı yerlerde ve her yerde evinde. Bunun anahtarı eğitimdir, dildir. Göç uzmanı bir sürü insan bunu söylüyor, 600 sayfalık Leyla onları haklı çıkarıyor.

Der Spiegel, 27.03.06, Çeviren: Süleyman Kavak

Leyla/ Feridun Zaimoğlu/ Çeviren:Vedat Çorlu/ İmge Kitabevi/ 602 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler