Kafalarının Arkasında Aynı Düşün mü Var?
Çağdaş özdekçiliğin ereği, toplumsalcılaşmış (sosyalleşmiş) insandır. Atatürk’ün kurduğu partinin tepe noktasında duran kimse, dinin, tarihin, felsefenin ve bütün öteki tüm kurumların ve kuramların derindeki gücünün, “eleştiri değil, devrim” olduğunu bilmelidir.
Recep Tayyip Erdoğan Erzurum’da. Söylev vereceği kürsünün önünde, altı yedi yaşlarında bir çocuk. Babası da Erdoğan’ın arkasında. Çocuk, kendinden geçmiş, Necip Fazıl’ın kendisine ezberletilmiş “Sakarya Türküsü” adlı şiirini okuyor. Masum çocuk, ne okuduğunu bilmiyor, ama kendinden geçmiş, eğilip bükülüyor, güleç bir yüzle, sesini yığınlara duyurmak için büyük çaba gösteriyor. Bu durumun, çocuk eğitimindeki yanlışlarını tartışmayacağım. Amacım, başbakanın kafasının ardındakini sergilemek. Recep Tayyip, Fazıl Hüsnü’yü bilmez ama Necip Fazıl’ı çok iyi bilir.
Sakarya Türküsü, 1949 yılında yazılmıştı. Gerici çevrelerde, “büyük şiir” diye ün buldu. Kaynağında, Necip Fazıl’ın kötü şiirlerinden biridir. Önemsenmesi, Sarıyer Barajı’nın yapıldığı günlerde, Sakarya imgelemiyle, Atatürk’e ve Cumhuriyete saldırmaktı. Necip Fazıl için, tam sırasıydı.
CHP’den atılmış, Demokrat Parti’de yer arıyordu. Ola ki, bir yerden milletvekilliğine aday gösterilirdi! Olmadı. Necip Fazıl, Atatürk öldükten sonra, Büyük Doğu Marşı’nı yazmış, XXI. yüzyılda bile uluslaşamamış Arap halklarını “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!” olarak nitelemişti. (Bkz. Necip Fazıl, Çile, s. 278, altıncı baskı, 1977 İstanbul) Uluslaşamamış Arap halkları, o yıllarda, İngiliz, Fransız ve İtalyan sömürgecilerinin sömürgeleriydi.
Bugün de sömürgecilerin askeri işgali altında birçoğu. Atatürk devrimi ile uluslaşma sürecine girmiş olan Türk halkı, Necip Fazıl’ın şiirinde tarihsel yanlışlığa kurban gitmiştir: “Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur / Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur. / Eyvah! Eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük? / Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..”
(Necip Fazıl, agy, s. 280). Mustafa Kemal’in başkomutan olarak kazandığı Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra, Necip Fazıl çok üzülmüş!
O zaman on altı yaşında da olsa, bu utkunun tadını çıkarıp övünememiş belli ki? “Vicdan azabına eş, kayna, kayna Sakarya / Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” (Necip Fazıl, agy, s. 280). Recep Tayyip Erdoğan, işte bu dizeleri hayranlıkla izledi, çocuğu coşkuyla kutladı. Mustafa Kemal’in eşsiz utkusu, kişisel olarak önemli sayılmayabilir, ama Sakarya Savaşları, ulusumuzun kurtuluşunda en önemli dönemeçtir.
Kuşkusuz, Erdoğan, bu tarihsel dönemecin ayırdında değil. Ayırdında olsa, o çocuğa o şiiri okutmaz, sonra da coşkuyla kutlamazdı. Belli ki, kafasının arkasında, Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyete karşı bir şeyler var: Nasıl olsa, devlet de kuracakmış!
Recep Tayyip Erdoğan, siyasa alanına çıktığı günden bu yana, Cumhuriyetle hesaplaşıyor. Çok da dirençli. Ya o Cumhuriyeti yiyecek ya Cumhuriyet onu! Bu savaş açık seçik yapılıyor. Ne ki, ikinci fotoğraf beni ürkütüyor. Bu fotoğraf, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı, çarşaflılara CHP’nin rozetini -küçük gül demektir ama- takarken gösteriyor. Bu fotoğraf, beni karadeliğe götürüyor.
Arkasında ne var? Doğrusu bilmiyorum. Çözümlemeye çalışıyorum bu fotoğrafı: Çarşaflı hanımın yakasına takılan altı ok rozeti, çarşafla birlikte, karanlık bir döşeğe mi gömülüyor? Deniz Baykal, üç oy için -o da belli değil ya- “çader-i şeb” (gece örtüsü) ile, Atatürk devrimini karanlığa mı gömmek istiyor?
Çarşaflıları, türbanlıları ve takkelilerle cüppelileri belediye başkanı ya da meclis üyesi yapmak istiyorsa, önce, kendi içindeki çelişkiyi çözmeli. Hem türbanla ilgili anayasa değişikliğini, laikliği yok etmek için, hukuku arkadan dolanmak olarak niteleyip Anayasa Mahkemesi’ne götüreceksin, hem kılık kıyafetle ilgili devrim yasasını hiçe sayıp çarşaflılarla türbanlılara “altıok”u takacaksın! Bu çelişkiyi çözmelidir kesinlikle. Bir şey daha, hiçbir tarikat ehli, aslı varken sahtesine oy vermez, ama sandık başına dek sizi kullanır. Bu yolla, devrimci yığınları, sizden uzaklaştırır. Sorun bu.
Deniz Baykal’a şunu açık seçik belirtmeyi gerekli görüyorum: Laikliği özümsemeyi bırak, kavramamışsın bile. Dinsel öz, “insan özü”ne indirgenemez. İnsan özü, toplumsal ilişkiler bütünüdür. Bu sözlerimi anlayabiliyorsa, bir daha düşünmelidir: “Tarihsel akıştan kopmak çok tehlikelidir.” Bundan yüz yıl önceki özdekçiliğin (materyalizm) temel amacı “sivil toplum”du, yani demokratik dayanışma örgütleri...
Çağdaş özdekçiliğin ereği, toplumsalcılaşmış (sosyalleşmiş) insandır. Atatürk’ün kurduğu partinin tepe noktasında duran kimse, dinin, tarihin, felsefenin ve bütün öteki tüm kurumların ve kuramların derindeki gücünün, “eleştiri değil, devrim” olduğunu bilmelidir. Kafasının arkasındaki ne? Bilmek isteriz.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza