İnsan bilincinde devrim olmadıkça...

'Bir Kafka uzmanı olmamama karşın, Kafka üstüne yazılmış olanları okumaya çok istekli olduğum söylenemez. Kafka'nın yazdığı her şeyi okuduğumu bile söyleyemem. Ama Kafka üstüne yapılmış incelemelere ilgisizliğimin özel bir nedeni var:

İnsan bilincinde devrim olmadıkça...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.11.2010 - 15:11

Kimi zaman, Kafka'yı gerçekten anlayan tek kişinin ben olduğum, hiç kimsenin onun yapıtlarını benim için daha anlaşılır kılamayacağı duygusuna kapılıyorum. Kafka'nın yapıtlarını inceleme konusundaki isteksizliğim, belli belirsiz bir duygudan kaynaklanıyor: Onun yazdığı her şeyi sürekli okumam gerekmediği kanısındayım, çünkü ne yazdığını zaten biliyorum. Dahası, gizliden gizliye inanıyorum ki Kafka hiç yaşamamış olsaydı ve ben de olduğumdan daha iyi bir yazar olsaydım, onun yapıtlarını ben yazmış olabilirdim.

Bu söylediğim bazılarına tuhaf gelebilir, ama ne demek istediğimi anlayacağınızdan kuşkum yok. Aslında, Kafka'da, kendi yaşadıklarımın, bu dünyadaki kendi var oluşumun bir parçasını bulduğumu söylemek istiyorum.

Ona duyduğum bu yakınlığı, bir bakıma, sanki varoluşum bir günahmış gibi derin, sıradan, dolayısıyla da son derece belirsiz bir suçluluk duygusuyla açıklayabilirim. Sonra, hem kendimle, hem de çevremdeki her şeyle ilgili güçlü bir yabancılaşma duygusundan söz edebilirim: Dayanılmaz bir bastırılmışlık, kendimi hep birilerine açıklama, kendimi savunma gereksinimi, erişilmez birtakım şeylerin özlemini çekmek gibi duygulara yol açan bir yabancılaşma. Kimi zaman, başkalarına var gücümle seslenerek ve haklarımı isteyerek kimliğimi doğrulama gereksinimi duyuyorum. Bu parlayışlar boşa çıkıyor ve tepkim yerine ulaşmıyor, beni kuşatan kara deliği boylayarak yok olup gidiyor''

Çağımız insanının korku ve kaygılarını, yalnızlığını, kendi kendine yabancılaşmasını, çevresiyle iletişimsizliğini benzersiz bir biçimde dile getirmiş olan Kafka'yı bize şaşırtıcı bir içtenlikle taşıyan bu satırlar, Çek oyun yazarı Vaclav Havel'in yirmi yıl kadar önce yaptığı bir konuşmadan. Zamanında bir yerlerde rastlayıp çevirmişim. Geçenlerde, Prag'daki Franz Kafka Derneği'nce on yıldır verilmekte olan Franz Kafka Edebiyat Ödülü'ne Havel'in değer görüldüğünü öğrenince, bu sözleri sizlerle paylaşmak istedim.

Doğrusu, Franz Kafka Derneği diye bir kuruluştan habersizdim. Ben de merak ettim. 1990'da kurulmuş bu dernek. Kafka'nın kültürel kalıtını sürdürmeyi amaçlayan dernek, Almanca yazmış olan Kafka'nın tüm yapıtlarının Çekçeye çevrilmesini üstlenmiş. Franz Kafka Edebiyat Ödülü'nü oluşturmakla kalmamışlar, Prag'ın eski kent kesimindeki Kafka heykelinin yapılmasını sağlamışlar. Kafka'nın doğumunun 120. yılında gerçekleştirilen 3.75 metre yüksekliğindeki bronz heykeli Çek sanatçı Yaroslav Róna tasarlamış.

Franz Kafka Derneği'nin çalışmaları salt Kafka'yla sınırlı değil. Prag Alman Edebiyatı denen olgunun ortaya çıkmasına neden olan geleneklerin korunmasına katkıda bulunuyor, Orta Avrupa'nın çok-kültürlü yapısının önemini vurgulamayı üstleniyor. Yirmi üç ülkedeki bin kadar üyesi arasında Günter Grass, Amos Oz, İvan Klima gibi yazarlar da bulunuyor.



Kafka Ödülü'nün ölçütü

Franz Kafka Ödülü ise yapıtları okurlara köken, milliyet ve kültür farkı tanımaksızın seslenen çağdaş yazarların olağandışı sanatsal özellikler taşıyan edebi yaratılarını değerlendiriyor. Ödülün temel ölçütü, yazarın yapıtlarının yüksek düzeyi ve özgünlüğünün yanı sıra, hümanist niteliği, kültürel, ulusal, dilsel ve dinsel hoşgörüye katkısı ve çağımıza tanıklığı. Ödüle değer görülen yazara 10.000 ABD Doları ve Franz Kafka heykelinin küçültülmüş bir bronz kopyası veriliyor.

Ama bir edebiyat ödülünün, daha doğrusu herhangi bir alanda sunulan bir ödülün gerçek niteliğini anlamanın en iyi yollarından biri de o ödülü kimlerin aldığına bakmak olsa gerek. O zaman, bakalım, Franz Kafka Ödülü'nü bugüne dek kimler almış:

Özellikle siyasal ve cinsel izleklere yergili bir dille yaklaşan yapıtlarıyla bilinen ABD'li romancı ve öykü yazarı Philip Roth'

12 Eylül'den sonra Arthur Miller'la birlikte Uluslararası PEN adına ülkemize gelerek aydınlar ve sendikacılara destek veren, Türkiye'deki izlenimlerinden esinlenerek, işkenceyle ilgili Bir Tek Daha, Kürtçe yasağını konu alan Dağ Dili adlı kısa oyunları yazan İngiliz oyun ve senaryo yazarı Harold Pinter'

Olağanüstü bir dil tutkusuyla kaleme aldığı romanları ve oyunlarında, toplumdaki basmakalıp söz, düşünce ve davranışları ve onların bireyler üstündeki baskı gücünü açığa çıkaran, 2004 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Avusturyalı yazar Elfriede Jelinek'

Japonya'nın gelenekçi edebiyatçıları tarafından sık sık yerilmekle birlikte bazı eleştirmenlerce yaşayan en büyük romancılar arasında sayılan, yapıtlarında mizahi ve gerçeküstü bir yaklaşımı benimseyen, yabancılaşma ve yalnızlık izleklerinde yoğunlaşan, Sahilde Kafka'nın yazarı Haruki Murakami'

Aldatıcı yalınlıktaki dizeleriyle 'söz'ün anlamı çevresinde gezinen, adı Nobel Edebiyat Ödülü'nün sürekli adayları arasında geçen Fransız şair Yves Bonnefoy'

İnsan acımasızlığının derinliklerini araştıran, bireyin totaliter düzenler karşısında kişisel değerlerini korumak için verdiği savaşımın sözcülüğünü üstlenen Çek romancı ve oyun yazarı Ivan Klima'

Alman dilinin, yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki en özgün yazarları arasında sayılan, Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi adlı romanında olduğu gibi uçlardaki ruh hallerinde dolaşan kişilerin başından geçen, nesnellik ötesi ve anlamsız olayları konu alan Avusturyalı yazar Peter Handke'

Romanları, öyküleri, oyunları ve senaryolarında, gençliğinde Auschwitz ve Buchenwald toplama kamplarında yaşadıklarından yola çıkarak Yahudi soykırımını işleyen, sosyalist Çekoslovakya'da ise hep muhalefette yer almayı seçen Arno't Lustig...

Bu yazarların hiçbiri, kuşkusuz, Kafka gibi yazmıyor. (Tıpkı bizde Sait Faik, Behçet Necatigil, Orhan Kemal ödüllerine değer görülen yazar ve şairlerin Sait Faik, Behçet Necatigil, Orhan Kemal biçeminde yazmadıkları gibi.) Ama hepsinin de tıpkı Kafka gibi yapıtlarında çağımız insanının yalnızlığını, yabancılaşmasını, derin ve yoğun kaygılarını yansıttığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Tümünün ortak bir özelliği de yaşadıkları ülke ve toplumun baskın kültürel, toplumsal, yönetsel, cinsel, vb. dayatmalarının farklı açılardan, değişik biçimlerde karşısına dikilmeleri, yazarlığın en önemli niteliklerinden biri olan 'muhalifliği' seçmeleri.



Bir siyasal eylemci

Bu yılın ödülünü alan Havel ise en başta aktardığım sözlerinden anlaşılacağı gibi kendini Kafka'ya en yakın hisseden yazarlardan biri. Aslında, içe kapanık bir yaşam sürmüş olan Kafka'nın tersine, 1960'lardan başlayarak siyasal muhalefet ve savaşımın ön saflarında yer almış bir yazar Havel. 'Prag Baharı' olarak bilinen 1968'deki liberal reformların uygulanmasına etkin bir biçimde katılmış. Aynı yıl Sovyet birliklerinin Çekoslovakya'yı işgal etmesinden sonra oyunları yasaklanmış, pasaportuna el konmuş. 1970'ler ve 1980'lerde birçok kez gözaltına alınmış, insan haklarını savunma yönündeki etkinliklerinden ötürü 1979-83 arasında hapis yatmış.

Serbest bırakıldıktan sonra ülkesinde kalan Havel, 1989 Kasımı'nda yönetim karşıtı kitle gösterileri başladığında, Yurttaşlar Forumu'nun önde gelen adları arasına girmiş. 'Kadife Devrim'in ardından 1990'da devlet başkanlığına seçilmiş. Çekoslovakya'nın iki bağımsız devlete ayrılmasından sonra, 1993 ve 1998'de iki kez Çek Cumhuriyeti'nin devlet başkanlığına getirilmiş. 2003'te görevinin sona ermesiyle birlikte yeniden ve tümden yazarlık uğraşına dönmüş.

Burada, asıl vurgulamak istediğim, Havel'in, 1960'lardan 2000'lere dek başarılı bir siyasal eylemci olarak yaşamış olmasına karşın, yazarlık uğraşında 'Kafkaesk duyarlığını' korumuş olması.

Görüşme-Kutlama-Çağrı, Bildirim, Buruk Ezgi, Ayrılış gibi oyunları Türkiye'de de sahnelenmiş olan Havel, kanımca, Orta Avrupa aydın geleneğinin en parlak temsilcilerinden. 'İnsan bilinci alanında küresel bir devrim olmadıkça, daha insani bir toplum ortaya çıkmayacaktır' diyebilmek, çağımızda her politikacının harcı olmasa gerek...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler