‘Her şeyin kalıtsal boyutu var’

Şair Ahmed Arif’in oğlu yontucu Filinta Önal yontularını yaratmak için günde 8-10 saat çekiç sallıyor.

‘Her şeyin kalıtsal boyutu var’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 09.02.2019 - 23:10

Filinta Önal, 10 bin yıllık bir Anadolu tasarımına dayanan “eğri madırga” ile yaratıyor yontularını. İnsancı yaratıyı yeniden üretmek için günde 8-10 saat çekiç sallıyor.
Sonra?

Heykelleri saldırıya uğruyor, hurdacı hırsızlığı yüzünden parçalanıyor. Olmadı, üstüne tükürülüyor!
Onun da dediği gibi, bir cehalet ve lümpenlik seli giderek taşkınlaşarak uygarlığı önüne katıp çamura, balçığa buluyor...

Şair Ahmed Arif’in oğlu olan Filinta Önal’ın “yaratının kalıtsal boyutuna” ilişkin sorumuza verdiği yanıt ise çok incelikli bir seziş, kavrayış içeriyor. Filinta Önal’ın sanatını ve kişiliğini kendisinden dinleyelim:

Bir sanatçının üretim aracı çekiç olunca estetiği yakalaması çok zordur gibi geliyor önce bana. Ama yontulara bakınca, bunun ne denli ahmakça bir düşünce olduğunu görüyorum. Estetiğin ve yaratının gücü karşısında değerbilir olmak gerekiyor. Doğru değil mi?

Taşla uğraşıyorsak eğer en temel araçlardan biri çekiç ve keski oluyor. Sıradan bir çekiç değil kullandığım çekicin adı yontu madırgası, eğri madırga olarak da bilinir. Belki 10 bin yıllık bir Anadolu tasarımıdır. Kavisli yapısı bu çekici omuzdan sallarken, dairesel, kavisli bir hareketle keskinin tepesine vurulmasını sağlar, ki bu da kol boyunca, el bileğinden omuza, hatta sırta kadar olan kas ve eklem incinmelerini, ağrılarını en aza indirir, vuruşun etkisini keskinin ucunda en fazlaya çıkartır. Yoğun çalışırken günde 8 bazen 10 saat çekiç salladığım zamanlar olmuştur. Kaba işlerde taş blokları ayırmak için patlatma kamaları ve balyoz kullanıldığı da olur. Bunun yanı sıra çeşitli elektrikli ve hava basıncıyla çalışan aletlerimiz vardır. Bunların içerisinde 6 ila10 atmosfer basınç aralığında çalışan pnömatik hava çekiçleri, hava tabancaları, havalı, sulu veya elektrikli elmas disk takılabilen kesici ve aşındırıcı makineler, kırıcı delici matkaplar yer almaktadır. En son süreç zımpara ile yumuşatma, pürüzleri temizleme ve parlatma işidir ki, heykele yumuşaklığı, ışığın devinimini, uyum ve armoniyi getiren işlemdir. Son kısımları elle okşayarak yapılır. Mermer heykel, izleyicide dokunma duygusu, isteği oluşturuyorsa güzel olmuştur.

Eğer demir, çelik, bronz vb. metaller ile çalışmak gerekirse elektrik ark kaynağı, plazma kesici, gaz altı kaynağı, oksijen asetilen kaynağı, punto kaynağı gibi çeşitli ekipmanlarımız mevcuttur. Metallerin oksitlenip patine edilmesi için ise çeşitli asit karışımları ve ısı ile çalışmak gerekmektedir. Dökümden önce modelin yapıldığı malzeme olan kil ya da çamur ise işimizin temelidir. Çoğunlukla elle ve çeşitli ahşap ya da metal kalemler, bıçaklar ile işlenmektedir.

Her aletin dili var
Tüm bu süreçler, malzemeler ve ekipmanlar size kaba bir iş izlenimi verebilir. Asıl olan şunu anlamaktır: Heykelin yapılacağı malzemeler ve o malzemeleri biçimlendiren ekipman aslında bir dili konuşmak gibidir. Her malzemenin ve aletin kendi dili vardır. Siz o dili konuşmayı iyi öğrenirseniz, kendinizi iyi ifade edebilirsiniz.
Estetiğin ve yaratıcılığın gücü öncelikle akılda belirmekte, sonra hayallerin gerçekleşmesi niyetiyle seçilen malzemeye ellerimiz ve aletlerimiz yardımıyla geçmektedir. Bu yaratı süreci boyunca işin en önemli kısmını ‘göz’ yapmaktadır. Gören göz, estetik bakış denilen özelliğimiz, yer yer doğaçlamaların ve malzemenin gidişatını görüp sezerek işlerimizi biçimlendirmemizi sağlamaktadır.

Sıradan ve sığ hırslar
Değer bilen bilir, bilmeyen bilmez, onu biz belirleyemiyoruz. Sanat da, her şey gibi bir ihtiyaç meselesidir. Eğer ihtiyaç duyan varsa bir değeri var, ihtiyaç yoksa anlamı yok. Toplumların, bireylerin ihtiyaçları ve hırsları çok sıradan ve sığ olabiliyor, o zaman sanata ihtiyaç duymaya sıra gelmeyebilir. Bir de, edebiyat dışında geleneklerimizde pek sanat yer almamış. Zamanla alışılan, anlaşılan, sevilen, öğrenilen, belki ihtiyaç duyulan bir şey olabilir sanat.

Yontuyla ve sanatçıyla didişilen bir dönemde işiniz güç sanki.
Kişisel olarak benimle didişen olmasa da, diplomatik anıtsal heykellerim pek çok kez saldırıya uğradı. Aslında ülkemiz rezil oldu, ama kimsenin umurunda değil. Bunun sebebi cehalet ve lümpenlik. Elbette bu lümpenliğin de siyasi bir boyutu olabilir. Sürekli tükürük ve balgamların heykellerin üzerinden aktığını görüyorum. Diplomatik heykellerin işvereni olan ülkelerde de bizim tarihi büyüklerimizin heykelleri var, onlar pırıl pırıl bakıyorlar. Belediyelerin sorumluluğunda bu işler. Bir kısmı da, metal hurda hırsızlığı olarak gerçekleşen saldırılar. Koruma, temizlik ve bakım işleri o eserin bulunduğu alandaki belediyelerin sorumluluğundadır.

Her neyse, hangi yönetim iktidarda olursa olsun, kendince önemli olan bir değeri, kişiyi, düşünceyi yaşatmak vurgulamak için resmi anıt projelerine ihtiyaç duyar ve yaptırır. Bu yapılar heykel temelli olabileceği gibi, çevre, peyzaj ve mimari temelli de olabilir. Toplumumuzda göç hâlâ devam ettiği için, yaşadığımız kentlerin imar-iskân işlerini bitirip, yeşil alan ve meydan düzenlemelerini tamamlamalıyız ki, ancak ondan sonra heykel, anıt, duvar resmi vb. projeleri yapılabilsin, mekânı taçlandırsın. Bu, kısa sürede mümkün görünmüyor. Bu böyle oldukça da heykele kamusal alanda ihtiyaç duyulmaz.

Genetik hükmünü sürdürür

Yaratının kalıtsal bir boyutu var mı sizce?
Düşündüğümüz, yaptığımız, özlediğimiz her şeyin kalıtsal bir boyutu var sanırım. Çevresel ve toplumsal olanlar da, kişisel olanlar da, genetik ve eğitim yoluyla içimize işliyor.
Sanırım sizin sorunuz babamla ilgili bir boyut taşıyor. Gerek kişisel tavırlarımın, gerek sanatçı kişiliğimin temel taşlarını babamdan aldığımın farkındayım. Varlığımı beni yaşatan anneme borçlu olduğumun da farkındayım. Güncel ve gelecekteki yaşantımı, beni yontan eşimden kaynaklandığının da farkındayım. Sanırım diyalektik kavramı bunu açıklamaya yeterlidir. Her şey birbiriyle etkileşim ve değişim içindedir. Ama evet bence ‘genetik hükmünü sürdürür’.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler