Hayata dönemediler
19 Aralık 2000'de Türkiye tarihinin en büyük ve kanlı cezaevi operasyonu 32 yaşamı yok etti.
“Hayata Dönüş” adlı korkunç ironinin üzerinden tam 11 yıl geçti. Evet, sis dağılıyor ve katliamın ayrıntıları giderek daha da netleşiyor. “Hayat güzeldir” sloganıyla devlet-hükümet ve medya işbirliğiyle gerçekleştirilen, ikisi asker 32 yaşamın solmasına, 241 kişinin de yaralanmasına yol açan, Türkiye cezaevlerine yönelik bu en büyük operasyon, Kıbrıs çıkarmasından bu yana en çok askerin katıldığı harekât olarak da tarihe geçti.
Arabulucularla tutuklu ve hükümlü temsilcilerinin görüşmeleri devam ediyordu, dışarıda da mahkûm yakınları, anlaşmanın sağlanmasını büyük bir umutla bekliyorlardı. Ancak her şey önceden planlanmış ve siyasi tutuklu ve hükümlüler “Karşı Güç” olarak çoktan adlandırılmışlardı. Henüz mahkûmiyet almasalar da, hâlâ yargılanıyor olsalar da içerdeki “teröristler” düşman idi ve daha bir yıl öncesinden savaşın adı konulmuştu: “Tufan.” Kanlı Tufan operasyonunu anlayabilmek için biraz daha öncesine dönelim.
12 yaşama mal olan 1996 ölüm orucu ve süresiz açlık grevini yine gazetemiz adına takip etmiştim. Devlet pazarlık yapmaz denir ya, yok öyle bir şey; pazarlık yapılmış ve anlaşma sağlanmıştı, hatta “Hüzünle sevinç iç içeydi” yazdığım izlenimin başlığı. Her şey anlaşma sağlanmasından sonra başladı. Devlet, o tarihte kendi yarattığı “koğuş” sistemini yıkmaya, Batı’nın dayattığı tecrit uygulamasına yani hücrelere geçişe karar vermişti.
Diyarbakır Cezaevi’nde 10 tutuklunun öldüğü kanlı baskın, yine vahşete dönüşen Ulucanlar Cezaevi operasyonu, fırtınaların Tufan’a dönüşmesinin habercisiydi. 1997’de tutuklu ve hükümlü aileleri sıklıkla gazeteyi ziyaret etmeye başlamıştı. O tarihte adı “Oda Sistemi” olan yeni nesil cezaevleri nedeniyle çocuklarına yönelik baskı ve şiddet uygulamalarının arttığını haykırıyorlardı.
Toplum susturulmuştu
Medya da görevini layıkıyla yapıyordu “5 Yıldızlı Cezaevleri” için. F tipi cezaevleri hızla inşa edildi, 1990’lı yılların ortasında sokakları mesken tutan toplumsal muhalefet susturulmuştu, sırada cezaevlerindeki muhalefet vardı. Operasyon hazırlıklarını gören tutuklu ve hükümlüler, 2000’de tecride karşı, “İçeride dışarıda hücreleri parçala” sloganıyla ölüm orucu eylemine başladılar. Cezaevleri dışında mahallelerde de tutuklu ve hükümlü yakınlarının ölüm orucu eylemi sürüyordu, bu bir ilkti.
Ankara Jandarma Özel Asayiş Komando Birliği ile Elazığ Jandarma Komando Taburu, operasyonun en büyük hedefi Bayrampaşa Cezaevi baskınına katılmak için kargo uçaklarıyla İstanbul’a getirildi. Seçkin birliklere, Halkalı Jandarma Taburu da katıldı. Adalet Bakanlığı’nın gözetiminde arabuluculuk görüşmeleri sürerken yaklaşık 10 bin asker, jandarmanın “Dost Kuvvetler” dediği binlerce polis ve yüzlerce infaz koruma memuru, 83 saat sürecek baskın için beklemeye geçmişti. 20 cezaevine yönelik eşzamanlı operasyonun başlama saati 05.00 ise günler öncesinden belirlenmişti. Arabulucu heyetinde yer alan eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu bu süreci, “Kullanıldık” diye özetliyor.
Bilirkişi bile bilmiyordu
Operasyon günü Bayrampaşa Cezaevi’ne giren araçları ömrüm boyunca bir daha görmedim; bilirkişinin bile bilemediği, İsrail menşeili kimyasalların kullanıldığı, 20 bini aşkın gaz bombasının atıldığı, kadın tutukluların “diri diri yakıldığı”, bir askerin anlatımıyla “yananlara benzinli battaniyelerin atıldığı”, yaşayanların bugün bile enkaz görüntüsünden kurtulamadığı bu baskın, devletin kendi çocuklarından intikam almasıydı; bunun adı vahşetti. Psikolojik savaş teknikleri de kullanıldı, medya da sürece katkı sağladı. Irak’ta kimyasal silah var iddiasıyla ABD oraya demokrasi götürmüştü; bir benzeri yaşandı ve cezaevinde bulunduğu söylenen el bombaları, LAW ve roketatarlar asla bulunamadı.
Cezaevlerine gazeteciler dahil kimse yaklaştırılmadı, televizyon helikopterlerinin uçuşuna izin verilmedi, askeri helikopterler alçak uçuşla operasyon bölgesini kontrol altına aldı. Duvarlar iş makineleriyle, çatılar balyozlarla kırıldı.
Gaz maskeli komandolar, yüksek enerji ve uzun namlulu silahlar kullandı. Kömüre dönüşen cesetler, kurşun ve şarapnel parçalarıyla ölen gençler, uzuvlarını kaybeden kadınlar, erkekler. “Düşman ölü ele geçirilmiş, esir alınan yaralı teröristler” ise hastane yerine F tipi cezaevlerine sevk edilmişti.
Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, “F tipi cezaevlerine sevk yok” demişti oysa. Medya “Devlet girdi”, “Sahte oruç kanlı iftar” diyerek operasyonu alkışlamakta gecikmedi, tam sekiz copla tecavüz ve yüzlerce işkence iddiasına karşın, “Eşek tıraşı oldular, uslu çocuklara döndüler” diye heyecanlandı üstelik. Dışarıda baskını protesto edenlerden 2 bin 145’i gözaltına alındı, 147 kişi tutuklandı, beş miting yasaklandı, 18 dernek ve kültür merkezi basıldı, 228 yayın toplatıldı.
Ölüme yatan sayısı arttı
Hayata Dönüş’ü, ölüm orucu eylemini sonlandırmak için düzenlediklerini söylediler, ancak hücrelere nakiller, ölüm orucu eylemcilerinin sayısının artmasına neden oldu ve ardından 2007’ye dek tam 75 ay boyunca sürdü ölüm orucu eylem; asri zamanların en uzun süreli eylemi, İkinci Dünya Savaşı’ndan daha uzun bir süreye yayıldı. Eylem 90 can daha aldı, 600 kişi ise sakat kaldı.Tufan operasyonunun ardından kendi cezaevlerini yıkan devlet, baskın sırasında mağdur olanlara dava açtı. Hazine, “devleti zarara uğrattınız” diyerek mahkûmlardan para istedi. İstanbul Valiliği üç kez, operasyona katılan askerlerin yargılanmasına izin vermedi; pek çok dava zamanaşımından düştü, Malatya’da tutuklu ve hükümlüler operasyonun ardından ikişer yıldan toplam 120 yıl ceza aldılar, Uşak Cezaevi’nde de mahkûmlar, memura mukavemetten cezalandırıldılar.
Çanakkale Cezaevi’nde dört kişinin öldürülmesi ve onlarca yaralanma nedeniyle açılan davada yargılanan 563 jandarma beraat etti. Şu an üç dava sürüyor, biri Ümraniye’de tutuklu ve hükümlülere, diğer ikisi ise Ümraniye ve Bayrampaşa’da güvenlik güçlerine açılan davalar.
Hayata Dönüş’e rağmen hayatta kalanların psikolojileri ise darmadağın, arada bana ulaşıyorlar... Ne öyküler! İnanılmaz, çoğu özel, anlatılmaz. Âşık olduğu adam, kucağında can veren var; tepeden tırnağa insan dair öyküler bunlar. Umarım bir gün tüm travmalar atlatılır, herkes hikâyesini anlatır, romanlar yazılır, filmler çekilir. Çünkü onlar, Tufan’ı yaşayanlar, hâlâ hayata dönemediler. Umarım bir gün dönerler, susarak değil konuşarak elbette. İşte o gün eminim yaralarını sarar ve yeniden yaşamla kucaklaşırlar.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?