Halk dalkavukluğuna karşı aydın sorumluluğu!

“Ne zaman eski yaşamımıza döneceğiz” sorusunu sıkça işitiyorum. Demek insanlar virüsten önceki günlerinden memnun. Nedir özlenen? Rahatça alışveriş merkezlerinde umarsız dolaşmak mı? Lokantalarda, kahvelerde incir çekirdeğini doldurmayan konularla saatler geçirmek mi?

Yayınlanma: 26.04.2020 - 15:22
Abone Ol google-news


1 Uzmanlık çağı “aydın”ı zorluyor; dünyanın tüm meselelerini merak eden, gücünün yetmeyeceğini bildiği halde yükü sırtlanmak isteyen biri için dağınık (çeşitli) ilgi alanı sorun sayılıyor. “Elinden geleni yapmak” kolaycılık olarak görünür bana. Mesele, yapabileceklerinin sınırını genişletme becerisi değil mi? Kalabalıklarla uzlaşmak söz konusu olamaz. Kolaycıdır o güruh: Okumaz, düşünmez, ciddi bir merakı yoktur. Ezberini yineleyerek yaşamak ister. Koronavirüs rahat bozdu, şikâyet bundan. Bencil o kalabalık!

Sokağa çıkma yasağı duyurusu yapılınca marketlerin önüne yığıldı insanlar. Ne fiziksel mesafe koydular ne de maskeyle korunmak gereğini yerine getirdi birçoğu. Kıtlık varmış gibi davrandılar. Eve kapanmadan önce stok yapmak istediler. Oysa ne kadar erzak alıp stoklasalar da, önümüzdeki olası kıtlığa dayanmak mümkün değildir. Bencilce, kendi çoluğunu çocuğunu kurtarma derdine düştüler. Güdülerle hareket ediyor yığın, yarın kaygısıyla davranıyorlar; oysa geleceksiz olduklarının farkında değiller. Bugün paçayı kurtarsalar, yarın deprem çıkacak karşılarına...


2 Sebastian Haffner’in “Bir Alman’ın Hikâyesi” çok etkileyici kitap. Roman lezzetinde hatırat! Çocukluğundan ilk gençliğe geçerken Nazi İmparatorluğu’nun nasıl kurulduğunu aktarıyor. Büyük tarih anlatısından daha etkili bu yöntem! Günlük yaşam akarken ortaya çıkan değişime, insanların nasıl gönüllü olarak boyun eğdiklerini görmek, kişiliklerini silikleştiren azgın baskı yönetimine iyi görünmek için nasıl davrandıklarına tanık olmak ibretlik. Asistan hâkim olarak çalışırken Naziler tarafından basılan Adliye Sarayı’nda yaşananlar sarsıcı. Yahudi hâkimin inatla işine devam etmeye çalışması, bir diğerinin hukuk varmış gibi karar almakta ısrar etmesi nasıl körlük yaşandığını gösteriyor.

Bir eğlence gecesinden tanıştığı tatlı kız arkadaşı Yahudidir Haffner’in. Sevgilisiyle baş başa geçirdiği bir gün, önlerinden düzenli adımlarla, marşlarla ilerleyen Nazilerin korkutan bakışları karşısında hissettikleri de bize ışık tutuyor. En yakın dostu bir an önce ülkeyi terk etmek için çabalar, geride kalan ailenin sonu hazin olacaktır. Bir gecede gerçekleşmez elbet felaket, adım adım gelmiştir. “Bize bir şey olmaz, adam sende” diyenler hakikatle yüzleşince dehşete düşer. 


3 Kitlelerin umursamazlığı yalnız bırakır aydını, o erken sinyal verir, kolay hedef olur. Geniş kesimler çocuksudur; kolay inanır, inatçıdır, zora gelmeyi sevmez. Dahası, kendine benzemeyeni dışlamayı yeğler. Ya inatla buna karşı durmak gerekir, ya da kabuğuna çekilmek, bildiğince yaşamak. O “bildiğince” dediğim, bir tür intihardır. Benliğinden vazgeçmektir. “İfade özgürlüğü” ne anlama gelir bilmez yığınlar. Böyle bir gereksinimi yoktur. Kendi adına konuşanlara alışmıştır. Oysa, bazı insanlar için aç kalmak değildir korkutucu olan, sözünü dile getirememekten beteri yoktur. Market önüne yığılan kalabalık içinde kaç kişi böylesi bir dert sahibidir acaba?


4 Nazilerin en büyük işbirlikçisi onlara karşı durur gibi davranan muhalif kesimlerdir. Çoktan dağılan demokratik(!) düzeni, sanki sürüyormuş gibi davranarak hakikatin gecikmesine neden olmuştur. Haffner ısrarla bunun altını çiziyor. Haksız mı? Hiçbir diktatör geniş kesimin onayını almadan zulmü sürdüremez. O halde basında, sanatçılar arasında, akademi dünyasında destekçiler olması elzemdir. Burada rol dağılımı önemlidir. Kimi doğrudan kurulan imparatorluğa el vermelidir, kimi itiraz eden rolü oynamalıdır. Hepsi birlikte Nazi İmparatorluğu’nu yaratır. Nerde durduğuna dikkat etmek önemlidir aydın için. Farkında olmadan zulmün yanına düşmek mümkündür. Gerçi bazısı bilerek yapar bunu!


5 “Ne zaman eski yaşamımıza döneceğiz” sorusunu sıkça işitiyorum. Demek insanlar virüsten önceki günlerinden memnun. Nedir özlenen? Rahatça alışveriş merkezlerinde umarsız dolaşmak mı? Lokantalarda, kahvelerde incir çekirdeğini doldurmayan konularla saatler geçirmek mi? Hafta sonu çoluk çocuk parklara doluşup mangal yapmak mı? Günlere katılmak mı, gövdeyi şişirecek biçimde tıka basa yemek mi? Nedir? Bunlar yeniden yapılacak elbet. Sokağa kimseye hesap vermeden çıkmayı “özgürlük” sanan insanlar arasında, hakiki “özgürlük” aramak ne denli gerçekçi? Eller cepte sahilde avare biçimde yürümek zevklidir elbet, ancak hayal kuracak imgelerin, tartışacak fikirlerin varsa...


6 Emile Zola “Nasıl Ölünür” diye soruyor farklı öykülerle. “Aristokrat, burjuva, esnaf, köylü, işçi nasıl ölecek korona gümlerinde” diye ben de sorayım. Bizde aristokrata rastlamak güç gerçi, yine de özellikle sosyal medya nasıl yaşam sürdüğümüzü belgeliyor; artık iz bırakmadan ölüm söz konusu değil! Zola’dan;


“Para ölümü zehirlerse, ölümden bir tek öfke çıkar. Tabutların üzerinde insanlar dövüşür.”


7 1551’de Sebastian Castellıo’nun: “Hakikati aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz” dediği bir dünyada, 2020’de “hakikat” aramak şöyle dursun, bildiklerini gizleyerek “suç” işleyenler arasında yaşıyoruz. Üstelik kimi bilimci, hekim kılığında bu kişilerin... Hazin...


Kapak fotoğrafı: Emile Zola



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler