'İnsanlar sussa taşlar bağırır'

İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma Bölümü'nde sunulan film, William Saroyan'ın 1964'te memleketi Bitlis'e Fikret Otyam'la yaptığı yolculuğu yazarın metinleri ve 'gölgesiyle' anlatıyor.

'İnsanlar sussa taşlar bağırır'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.04.2013 - 10:38

Dünyaca ünlü Ermeni asıllı Amerikalı yazar William Saroyan’ın 1964’te memleketi Bitlis’e yaptığı yolculuğunu konu alan film, “Saroyan Ülkesi” İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma Bölümü’nde ilk gösterimini yaptı. Yönetmen Lusin Dink, Saroyan’ın gazeteci Fikret Otyam’la çıktığı yolculuğun hikâyesini, yazarın metinleri ve gölgesiyle anlatıyor.

- William Saroyan metinleriyle tanışmanız ne zaman oldu?

Ermeni okulunda okudum. Ermeni edebiyatı dersinde tabii ki Saroyan da işlendi. Fakat asıl soru şu: “Biz Saroyan’ı ne kadar biliyoruz?” Ben kendisiyle kendi adıma çok geç tanıştım. Derinlemesine okumalarla beraber daha da hayıflandım, daha erken okumadığıma. Net olarak bir tarih veremem ama sanırım 2000’lerin ortalarıydı. Burada Aras Yayınevi’nin katkısı azımsanamaz. Özellikle 2000’lerle beraber Saroyan’ın kitapları dahil olmak üzere Ermeni edebiyatı için çok önemli eserleri okuyucuyla buluşturuyorlar.

- Kurmaca ya da belgesel türünde bir Saroyan filmi çekmek yerine farklı bir tarza yönelmenizdeki motivasyon neydi?

Bir filmin her şeyden önce “duygu” olduğuna inanan birisiyim. Filmin içerik ve biçimi birbirini oluştururken en çok önemsediğim de bu oldu. Saroyan’ın bu yolculuğunun izleğinde filmi yapmaya karar verdiğimde bir oyuncu kullanmak istemedim. Son tahlilde kendi geçmişinin gerçekliği sürekli sorgulanan, varlığı-yokluğu bir olan Ermeni halkının ve diğer halkların Saroyan’ın gölgesi ile temsiliyeti filme farklı bir katman daha katmış oldu. Dolayısıyla bu katmanlar izleyiciye geçebildiği noktada beni memnun eder. Özellikle sinema başta olmak üzere sanatın her dalında türlerin, stillerin vb. bu kadar iç içe geçtiği yeni bir dönemde neden denemekten korkalım ki?

- Bu noktada hem Saroyan’ın ailesinin zorunlu göçü, metinleri, Otyam’ın anıları gibi gerçekler ile bazı kurmaca sahneler var filmde. Yönetmen olarak bu süreci nasıl dengelediniz?

Öncelikle bu bir yol ve yolculuk filmi olacaktı. Bunu biliyordum. Senaryoyu oluştururken öncelikle bu yolculuğun katmanlarına odaklanmaya çalıştım. Eve dönüş (hangi ev?), baba-oğul ilişkisi, yaratım sancıları, toplumsal ve kişisel bellek gibi temalar ana çerçevemi belirliyordu zaten. Tabii ki Saroyan’ın yazdıkları, Fikret Otyam’ın tanıklığı ve Dikran Kuyumcuyan gibi Saroyan üzerine uzmanlaşmış birinin görüşleri bütünü oluşturan parçalardı zaten.

- Filmde ses ve sanat yönetimi ayrı bir yer tutuyor gibi. Bunun için özel çalıştınız mı?

Ses çok önemliydi. Saroyan’ın kendi ses kayıtları vardı. Voiceover (anlatıcı) için kayıtları baz aldım. Teknik olarak referansım Saroyan’ın kendi sesiyken, sanatsal anlamda sesin kullanımı çok önemliydi. Yine burada Saroyan’ın öykü biçimleri üzerine düşündüm. Kuyumcuyan’ın da söylediği gibi öykülerini okurken sanki sizle konuşuyor gibidir. O yüzden sadece gölgesini takip ettiğimiz Saroyan’ın sesini izleyiciyle doğrudan konuşur gibi kullanmak istedim. Bir taraftan da yolculuk boyunca hepimizin yolculuklarında olduğu gibi kendi kendine konuştuğunu düşündüm.

Sanat yönetimi açısından hem Fikret Otyam gibi değerli bir fotoğrafçının fotoğrafları, hem farklı kaynaklardan ulaştığım dönem fotoğrafları, özellikle 1900’lerin başlarında Amerika’ya göç etmiş Ermeni ailelerin fotoğrafları sanat yönetiminde bizim için referanslardı.

- Ortak Ermeni kimliğiniz bir yana, Saroyan artık hayatta olmayan dünyaca ünlü bir yazar. Bu sizde bir sorumluluk duygusu oluşturdu mu? Ailesinden birilerine ulaşabildiniz mi?

Şunu baştan belirtmeliyim ki yaşamış bir insanla ölümünden sonra bağ kurmak biraz paranoyakça bir durum. Elbette sorumluluk hissettim. Fakat hep belirttiğim üzere Saroyan benim için bir tercüman oldu. Kendi duygularımla Saroyan’ınkileri buluşturmaya çalıştım. Her ne kadar bizler sanatçıları, yazarları, toplum önündeki insanları bir süre sonra içselleştirsek de, etik olarak Saroyan’ın ailesinin onayı benim için çok önemliydi. Dolayısıyla, ailesinden en yakını olarak oğluna ulaştım ve gerekli izinleri aldım.

- Saroyan, baba/ana memleketi Bitlis’e çıktığı yolculukta yurdunun, belki köklerinin peşine düşüyor. Ama Bitlis’e vardığında “Kalabalıklar arasında bir tek Ermeni yok” diyor. Bu söz belki de film boyunca en üzücü sözlerden biri. Sizin için ne ifade ediyor?

Bu cümle her şeyi söylüyor. Filmde de hissedileceği üzere 1915 öncesi Bitlis mimarisi ile sonraki mimari karşılaştırıldığında bile her şey açıkça görülüyor. Ama esas üzücü olan tek bir Ermeni’nin kalmayışına bugün “geçmişin meseleleri” olarak bakan zihniyet.

- Çekimler sırasında sizin de Saroyan gibi bir yolculuğa çıktığınız anlaşılıyor. Siz kişisel olarak neler yakaladınız bu yolculukta?

“İnsanlar sussa, taşlar bağıracaktır” cümlesinin karşılığını ben bu yolculukta yaşadım. Bugün hâlâ ne yazık ki çok büyük bir zenginlikten geriye kalan, hâlâ hayatta kalabilmek için din değiştirmek zorunda kalan, Ermeni olduğunu söyleyemeyen, ailesinin geçmişini konuşmaktan korkan insanlarla tanıştım.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler