İlk gün soğuk duş etkisi

Woody Allen'ın olağanüstü açılış filminin ardından ilk günün Altın Palmiye adayı iki film, bireysel ve toplumsal hastalıklardan estetik çeşitlemeler sunuyordu.

İlk gün soğuk duş etkisi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.05.2011 - 07:47

Belki de, son 20 yıl içinde Cannes’da izlediğimiz en güzel açılış filminden sonra, ilk günün Altın Palmiye adayları soğuk bir duş etkisi yaptı. İngiliz sinemasının izlerini taşıyan bu iki film, mesafeli yaklaşımları ve estetik bütünlükleriyle dikkati çekiyordu. İki genç kadın yönetmen, Lynne Ramsay ve Julia Leigh, el attıkları konuların bireysel ya da toplumsal düzeyde içerdiği hastalıklı iç şiddeti sahnelerken, yapay estetik kaygılar nedeniyle bir noktada izleyiciyi bunaltsalar da, deneysel biçemlerinin tutarlılığı ve başarılı oyuncularıyla göz dolduran filmlerdi.

İlk kısa filmiyle Cannes’da ödüllendirildikten sonra ilk kez Altın Palmiye’ye aday olan Lynne Ramsay’nin üçüncü uzun filmi olan “Kevin’i Konuşmamız Lazım” (We Need To Talk About Kevin), İngiliz sinemasının ana bölümdeki tek örneği.

Ramsay’nin bir romandan uyarladığı, yönettiği ve yapımcılığını da üstlendiği bu bağımsız sinema örneği, gençleri şiddetin uç noktalarına dek götürebilen ruhsal bunalımlara, fırtınalı ana-oğul ilişkileri gerisinden bakıyor.

Kevin’in, 16 yaşını tamamladığı gün, babasını, kız kardeşini ve okulundaki öğrencileri rastgele, kullanmakta usta olduğu oklarla nasıl katlettiğini, bol bol geriye dönerek parça parça anlatıyor. Bu yapay gerilim ve zorlama estetik bir yana, kahramanlarının ruhsal dalgalanmalarını bir türlü mercek altına alamayan film, yine de, yarattığı yoğun atmosfer, özenli görselliği ve oyuncularının başarılı yorumlarıyla göz dolduran bir çalışma. Çaresiz annenin onulmaz acılarını elle tutulur kılan Tilda Swinton, kendisinden istenen bu kadar abartılı olmasa, Cannes’dan en iyi kadın oyuncu ödülüyle dönebilirdi.

Avustralyalı genç yazar Julia Leigh, estetik konuda hiç taviz vermeyen, alabildiğine mesafeli ve soğuk bir anlatım diliyle, yaşadığı toplumun kimi hastalıklı yanlarının otopsisini yapmak istemiş. Bir ilk film olan, bu nedenle de Altın Palmiye yanında Altın Kamera ödülünün de adayı olan “Uyuyan Güzel” (Sleeping Beauty), aile içinde de, üniversite ortamında da mutlu olamayan, çok çekici güzel bir kızın öyküsü. İletişimsizliğin kahredici doyumsuzluğunu uyuşturucu kullanarak gidermeye çalışan; biraz para kazanabilmek içinse yaşlı zengin erkeklerin hastalıklı cinsel fantezilerinin oyuncağı olan Lucy’nin öyküsü.

Ancak ağlarken bile donuk bakışlarına duygularını yansıtmayan bu gizemli güzelin dramı gerisindeki gizemi çözmek bir yana, genç oyuncu Emily Browning’nin son derece kırılgan kılmayı başardığı Lucy’nin yaşadığı ruhsal fırtınaların temel nedenlerini bile izleyicisiyle paylaşma kaygısı taşımayan “Uyuyan Güzel”, iyi bir romancı olmanın iyi bir senarist olmaya yetmediği gerçeğini bir kez daha anımsatıyor.

Biraz da yaptıkları işi fazla ciddiye almak hatasına düşen bu iki genç kadın yönetmenin, Woody Allen’ın olağanüstü incelikli senaryosunda sergilediği derinlikli mizah ve yaratıcı kıvrak zekâyla boy ölçüşebilmelerini beklemek, herhalde insafsızlık olurdu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler