İstanbul sonsuz ilham kaynağı

Ayşe ve Ece Ege kardeşler 18 yıldır Paris'te yaşıyor. 18 yılda bir dünya markası yarattılar. İstanbul onlar için hâlâ çok heyecan verici, sonsuz bir ilham kaynağı. Bunun yanında İstanbul'un yurtdışında da artık yükselen bir değer olduğunu, bunun için hem moda hem de tasarıma verilen desteğin sürmesi gerektiğini vurguluyorlar.

İstanbul sonsuz ilham kaynağı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.09.2010 - 17:46

İstanbul Modern, Hüseyin Çağlayan’dan sonra şimdi de Dice Kayek’in sergisine ev sahipliği yapıyor. Ayşe ve Ece Ege, İstanbul’dan, İstanbul’un zıtlıklarından ilham aldıkları “İstanbul Contrast” sergileri için buradaydı. Sergide İstanbul’da en çok beğendikleri yapıları tasarımlarla ifade etmişler. Sadece yapılar da değil, kendilerine İstanbul'u anımsatan her şeyi giysilere yansıtmışlar. Kumrular, lokumlar, Boğaz Köprüsü, Dolmabahçe Müzesi ve hatta Topkapı Sarayı... Ayşe ve Ece Ege’yle modayı, İstanbul’u ve de İstanbul Contrast sergisini konuştuk.

- Giysilerle İstanbul’u anlatma fikri nasıl oluştu? Yani bambaşka bir giysiyi tasarlarken aklınıza mı geldi yoksa özel olarak mı tasarladınız?

Ece Ege: İlk başta evet, İstanbul’un konu olduğu bir koleksiyon yapmak istedik. Aslında zaman 1940’ların İstanbulu’ydu. Tasarımlar gerçeğe dönüştükçe, teker teker giysilerin şehrin bir yerini ya da yaşam stilini yansıttığını algılamaya başladık. “Aa, bu elbise aynen Dolmabahçe’ye benziyor, bu etek İstanbul’un camilerini andırıyor” demeye başladık. Sonra kentin sembolik binalarını, tatlarını, modernliğini tasvir eden bir temaya geçtik ve koleksiyon İstanbul’un zıtlıklarının birbirleri içinde ahenkli şekilde süregelmesinin bir yorumu oldu.

- Serginin ismi neden İstanbul Contrast?

E. Ege: Çünkü İstanbul’un kendi içinde barındırdıkları birbirinden çok farklı. Siyah/beyaz kadar zıt zenginlikleri, ama o derece de ahenkli yaşamlarını kusursuz şekilde sürdürebilmeleri, İstanbul’u diğer metropollerden farklılaştırıp çekici kılan, başka eşi olmayan bir şehir yapıyor. Bu yüzden sergimize bu ismi verdik.

- Sergiyi çok farklı alanlardan insanlar gezmiş, en çok kimin gelmesinden etkilendiniz? Ve de kimin görmesini isterdiniz sergiyi?

E. Ege: Semahat Arsel’in gelmesi! Güzel anneciğimin görmesini isterdim.

- Sizin İstanbul’unuz bizimkine benziyor mu?

E. Ege: Galiba İstanbul, Fransa’da yaşayan bir İstanbullunun gözünden daha alışılmamış bir şehir. Bu şehre her döndüğümde gördüklerim tekrar tekrar beni hâlâ heyecanlandırıyor.

- O lokumlar, laleler bir İstanbul özlemini de ele veriyor zaten...

Ayşe Ege: Aa tabii ki. İstanbul her seferinde bizi heyecanlandırıyor. Başka bir enerji var burada. Paris de çok güzel bir şehir ama oranın enerjisi çok daha düşük.

- Tasarladığınız bir giysiyi bir sokakta görmek, bir defilede, bir de sergide görmek var. Hangisi sizi daha çok tatmin ediyor?

A. Ege: Hepsinin ayrı ayrı yeri var. Birinin üzerinde gördüğünüz zaman çok hoşunuza gidiyor, çünkü o beğenilmiş olmanın sokağa inmiş, vücuda gelmiş hali. Burada sergilemek ise çok başka. Bir kere bu daha sanata yakın. Üstelik geçen gün internette gördüm, MoMA’nın yeni sergiler bölümüne koymuşlar. Çok da hoşumuza gitti. Verdiği haz çok farklı hepsinin.

E. Ege: Her birinin verdiği heyecan ve tatmin birbirinden ayrı. Bütün bu dediklerinizin gerçekleşmesi bana mesleğimde var olmamı ve ilerlemek için gereken manevi enerjiyi sağlıyor.

- Sergi açmak bir çeşit elini eteğini çekme hali gibi geldi bana başta ama değil sanırım, sergiler artık modanın sanat olarak algılanmasını mı işaret ediyor?

E. Ege: Evet kesinlikle! Çoğunluk zaten yeni arayışlar ve işlerinin daha değişik, daha alışılagelmemiş şekilde sunulması trendine girmiş durumda. Moda da defileden başka şekilde izleyicisiyle buluşma yönüne girebilir. Özellikle salt satışa endeksli bir koleksiyon dışına çıkarsanız, bu tasarımların seyirciyle daha özel bir iletişim kurmasını, arkasındaki felsefenin daha doğru algılanmasını sağlayabilirsiniz sergileme konseptiyle.

A. Ege: Aslında başta öyle bakmadık ama oraya doğru gidiyor gibi geliyor. Giderek o yöne kayıyor. Ama koleksiyonları sergilemek çok eskiden beri var olan bir şey. Birçok tasarımcının koleksiyonları müzelerde olur. Bu Türkiye, İstanbul için yeni bir şey. Hem Paris, Londra, New York’ta her zaman olur.

- E ancak... Biz daha moda haftasını bile yeni gördük...

A. Ege: Bu sergi de, defileler de İstanbul için bir ilk. Ama bence renkli ve heyecanlı.

- Bu arada İstanbul Fashion Week’i görebildiniz mi?

A. Ege: Maalesef, ama yabancı gazetecilerle görüştük, onlar çok memnun kalmışlar. Bu bence büyük bir adımdı, iyi bir halkla ilişkiler çalışması yapıldı yurtdışında. İstanbul bir de artık moda şehir. Modada da, moda İstanbul. Herkes o kadar memnun kaldı ki. Ama tabii ki tüm bunlar bir bütün içinde. Sadece sergiler ya da defileler değil. Sanat olmalı, tasarım olmalı, endüstriyel tasarım olmalı bu yeni oluşumu sürdürmek ve beslemek için.

- Dice Kayek’in yeni bir koleksiyonunu burada bir moda haftasında görmemiz mümkün mü?

A. Ege: Bizim için çok zor. Biz kendimizi Paris Moda Haftası'na göre hazırladığımız için koleksiyonumuzun ağustosta bitmesi mümkün değil. Ayrıca bu sergiden daha çok memnunum ben.

 

Tasarımcılara destek verilmeli

- Moda artık kendi kontekstinden çıkarak bir mesaj verme biçimine dönüştü. Bireyselleşiyor giderek, sizin koleksiyonlarınızda bunun etkisi var mı?

E. Ege: Her zaman kişiye özel tasarımlar yapmak, işin en estetik ve zevkli kısmı olmuştur benim için. Ticari trendin de bu yöne biraz kaymış olması beni son derece sevindiriyor doğrusunu isterseniz.

A. Ege: Bir zamanların prototiplerinden kurtulmuş olmak sevindirici bence. Eskiden Çin’de de aynı, Paris’te de aynı giyiniyordu insanlar. Ama artık insanlar kendi tarzlarını belirliyorlar, bazı giysilerin sadece kendilerinde olmasını istiyorlar. Bireysel tasarımın değeri arttı. Bu da artık yeni bir trende gidiyor. İstanbul’un avantajı da burada yatıyor. Yeni modacıları var. Yerel değerleri var. Kimse İstinyepark'taki markaları görmek istemiyor. Onun için Türkiye'deki büyük tekstil firmaları kreasyona önem verecek, yeni tasarımcılara destek olacaklar. Olmak zorundalar. Böylelikle Türk modacılarının da önü açılacak.

- Kendinizi artık öncü olarak görüyor musunuz? 18 yılda bir dünya markası olarak konumlandırabileceğim bir marka yarattınız.

A. Ege: Ayıp mı evet desem? (Gülüyor) Ama evet. 18 sene önce insanlar bize deli gözüyle bakıyordu, şimdi ise genç öğrenciler bize mail’ler atıyor sizi örnek alıyoruz diye. O zamanlar Türkiye’de moda, tekstil çok başka bir yerdeydi. Çok büyük ilerlemeler kaydetti Türkiye. Eskiden bir malı alıp kopyasını yapıp satmak maharetti. Türkler stantlardan kovulurdu kopya çekmeye geldiniz diye. Ama, siz bugün Türk tekstilini, modacıyla, tasarımcılarınızla lokomotif etkisi yapmazsanız Türk tekstili ilerleyemez. Desteklediğiniz tasarımcılar sayesinde bir yere geleceksiniz. Bu sinerjidir. Dünyanın her yerinde büyük firmalar genç insanlara yardım eder. Bu iş çok ağır maddi yatırımlar gerektiriyor. İsterseniz dünyanın en iyi tasarımcısı olun; arkanızda sermaye birikimi yoksa yok olmaya mahkûmsunuz. Moda haftaları, tasarım haftaları, sergiler, çeşitli etkinlikler İstanbul’u yurtdışında da duyuruyor. Bunlara destek verilmeli, devam etmeli. Moda çok güçlü bir şey. Biz Ece’yle de konuşuyoruz, graffiti yapacağız “Fashion has the power” (Modanın gücü var) diye. Moda halkları ilgilendiriyor. Çok ekstantrik bir sergi çok entelektüel kalıyor ama moda her seviyeye iniyor.

 

Zamanın havasını koklamak çok önemli

- Paris’te bir koleksiyon hazırlarken İstanbul’u da düşünüyor musunuz? İlhamı nereden alıyorsunuz?

E. Ege: Koleksiyonları tasarlarken, devamlı İstanbul’u düşünüyor muyum bilinçli olarak bilmiyorum, ama bildiğim şey İstanbul benim için her zaman sonsuz bir ilham kaynağı olacaktır!

- Bana sanki artık Türkiye’ye geri dönmeyeceksiniz gibi geliyor.

A. Ege: Orada ölmek istemem, ama iki şehirde yaşamak hoşumuza gidiyor. Paris’te yaşamak, orayı koklamak çok güzel.

- Tabii 18 yıl önce ilk gittiğinizde çok zor olmuştur...

A. Ege: O 18 yılı anlatmaya kalksak ciltler tutar. Zaten kitap yazmayı düşünüyoruz. Yapacağız ve çok para kazanacağız diye umuyoruz, Hollywood’a satarız bu senaryoyu (Gülüyor). Bizim stajyerlerimiz, öğrencilerimiz var. Onlar bile yavaş yavaş öğreniyor bu işleri. Bizimki tam bir balıklama atlayıştı. Biz her şeyi işte öğrendik.

- Orada vaktiniz nasıl geçiyor?

A. Ege: Çalışarak geçiyor. Bu işin gereği çok çalışmak. Paris’te yeni koleksiyonu ve önümüzdeki sezonu da hazırlamamız lazım. Çok ağır, insanın buna adapte olması çok zor. Pek çok tasarımcı daha fazla hayatımdan fedakârlık edemeyeceğim diye bu işi bırakıyor.

- 18 yıldır birlikte yaşadığınıza göre çok zıt karakterler olmalısınız?

A. Ege: 18 yıldır hem birlikte çalışıyoruz, hem birlikte yaşıyoruz. Çok zıtız tabii ki! Ama çok zıt olduğumuz için birbirimizi tamamlıyoruz. Bir de kız kardeş olmanın çok büyük avantajı var. Kavga da etsen üç saat sonra yanaşıyorsun. Bu başka bir dayanışma çeşidi. O kadar zorluk çektik ki, o kadar mücadele ettik mi buraya gelmek için...

- Bu 18 yılda bir dönüm noktası var mı bakış açınızı, tasarımlarınızı dönüştüren?

E. Ege: Teknik bilgi ve tecrübe kazanmış olmak, kişilerin esas gereksinimlerini anlayabilmek ister istemez iş planında dönüm noktaları yaratıyor. Eminim ki hiçbirimiz onlarca yıl önceki dönemi halen bugün de yaşamıyoruz. Zamanın havasını koklamak çok çok önemli. Bunu koklayamıyorsan, maalesef gerilerde kalmaya mahkûm oluyorsun.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler