İsyanın sesi statlarda yükseliyor

Bir zamanlar kitlelerin apolitikleşme alanı olan futbol statları artık siyasi farkındalığın en çok yaşandığı yerler haline geldi. Artık maçlarda insanlar kısılan televizyon seslerine kulak kabartıp hangi sloganın atıldığını duymaya çalışıyor. Ancak farklı siyasi, sosyal ve kültürel kökenlerden gelen kitlelerin buluşma noktası olan statlarda doğal olarak her kesim aynı görüşü paylaşmıyor.

İsyanın sesi statlarda yükseliyor
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.09.2013 - 07:33

Türkiye tarihinin en büyük sivil halk hareketi olan Gezi Parkı direnişinde odak noktasının taraftar grupları ve stadlar olması aslında oldukça ironik bir durumdu. Malum 20 Yüzyılın neredeyse yarısı boyunca solcu aydınlarımızın futbolu ve halka etkisini “afyon” çerçevesi içinde algılaması, 12 Eylül’den sonra ortaya çıkan pek çok yeni nesil aydının futbolu lümpenlik ve bayağılıkla özdeşleştirmesi futbolu siyasi çizginin oldukça dışına taşımıştı. Aradan belki 20 yıl geçti ve şimdi futbol stadları siyasetin tam göbeğinde bulunuyor. Aynı renklere gönül veren taraftarlar gezi çizgisinde kutuplaşıyor, yayıncı kurumlar siyasi sloganları ses kısarak önlüyor, hükümet taraftarları siyaseti stada sokmama konusunda tehdit ediyor. Peki futbol taraftarı nasıl bir evrim geçirdi de bu noktaya geldik?

31 Mayıs günü saat yedide Galatasaray Lisesi önünde toplanan kalabalık harekete geçmek için Galatasaray tirbünlerinin en büyük taraftar oluşumu Ultraslan’ın gelmesini bekliyordu. Kısa bir süre sonra harekete geçildiğindeyse yolun yarısında geri dönülüyordu. Grubun önündekiler, arkalarına takılan “marjinal grupların varlığından rahatsız olmuştu. Sonraki günlerde grup tarafından yapılan açıklamalarda çevre duyarlılığının başka yönlere çekilmesinden duyulan rahatsızlık dışa vuruluyordu. Bunun üzerinde Galatasaray Liseliler başta olmak üzere pekçok Galatasraaylı Ultraslan’a tepki gösterecekti. Bu Galatasray tribünlerindeki ilk kutuplaşma değildi. Türk Telekom Arena’nın açılışı sırasında Başbakan’ın protesto edilmesi sonrası Ultraslan grubu protestoyu yapan taraftarları eleştiren bir açıklama yapmış, ancak sonrasında gelen taraftar tepkisi nedeniyle bu açıklamayı tevil etmek zorunda kalmıştı. Grubun o zamanki sözcüsü Oğuz Altay, CHP’li bir aileden geldiğini, ancak kendisinin MHP sempatizanı olduğunu belirterek, grupla hükümet arasındaki bir ilişkiyi reddetmişti.

Gezi Parkı direnişi sırasında belki en çok tepkiyi Ultraslan almıştı ama benzer hatta daha kökleşmiş bir çekişme Fenerbahçe tribünlerinde yaşanıyordu. Fenerbahçe tribünlerinin lokomotif grubu Genç Fenerbahçeliler arasında yoğun olarak görülen AKP sempatizanlığı daha Gezi Parkı olayları patlak vermeden sorun yaşatmıştı. Tayyip Erdoğan’ın bir İstanbul mitingi sırasında açılan Genç Fenerbahçeliler’in Başbakan’ın yanında olduğuna yönelik pankart açması tepkilere yol açınca, grubun resmi sitesinden hiçbir isyasi görüşe yakın olmadıkları, tek amaçlarının Fenerbahçe’yi desteklemek olduğu yönünde bir açıklama yapılmasını zorunlu kılmıştı.. Ancak Fenerbahçe’nin şike davası Aziz Yıldırım ve hükümet arasında soğuk rüzgarlar estirince tribünler içinde yükselen farklı seslerin sorun yaratması kaçınılmazdı.

Bu yaz UEFA nezlinde Fenerbahçe’nin suçlu bulunması zaten araları yıllardır pek iyi olmayan Aziz Yıldırım’la Genç Fenerbahçeliler’in arasını iyice açmıştı. Yaklaşık 300 kişilik bir grubun başkanı istifaya davet etmesinin ardında elbetteki Fenerbahçe’nin ceza alması da vardı. Ancak öte yanda geçen sezon dan beri Aziz yıldırım’ın kendisini destekleye Kill For You ve -Genç Fenerbahçeliler’den ayrılan- Anadolu Yakası Genç Fenerbahçeliler gruplarına tanıdığı bir takım imtiyazlar da yatıyordu. Genç Fenerbahçeliler’in bulunduğu Okul açık Tribün’de yer alan diğer pekçok grupsa Gezi Parkı olaylarını destekliyordu. Bu sezonun başından beri Fenerbahçe’nin her iç saha maçında yaşanan slogan geriliminin altında yatan asıl sebep de buydu. Fenerbahçe tirbünlerinin Galatasaray’dan farkıysa -Tek Yumruk gibi küçük oluşumları saymazsak- Ultraslan’ın Arena’da söz sahibi olan yegane taraftar grubu olmasıydı.

Elbette taraftar gruplarının bu kadar işin içine çekilmeye veya dışında bırakılmaya çalışılmasının birkaç önemli sebei var. Öncelikle günümüz dünyasında kamusal alan ve farklı sosyal, kültürel insanların toplanma yerlerinin eskisine göre oldukça kısıtlı olması. Mısır’daki Arap Baharı sırasında taraftar gruplarının olaylardaki etkisi ve sonrasında olaylarda başı çeken Al Haly takımının taraftar grubu Ultras Ahlawy’nin 74 üyesinin Al Mısry deplasmanında öldürülmesiyle sonuçlanan facianın sonuçları da artık futbol-stad-taraftar üçgenine başka bir gözle bakıldığını gösteriyordu. Yıllardır stad çevrelerinde polisle çatışma konusunda gösterdikleri kabiliyetler, organize olma konusunda neredeyse bütün sivil toplum örgütlerinden daha başarılı olmaları ve slogan bulma konusundaki yaratıcılıkları taraftar gruplarının futbol dışındaki toplumsal olaylarda işlevselliğini de gerekli kılıyordu.

Gezi Parkı olayları sırasında öne çıkansa Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı’ydı. Olaylardaki etkinlikleri öyle bir boyuta ulaştı ki, futboldan bi haber pekçok insanın Beşiktaş taraftarı olmasını sağladılar. Üç büyükler içinde olaylara en düzenli katılım gösteren taraftar grubu olan Çarşı, özellikle sosyal medya üzerinde esprili yaklaşımlarını da kullanarak gündeme oturdu. Bu durumun Beşiktaş’ın yeni stad porjesi çerçevesinde devletle kurduğu ilişkilere zarar verip vermeyeceği ise büyük bir kuşku olarak camianın ileri gelenlerinin aklına düştü. İnşaat alanına bir Beşiktaş şöneticisi tarafından asılan Başbakan’a sevgi mesajı içeren pankart -belki birkaç saat orada durabildi- ama bu endişenin en somut örneklerinden biriydi.

Ancak Çarşı her ne kadar Gezi Parkı’na tam destek veriyor gibi görünse de tam içerisinden muhalif, -ya da hadi endişeli diyelim- sesler de yükseliyordu. 20 yılı aşkın süredir Beşiktaş tribünlerinin amigoluğunu yapan Alen Markaryan’ın sözleri şöyleydi, “benim bir felsefem var, ‘sporun içinde siyaset olmamalıdır’. Siyasetin sporun her kademesinin içine girdiği dönemde Beşiktaş da ayrıcalğını göstermeliydi. Gezi Parkı olaylarında sistem bir günah keçisi arıyordu, ‘TOMA’lar, vinçler çalındı’ denildi. Gezi’de devamlı propoganda yapılıyordu, Çarşı oralarda olmamalıydı. Ben devam ediyor olsaydım çıkan her haberde, ‘orada değildik buradaydık’ diye açıklama yapardım. Çarşı bugüne kadar hep sosyal mesajlar verdi, sol mesajlar değil. Kıyıda köşede kalan insanların sesi oldu. Çizginin dışına çıkarsanız, dışardakiiler de size cephe alır. Çarşı bu işlere hiç kalkışmamalıydı.”

Markaryan’ın açıklamalarının bir kısmı Bekiştaş tribünlerinde yer alan farklı görüşteki insanları gözetiyorsa, diğer bir yanı da tahmin edebileceğimiz gibi Gezi olaylarından çok önce uygulama konulan e-bilet yasaklarıyla gelen yetkilendirmeler yapılabilecek yaptırımların gruba ve Beşiktaş’a zarar verebilme olasılığı.

Gördüğünüz gibi tribünler, siyasi kutuplaşmanın doruk noktalarının yaşandığı 70’lerden bile çok daha fazla siyasetin içinde. Henüz stad protestoları -Adana Demirspor gibi nadide örnekleri saymazsak- İstanbul dışına taşmış değil, ya da hala Trabzon taraftarları Fenerbahçeliler’le aynı ortamda bulunmak istemedikleri için Gezi Parkı protestolarına destek vermeyebiliyor. Ancak stadlardaki gerginlik gözardı edilecek gibi değil. Belki herkesin derdi farklı ama kimin ne istediğine bakmaksızın Gezi Parkı özelinde başayan hareketliliğin yakın gelecekte stadları sosyal bir direniş noktasına çevrimesi kaçınılmaz görünüyor. Bu noktada kimin nerede duracağıysa belki Türkiye’nin isyasi geleceğini belirleyecek bir kilometre taşı olacak.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler