İlhan Selçuk İçin...
“İlhan Selçuk ölmüş…” tümcesi nasıl da anlamsız, nasıl da kulak tırmalayıcı… İlhan Selçuk bir kavga insanıydı; kavga aracı da kalemi… Kalemiyle, düşünceleriyle anıtlaşmayı başaranlar ölümsüz değil midir?
Kalemle savaşım vermek, çoğu kez deveye hendek atlatmaktan zordur. Ne denli zor olduğunu da hep birlikte görüyoruz. Kalemini göz çıkarmak için kullananların pıtrak gibi çoğaldığı bir dönemde İlhan Selçuk gibi dürüst, onurlu yazarların işi daha da zor… Kalem, gerçek bir aydının, aydınlanma yolunda kullandığı tek savaşım aracıdır. İlhan Selçuk’un düşünceleriyle sivrilttiği kalemi, çok uzun zamandır Türk Devrimiyle hesaplaşanlara batıyordu. Demok-ratik kuralların işlemez olduğu her dönemde, en çok da bu dönemde Selçuk’un kalemi sözde demokratları, sözde aydınları, gericileri hep tedirgin etti. Kendi kalemini can yakıcı birer silaha dönüştürenler, düşünce özgürlüğü, hak hukuk, aydınlanma, insan gibi insan olmak ve insanca yaşamak için savaşım veren İlhan Selçuk’un kalemine hep öfke duydular. Atatürkçü düşünceyle açıkça hesaplaşamadıkları için Atatürkçü düşünceyi içselleştiren İlhan Selçuk’a ve onun gibi ödünsüz devrimcilere saldırdılar.
İlhan Selçuk’la 80’li yılların sonunda tanışmıştım. Övüneceğim, onunla birkaç açık oturumda aynı kürsüyü paylaşmanın sevincini yaşadım. Konuşması da yazıları gibi herkesi etkiliyordu.
Neler yaşamıştı; ama duruşunda, sözlerinde yılgınlık, bezginlik izi yoktu. Ziverbey Köşkü’nde işkence görmüş, yılmamıştı; başında olduğu Cumhuriyet gazetesi sudan nedenlerle kapatılmış, türlü karalamalarla karşılaşmış, yılmamıştı. Yılmadığı gibi öncüsü olduğu aydınlanmacıların yılgınlığa yenilmemesi için büyük çaba harcamıştı. Yakınanları incelikli şakalarla uyarıyordu.
2000’li yıllara gelindiğinde, laik cumhuriyetin temel taşlarını oynatmak isteyenler için İlhan Selçuk ve kuşkusuz Cumhuriyet gazetesi, birikmiş öfkenin boşal-tılacağı ilk adreslerdendi. İşin aslı şuydu; Cumhuriyet öteden beri “milliyetçi muhafazakâr”ların sinirini oynatıyordu. 12 Eylülcülerin yaptıkları unutulmamıştı. Bu kez Cumhuriyet’ten onu, Mustafa Balbay’ı, Erol Manisalı’yı seçtiler. Balbay’ı tutsak ettiler. Seksen yaşını geçen bir gazetecinin, bir başyazarın, bir düşünürün evi gecenin köründe arandı tarandı, aydınlanma yolunda yorulan yüreğiyle acımasızca oynandı. Gülünç suçlamaları taşıyamayacak denli yorgun ama ödünsüzdü. Emniyetten çıkarken gülümseyerek el salladı ve o gülümseyişiyle gönlümüze yazıldı. Çünkü sonrasında hastane günleri başlamıştı. Hep umutla bekledik; olmadı. Şimdi biz onu el sallayarak yolcu ediyoruz; ama hiç kapanmayacak “Pencere”sinin önünde olacağız. O “Pencere”den onun gibi ödünsüzce bakmayı sürdüreceğiz.
Laik cumhuriyetin değerlerinden toz kadar ödün vermeden onurlu bir yaşam sürdü; eğilip bükülmeden dimdik durdu. Laik cumhuriyetin çocuklarına düşen, şimdi birer İlhan Selçuk olmak, İlhan Selçuk gibi dik durmaktır. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz!
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması