Kazova şimdi kapitalizme direniyor
Kazova İşçileri, şimdi kendi mağazalarını açtılar. O yüzden de bizden daha çok destek bekliyorlar, çünkü şimdi sadece bir patronla değil, kapitalizmle savaşacaklar...
Patronları iflas ettiğini söylediğinde başta ne yapacaklarını bilemediler. Dile kolay 26 yılını Kazova'ya vermişti Muzaffer Yiğit. Bülent Kaplan, 18'inde geldiği fabrikadan 36 yaşında kovuluyordu. Aynur Aydemir, Yaşar Gülay, Serkan Gönüş ve onlarca işçi daha tazminatları bile ödenmeden atıldı. İşte bu yüzden eylemlere başladı Kazova işçileri; ama o gün bir fabrika sahibi olacaklarını, kendi mağazalarında ördükleri kazakları satacaklarını bilmiyorlardı. Ama mücadele bitmedi, hatta şimdi işleri daha da zor, sadece bir patrona değil, kapitalizme karşı da savaşıyorlar artık. Onları yalnız bırakmayalım...
Heyecanlılar. Oradan oraya koşturuyorlar. Mağaza açılışı için girdikleri bir telaşın içinde yakalıyorum onları. Ara sıra bir araya gelip kararları son kez gözden geçirirken, mücadelelerinin belgelemek için kameralarıyla dükkanda çekim yapan belgeselcilere “ev sahipliği” yapmayı da ihmal etmiyorlar. “Patronsuz” fabrikalarında, emek emek, ilmek ilmek dokudukları ürünleri mağazanın alt katına yığmışlar. Yalnız değiller, bir gün önce Metin Yeğin, alt kattaki bahçenin duvarlarını horasan sıvasıyla kaplayıp çiçekler yerleştirmiş. Şu anda da kendileriyle dayanışmaya gelen Karşı Sanat’tan Feyyaz Yaman duvarları boyuyor. Gezi Direnişi’nde ölen yedi gencin fotoğraflarının yanında, Rus sanatçı Rodchenko’nun bağıran kadınına Gezi sloganları attırdığı bir duvar resmi yapacağını bilmiyorum, henüz o gün. O gün sadece birkaç dolap ve bolca boya var mağazada. Bir de heyecanları yüzlerinden okunan işçiler. İki gün sonra, Cumartesi günkü açılışla, bu heyecana, mutluluk ve gurur da eklenecek. Onlarca insan davetlerine iştirak edecek o gün. Sanatçı Halil Altındere’nin onlar için hazırladığı “2014 Direniş Koleksiyonu”ndaki kazakları giyen Tuba Ünsal, Metin Üstündağ, Ece Temelkuran ve daha nice insan mağaza önünde oluşturulan podyumdan geçerken alkışlar kopacak. Ve o alkışların en büyüğü tasarım ya da mankenlere değil, herkesin hayalini kurduğu “patronsuz” çalışmayı hayata geçiren Kazova işçilerine gidecek. Ancak bundan sonra her zamankinden daha çok dayanışmaya ihitiyaçları var Kazova işçilerinin, çünkü “artık sadece bir patronla değil, koca bir sistemle, kapitalizmle mücadele etmeleri gerekiyor”. Uzun lafın kısası, yolunuzu mutlaka “Şişli, Hanımefendi Sokak, No:4/A” adresindeki “Diren! Kazova-DİH Kazak ve Kültür Merkezi”ne düşürün; onlar için değil, inandığımız “başka dünya”yı birlikte kurabilmek için. Mağazaya girdikten sonra zaten o renkli ve kaliteli kazaklardan birini almayı isteyeceksiniz...
31 Ocak'ta işten çıkarılıp, 22 Şubat’ta eyleme başladıklarında bir fabrika sahibi olacaklarını bilmiyordu Kazova işçileri. Hatta o günü hatırladığında kurduğu cümle bundan çok uzak, sekiz yıllık Kazova işçisi Aynur Aydemir’in:
“31 Ocak 2013’te patronlarımız bizi kapının önüne koyduğunda kendimizi çaresiz hissetmiştik”.
Kazova'da 26 yıldır çalışan Muzaffer Yiğit, 18 yıllık Kazova işçisi Bülent Kaplan, Yaşar Gülay, Serkan Gönüş'ün de akıllarında sadece tazminatları vardı o zaman. “Çadır kurduğumuzda amacımız paramızı alıp gitmekti. Ama direniş öğretiyor. Halen öğreneceğimiz çok şey var. Şimdi de kapitalist düzene ayak diremeyi öğreneceğiz. İşimiz daha da zor. Çünkü zenginler biliyorsunuz, paylarından gitmeye başladığında daha saldırganlaşırlar. Halkımıza diyoruz ki, bu kooperatifi 11 kişi kuruyoruz, ama o hepimizin” demeleri bundan... Bir yıllık süreci anlatırken sesi en çok “En korkunç olanı da, patronumuz Umut Somuncu Ramazan'da bizi aradı, zengin bir teyzesi varmış, o sadaka olarak bizim ücretlerimizi ödeyecekmiş” diye anlatırken düşüyor Aydemir’in. Bir insanın emeği nasıl bu kadar küçümseyebildiğini onun aklı almıyor…
“Patronların fabrikanın içini boşalttığı, 20 milyara yakın mal kaçırdığı haberleri geliyordu” diyor Aydemir, “Para eden dokuma makinelerini binada bir duvar örüp o tarafa taşıdılar. Sonra da Nes triko diye bir firma kurup üzerine geçirdiler. Oradan tekrar Kazova'ya satılmış. Şimdi Midyatlı trikoda. Hukuksuz, hileli bir satış var, ama devlet hiçbir şey yapmıyor”.
Onları fabrika önünde çadır kurmaya götüren de bu. O günlerde üç kere fabrikayı işgal etme kararı veriyorlar. Ancak cesaretlerini toplamaları zaman alıyor. Sonunda, 30 Haziran’da sekiz arkadaşları içeri giriyor. Kalanlar bahçede destekte. Bir günlük gergin bekleyişin ardından, makineleri çıkarıp satmaya karar veriyorlar. Sonra mı? Bırakalım Aydemir anlatsın:
“Yaklaşık 8-9 karakoldan polis, çevik kuvvet, hepsi geldi. Makineleri alamayacağımızı, hırsızlık yaptığımızı söylediler. Makineleri grei yerleştirdik. Baktık polis bizi binadan çıkaracak, kendimizi kitledik. Başka çaremiz yoktu. O gün binadan çıksaydık her şey bitecekti. Binanın yeni sahibi, işçiler benim misafirimdir, dedi. Kara kaşımız, gözümüz için değil tabi, daha önce görüştüğümüzde, bu haksızlığa ortak olursa onunla da ilgili eylemler yapacağımızı söylemiştik de, ondan. Polisler gitti. Binayı gezerken gördük ki, bir oda büyüklüğünde jeneratör bile duvarlar kırılarak kaçırılmış! Neyse; çatı katında bir miktar bitmemiş kazak bulduk, çalışalım, en azından çadırların ihtiyaçlarını karşılarız, dedik. Ancak makinelerin düğmelerine basınca motorlarının olmadığını, parçalarının söküldüğünü, demirlerinin kesildiğini gördük”.
Hurdaya çıkmış üç makineyi dayanışma sayesinde tamir ettiriyorlar. Ama öyle bir çalıştırma ki bu, normalde günde bin üretim yapan makineler, ancak 20 mal üretebiliyor. Biri dokurken diğeri makineye kaynak yapıyor. Üstüne bir de gece yarısı Somuncu’nun borçları yüzünden yapılan elektrik kesintisiyle, daha adliye işbaşı yapmadan, çevik kuvvet eşliğinde gelen hacizcizlerle uğraşıyorlar. Sonunda haciz yoluyla makineleri alıyor işçiler. “11 işçi arkadaşın yaklaşık bir trilyona yakın tazminatı var” diyor Aydemir, “Diğer 94 işçiyle birlikte dört buçuk trilyon gibi bir para ödemesi gerekiyordu. Ancak bazı arkadaşlar emniyetten, patronun tehditlerinden korktu. Üretime başlamak hepimize farklı heyecanlar yaşattı. Türkiye'de bir ilkti bu. Ne olacağını bilmiyorduk. Bu arada arkadaşımız Metin Yeğin'e ulaştı. Onun Latin Amerika'daki filmlerini izledik, deneyimleri anlamak için. Ancak Latin Amerika'da şöyle bir hak varmış, patron paranızı ödemezse işgal edip üretime geçebiliyormuşsunuz. Türkiye'de böyle bir hak yok. Çok kötü yasalara rağmen biz bunu yapabildik”.
“Bunu sadece kendimiz için yapmadık” diyerek sözü Bülent Kaplan devralıyor, “Ben istesem başka fabrikaya gider usta olarak çalışırdım. Ancak emeklerimizi orada bırakmamak, bütün işçilere patronunuz size bir gün battım, derse inanmayın, kapıları kitleyin ve geleceğinize sahip çıkın demek istedik”.
Kendilerine büyük destek veren Devrimci İşçi Hareketi'nin önerisiyle bir kooperatif kurmaya karar veriyorlar. Aydemir kararlı; “17 yıllık çalışma hayatım boyunca patronsuz bir hayatın olabileceğini hiç düşünmemiştim. Söyleseler gülerdim, kim yapacak diye ama kooperatifimizi her ne olursa olsun kuracağız” diyor, “Makinelerimizi tamir ettireceğiz. O makinelerin bizim için manevi değeri çok yüksek. Biz onun için sokakta yattık, biz onun için polisle çatıştık, biz onun için hakaret yedik. O kadar çok şey yaşadık ki... Ailemizi, çocuklarımızı görmedik. Altı ay çocuğuma annem baktı, memlekete yolladık. Bir arkadaşımız, işsiz kaldığı süreçte iki aylık bebeğini devlete vermek zorunda kaldı. Eşinden boşanma durumuna gelenler oldu. Bu bir onur meselesi.”
Bu süreçte dünyadaki farklı örnekleri incelediklerini anlatıyor Davut Çelik, “İspanya'da BASK bölgesinin kalkınması için insanların bir araya gelip kurduğu, Mondragon kooperatifi var mesela. Bugün 83 bin üyesi, 17 bin işçisi, iki bankası, üç sigorta şirketi var. Türkiye Gebze'de bile şubesi var. Biz ülkemizde emeği onurluca değerlendirecek, insanca yaşayabileceğimiz bir üretim neden yapmayalım? Başka işçi direnişlerine de ziyarete gittiğimizde kooperatif önerdik, Kazova işçilerini göstererek. İşçilerde artık başka bir fikir oluşmaya başladı”.
Kooperatifin işleyişi basit; haftada bir toplantı yapıp, bir arkadaşlarının attığı fikiri tartışıyor ve sonra da oylamaya sunuyorlar. Toplantı masasında ne karar alınırsa, çoğunluk ne derse o oluyor. Diğer zamanlar da konuşulmuyor bu konular, ki gruplaşmalar olmasın. Şimdi makineleri bozuk olduğu için ellerindeki kazakları bitirip yeni makineler almak istiyorlar. İşleri zor, ama inançları tam. Limiti doldurmuş kredi kartlarıyla hayatta kalmaya, hacizlerle uğraşmaya çalıştıkları halde. Aydemir'in “Türkiye şartlarında yaşanabilir bir maaşla çalışmamız zaman alacaktır. Şu anda en büyük derdimiz, kiramızı ve giderlerimizi karşılayabilmek. Burayı kendimiz için değil, herkes için ayakta tutmalıyız” demesi bundan. “Burada çalışanlar üretim sistemini kökten değiştirmeyi hedeflediği için de kar maksadı yok. İnsanca yaşabilip, insanlar arasında bunu dönüştürerekten çoğalabilmek amacımız” diyor Çelik, “Bunu da dayanışmayla yapacağız. Mesela Yunanistan'da bir fabrika işgal edip temizlik malzemesi üretmeye başlamışlar. Bize haber gönderdiler; “Siz bize kazak gönderin, biz size deterjan gönderelim”. Üretime başladığımız anda bu dayanışmaya girişeceğiz. Latin Amerika ülkeleriyle de paylaşımda bulunacağız. Türkiye'den de destek bekliyoruz”.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama