İstanbul'un "ATASI" mı bulundu?

İstanbul'un tarih öncesi "antik kenti" oluyor: Küçükçekmece Gölü'nün Avcılar ve Küçükçekmece kıyılarında İstanbul'un en eski ve en büyük antik limanlarından olabilecek liman ve kent kalıntıları ile fener yapısına rastlanıldı. Antik kaynaklarda İstanbul'un ilk kurulduğu kent olan Byzantion'un Küçükçekmece Gölü yakınlarında varlığından söz edilen ve yeri tespit edilememiş kayıp kent "bathonea" olabileceği sanılıyor. Küçükçekmece Gölü havzasında tarih öncesi dönemlere ait taş aletler ve seramik parçalarının da ele geçtiği arkeolojik araştırma, İstanbul tarihinde yeni bir sayfa açacak.

İstanbul'un
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.10.2008 - 09:10

2008 yılı yaz sezonunda 35 kişilik arkeolog- jeolog- jeofizik- sualtı araştırmacısı- mimar- şehir plancısı- etnolog- mimar gibi değişik disiplinlerden oluşan uluslararası bir bilim heyetince sürdürülen araştırmalarda, Küçükçekmece göl kıyısında çok düzgün kesimli blok taşlardan oluşan oldukça kalın duvar kalıntılarına rastlandı. Gölün içindeki “cami”nin de, aslında antik limanın feneri olduğu sanılıyor.

Kocaeli Üniversitesi’den Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında, İstanbul Üniversitesi’nden Emre Güldoğan, Bristol Üniversitesi’nden Prof. Volker Heyd ve KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden Hakan Öniz’in alan başkanlıklarını yürüttükleri uluslararası bir ekiple Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde yürütülen İstanbul’un tarih öncesi çağlarına ait arkeolojik yüzey araştırmaları sırasında, Küçükçekmece Gölü kıyılarında bir antik liman ve yerleşim alanları tespit edildi. Limanın İstanbul’un en eski antik limanlarından biri olabileceği sanılıyor.

Bölgede yapılan araştırmalarda göl içinde limana ait bir fener kalıntısıyla birlikte, tarih öncesi döneme ait izler de bulundu. İnsanların avcılık ve toplayıcılıkla yaşadığı taş devrinden Helenistik -Roma – Bizans ve Osmanlı’ya kadar uzanan dönemlerine ait kalıntılarla dolu olan havza, tam bir tarih hazinesi.

Tarih ve arkeoloji dünyasında heyecan uyandıran, gölün Avcılar sahili ile Küçükçekmece kıyıları boyunca Türkiye Atom Enerjisi Kurumu arazisinin kıyıları da dahil 10 bin metrekareden fazla bir alanı kaplayan yapı kalıntıları, İstanbul’un bilinen tarihinde yeni bir sayfa açacak nitelikte...

Araştırma başkanı Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün’e göre, MÖ 2 ile MS 2 . yüzyıla ait çeşitli kaynaklarda, Küçükçekmece Gölü çevresinde Byzantion’un (İstanbul’un ilk adı) 12 mil yakınlarında “BATHONEA” adlı bir yerleşmeden söz edilmektedir.

Prof. Dr. Semavi Eyice’nin Küçükçekmece ile ilgili yayınlarında da BATHONEA isminin Sazlıdere’nin antik çağdaki derin dere anlamına gelen “Bathynias”tan geliyor olduğu belirtilmekte.

Bugüne kadar yeri tespit edilememiş BATHONEA kentinin, bulduğumuz liman ve çevresindeki yapı kalıntılarına bakarak burası olması olası gibi görünmekte. Bu bilgilerimizi hocamız Semavi Bey ile de paylaştık ve o da sonuçlardan çok memnun olduğunu söyledi.

 

“Göl içindeki cami"

Avcılar ve Küçükçekmece belediyelerinin desteklediği İstanbul ilinin tarih öncesi çağlarına ait arkeolojik yüzey araştırmalarının Küçükçekmece Havzası ayağı, Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında 2007 yılında başladı.

2008 yılı yaz sezonunda 35 kişilik arkeolog- jeolog- jeofizik- sualtı araştırmacısı- mimar- şehir plancısı- etnolog-mimar gibi değişik disiplinlerden oluşan uluslararası bir bilim heyetince sürdürülen araştırmalarda, göl kıyısında çok düzgün kesimli blok taşlardan oluşan oldukça kalın duvar kalıntılarına rastlandı.

Duvar sırasının metrelerce uzadığının görülmesiyle detaylandırılan çalışmada, bu kalıntıların sıradan duvarlar olmadığı saptandı. Yapılan ölçümlerde duvarın 400 metresi netleşti ve tam olarak uzunluğu henüz saptanamadı.

Ancak göl içinde kalmış sıraların sonar ile izlenmesi ile, duvar sırasının 2 km’ye varacağı düşünülüyor; bu duvarın önemli bir ticaret ağına sahip limana ait kalıntılar olabileceği sanılıyor.

Kalıntıların bir ucu göl içinde mendirek şeklinde uzanıyor.

Araştırmanın sualtı ayağını KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden sualtı arkeologu Hakan Öniz başkanlığındaki bir ekip, side scan sonar çalışmalarıyla yürütüyor.

Gölün aşırı kirliliği nedeniyle zor koşullarda süren sualtı “sonar” araştırmalarında, halk arasında “Gölün içinde cami var” diye bilinen kalıntının, aslında antik limanın mermer feneri olduğu belirlendi.

Bölgede geçen yıl yapılan çalışmalarda Hellenistik Dönem amphora kırıkları, Geç Roma dönemi sütun ve sütun başlıkları ile Bizans döneminden kalma Hz. İsa kabartmalı taş eserler bulunmuştu.

5-6. yy’a ait olduğu sanılan damgalı pişmiş topraktan koku ya da gözyaşı şişesi, desenli kap parçaları, tarih öncesine ait çakmak taşı aletler, naviform çekirdekler ve henüz çarkın kullanılmadığı ilkel biçimli el yapımı çanak parçaları ele geçti.

Bu çanak parçaları Marmaray kazılarında Yenikapıda son dönemde ele geçen ve neolitik çanaklarla aynı biçimde üretilmiş. Bu yüzden sonuçlar çok önemli.

Göl üzerinde yapılan sonar taramalarında ise büyük boyutlu demir çapalar tespit edildi. Her buluntunun tek tek numaralanıp, envanterinin tutulduğu araştırmaya, Bristol, İstanbul, KKTC Doğu Akdeniz, Salzburg, Yıldız Teknik üniversitelerinden arkeologların yanı sıra, mimarlar, şehir plancıları, jeologlar, jeofizikçiler, zoologlar, botanikçiler gibi çeşitli bilim dallarından de otuz beş bilim insanı katılıyor.

Araştırmalar İstanbul’un kültürel tarihine eşsiz bir katkının sunulacağı yönünde.

 

Yüzbinlerce yıllık bir yaşam 

Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün’ün verdiği bilgilere göre, ülkemizin en eski yerleşim yeri olan Yarımburgaz Mağarası’nın da içinde bulunduğu Küçükçekmece Gölü havzasında yaşam izlerinin geçmişi yüz binlerce yıl öncesine gidiyor.

Küçükçekmece Gölü Çevresi tarih öncesinde adeta bir cennetti. Kuzeyden gelen Eskinoz ve Sazlıdere (Bathynias) gölü temiz sularla beslerken, gölün güney ucu Marmara deniziyle birleşmekteydi. Etraf çeşitli endemik türlerin barındığı yemyeşil bitki örtüsüne sahipti ve göl kenarındaki bataklık alanlar kurudukça verimli topraklar ortaya çıkmıştı.

Geçmişte bizon, geyik, karaca, leopar, ayı, benekli sırtlan gibi pek çok yaban hayvanı ve kuş cinsinin yaşadığı Küçükçekmece Gölü havzasında bol miktarda balık türleri de bulunmaktaydı. Bu nedenle tarih öncesinin avcı ve toplayıcı topluluklarının yaşamı için çok uygun olan bu coğrafya, taş çağı insan toplulukları için ideal bir yaşam alanı oluşturuyordu. Gölün hemen kuzeyinde yer alan Yarımburgaz Mağarası bu yaşamı destekleyen en önemli korunma ve barınma alanıydı.

Aydıngün’ün başlattığı yüzey araştırmaları sırasında daha önce Yarımburgaz Mağarası’nda yapılan kazılarda da rastlanan yüzbinlerce yıllık avlanma, ezme, parçalama, kesme ve bilemeye yarayan taş aletlerin benzerleri, Küçükçekmece havzasında bulundu. Bunların başında satırlar, ağırlıklar, biley taşları, kesici ve kazıyıcılar geliyor.

Alanda volkanik kökenli obsidyen ve çakmaktaşı taş hammaddeler de elde edildi. Çevrede volkanik bir alan olmadığı için bu taşların başka bölgelerden getirildiği düşünülüyor. Bu da binlerce yıllık tarih öncesi çağların ticaret rotalarını anlayabilmek için önemli bir ipucu...

Araştırmalarda, henüz çarkın bulunmadığı dönemlerden itibaren üretilmiş seramik örneklerinden, Bizans ve Osmanlı’nın son dönemine kadar üretilmiş seramik parçalar da bulundu. Karadaki bir Osmanlı sarnıcı da göl çevresinin yüz binlerce yıldan beri kesintisiz olarak günümüze kadar insanlığa hizmet verdiğini ortaya koyuyor.

 

Konstantin dönemi tuğlaları

İmparator Konstantin döneminden itibaren kullanılmış “Constan” yazılı damgalı yapı tuğlaların bulunması, Hellenistik çağa kadar indiği sanılan antik limanın, İstanbul’un yakın çevresindeki en eski antik limanlarından birisi olabileceği tezini destekliyor.

Antik kaynaklar, İmparator Konstantin zamanında başkent Kostantinopolis’in en dış sınırının Küçükçekmece olarak belirlendiğini yazıyor.

Bu kaynaklara göre İmparator Konstantin, Byzantion kentine MS 330 yılında kendi adını vererek Roma’nın başkenti ilan ettiğinde, “Konstantinopolis” çevresinde büyük bir imar faaliyetine kalkmış ve çevresiyle birlikte surlar, limanlar, hamamlar, caddeler, sokaklar ve resmi yapılarla donatmış ve mahalleler kurdurmuştu.

Küçükçekmece göl ve kıyısı boyunca uzanan sur, liman ve diğer yapı kalıntılarının bu dönemin yapıları olup olamayacağı üzerinde tartışılıyor.

Ya da İstanbul’un Byzantion olarak tanındığı Helenistik dönemdeki komşu kenti Bathonea’ya mı ait oldukları sorusu araştırılıyor.

Geç Roma döneminden sonra önemini kaybettiği sanılan limanın terk edilerek tarih sahnesinden kaybolmasının en önemli nedenlerinden birisinin ise, deprem gibi ani ve yıkıcı bir fenomenden kaynaklanmış olabileceği düşünülüyor.

Antik kaynaklarda 557-558 yıllarında yaşanan depremin Küçükçekmece bölgesinde çok şiddetli hissedildiği ve bölgedeki tüm yapı, kale, kiliselerin temellerine kadar yıkıldığından söz ediliyor. Bu nedenle böyle bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini ancak kazı ve jeolojik çalışmalarla anlaşılabilinecek.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler