Kamu Yaşamında Hukuk

Kamu Yaşamında Hukuk
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.07.2011 - 06:16

İdeal hukuk düzeni bireysel, toplumsal ve kamusal nitelikli ilişkileri insan hak ve özgürlükleri açısından değerlendirerek “hukukun üstünlüğünü” içeren nesnel ve özgün kurallar bütünüdür. Hukukun üstünlüğü, uluslararası düşünsel gelişmelerin kamu yararına koşut olan tartışmasız üst normlarından doğmuş üründür. Evrensel çerçevede genel kabul görerek, demokratik ilkelerle pekişmiş uluslararası uzlaşmaların sonucudur. Eğer ülkelerce çıkarılan yasalar, hukukun üstünlüğüne uyum sağlarlarsa, orada adil bir devlet vardır.

Ne yazıktır ki hukukun üstünlüğü, Türkiye gibi kimi ülkelerde uygulamalarda dışlanmakta ama içeriksiz bir kavram olarak da dillerden düşmemektedir. Çünkü kamu vicdanını sarsan, doyurmayan ve hukuk literatüründeki dürtü, tanık ve kanıtların eylemsellikle ilişkilerine tarafsız yaklaşmayan keyfi gidişatlar çoktur.

Sorumluluk

Devlet, halk organizasyonudur. “Kamu yararı” düşüncesiyle örgütlenerek yaşama geçirilmesi gereken, siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel uğraşlarla yükümlüdür. Ama kamu yararını, zarara çevirmeye çalışan devlet işleyişlerine de tarih, defalarca tanıklık etmiştir. Çünkü çeşitli yöntemlerle iktidar olmuş ve totaliter eylemselliğe bürünmüş siyasal iktidarların müdahalelerle, yurttaşlarını bunaltan adaletsizlikleri bilinir.

Hukuk devletini oluşturmak, siyasal iktidarların görev ve sorumluluğudur. Yoksa o ülkede baskı ve korkularla sindirilmiş bir toplum varsa, kamu düzeni, ideal hukuk ilkeleri yönünden bozulmuş demektir. Kuşkusuz devleti saygın bir kurum konumuna getiren özellik, yurttaşları için takındığı eşit, adil ve nesnel hukuksal kıstaslardır.Yoksa devlet “ceberut” bir aygıt olmaktan öteye geçemez. Kişi veya zümre otoritesi altında, mutsuz halk kitlelerinin uyruk olduğu yığınlara dönüşür.

Kamu yönetimi açısından; “polis”, “yasa” ve “hukuk” devlet biçimlerini özellikleriyle değerlendirmek ve ülkeleri buna göre sıralamak gerekmektedir. “Polis devleti” bir başına yönetimi elde tutan zihniyetin uygulamalarına aracılık eden ve genel kolluk gücüne dayalı buyurgan yapıdır. Hak ve özgürlüklerin daraltıldığı, bireysel ve toplumsal güvencelerin olmadığı biçimsellik, böylesine bünyede görülebilir. “Yasa” devleti de kamu yönetimi açısından “üst ölçüt” değildir. Çünkü en antidemokratik yasaları, çoğunluk sultasına dayalı kukla yasama organlarından geçirerek yürüten niceleri saptanmıştır. Öyleyse demokratik ülke yönetimleri için asıl amaç, “hukuk devleti” özgörevidir.

Kamuoyu huzurunu örseleyen “polis-yasa” devleti ikileminden yakınmalar Türkiye gibi çeşitli ülkelerde yıllarca gündemdedir. “Hukuk devleti” olgusunun, nesnel, dayanıklı ve inanılır ortamına özlem duymanın yurttaşları için bir istek olmaktan çıktığı gün, uluslar esenlik ve dirlik ortamına ulaşmış demektirler.

Ayrca, “ceza hukuku” uygulaması, kamusal yaşamda ayrık bir öğedir. Çünkü kişinin özgürlüğünü daraltan veya kaldıran fiziksel ve ruhsal cezalandırma işlemleri önemlidir. Ceza yargılaması sürecinde “hukuki sonuca bağlanmayan” yaklaşımların, iddianamelerde bulunması düşünülemez. Bu durum hukuk tekniği açısından anlaşılır gibi değildir. “Maddi yanılgılar” ve “sehven” yapılan yazılımlar da geleceği karartabilecek nitelikte olduklarından, düzeltmelere uğrasalar bile adli işleyişte yer almamalıdır. Türkiye bu yönlerden, “Silivri” örneğindeki gibi sınıfta kalmıştır. İddianamelerdeki soyut karmaşalar, yargılamaların uzaması ve tahliyedeki sorunlarıyla hukuk tarihinin iç karartıcı bir safhasına adaydır. Ayrıca, yargı kararıyla parlamenterliğin düşürülmesi de seçme ve seçilme hakkının ihlaliyle birlikte ulusal iradeyi temsil eden Meclis yetkisine el atmadır.

Sonuç

Hukukun üstünlüğü kavramının yer etmesindeki ivme ve işlev sorumluluğu, gerçek hukukçulara düşmektedir. Hukukçu olup da sadece siyasal iktidarlara yaranıcı olanlar, halka karşı düpedüz suçludurlar. Hukuk devletinin onurlu güvencesini yaşamak ve özellikle de adli uygulamalarda görmek, ideal toplumsal bilincin temelidir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon