KKTC Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, çözümün anahtarını Cumhuriyet'e anlattı... 'Paylaşma yerine işbirliği modeli'
Yarım asırlık “çözümsüzlüğün” adresi haline gelen Kıbrıs’ta sular son dönemde Doğu Akdeniz enerji havzasına yönelik mücadeleyle daha da ısınmış durumda.
24 Nisan 2004’te büyük umutlarla adanın her iki tarafında sandığa sunulan iki toplumlu, bölgeli federatif yapı hedefli dönemin BM Genel Sekreteri’nin isminden alan Annan Planı’nın Rum Kesimi’nde reddedilmesinin ardından uzlaşı çabaları sürse de sonuçsuzluğun yarattığı “bıkkınlık” şimdilerde yeni stratejilere yönelik tartışmaları da alevlendirdi. KKTC, Ankara’dan kimi cephede “AB’yi arkasına alan Rum Kesimi’ne karşı farklı pozisyonlar alınmalı” söylemlerinden “adada iki ayrı devlet, konfederasyon oluşturulmalı”ya uzanan görüşler dikkat çekiyor.
Geçen günlerde KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi lideri Anastasiadis’in aylar sonra ilk kez bir araya gelmesi, ardından ise Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun KKTC’ye giderek Akıncı ve diğer siyasilerle buluşması yeni müzakere maratonu mu sorularını doğurdu. Yaz döneminin arifesinde mekik diplomasisinin haraketlendiği bir dönemde, tam da Annan Planı’nın Rumlarca sandıkta gömülmesinin 14. yılında Lefkoşa’da KKTC Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay ile bir araya gelerek Kıbrıs’ta çözümün anahtarı nedir sorunusuna yanıt aradık.
- Kıbrıs’ta taraflar arasında günümüz şartlarında çözüme yönelik müzakere süreci havası var mı sizce...
ÖZERSAY- Ortada bir müzakere süreci olduğunu düşünmüyorum, yok zaten... Geçen yılki Crans-Montana’da müzakerelerde gelinen nokta BM Genel Sekreteri tarafından ilan edildiği şekilde bir çöküş noktasıdır. Bunu tabii üzülerek söylüyorum, olumlu bir sonuç ortaya çıksın isterim ama ne yazık ki realite budur. Kıbrıs Rum tarafı mevcuf durumun, statükonun devamından memnun olduğu için müzakereler kaldığı yerden aynen devam etsin şeklinde bir yaklaşım içindedir. Kıbrıs Türk tarafının yaklaşımı ise kesinlikle bu değildir. Çünkü müzakerelerin kaldığı yer, müzakerelerin çöktüğü yerdir.
Görüşmelerin başarısızlıga uğratılmış olduğu BM Genel Sekreteri’nce de tespit edilmiştir. Sizin de değindiğiniz gibi Annan planı referundumu olan 24 Nisan 2004 üzerinden 14 yıl geçti. Bu süre zarfında ve referandumda, bu “hayır” oyu çıktıktan sonra BM Genel Sekreteri bir rapor yayımladı, neden Rum tarafında hayır yanıtı verildiğine ilişkin şu analizi yaptı:. “Kıbrıs Rum toplumu, Kıbrıs Türk toplumu tarafıyla yönetimi ve zenginliği paylaşmaya henüz hazır değildir.” Bu referandumdaki başarısızlık ertesinde defalarca başka denemeler yapıldı. Ben de 12 yıl boyunca müzakerelerin bir parçası oldum. İki BM Genel Sekreteri, iki KKTC, dört Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı ile aynı müzakere masasına oturdum. Tüm bu uğraşlara rağmen aradan geçen zamana karşın Kıbrıs Rum toplumunun yönetimi ve zenginliği paylaşmaya daha bir yakınlaştığını değil, uzaklaştığını gördük.
- Uluslararası toplumun buradaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle Güney Kıbrıs’ın üyesi olduğu AB nezdinde... Akdeniz’deki enerji yataklarına yönelik Rumların tartışmalı faaliyetlerinde arkalarına AB rüzgârı aldığı görülüyor...
Bir kere 2004’te Kıbrıs Rum tarafına bir nevi altın tepside AB üyeliği sunuldu. Üye olmak istiyorsanız önce Kıbrıs meselesini çözün ya da olumlu tutum takının denilmedi kendilerine. Bugün Türkiye’nin üyeliği dahil pek çok aday ülkeye yapılan, “bu koşulları yerine getirirsen bu ileri gider, sonuçlanır” yaklaşımı Kıbrıs Rumlarına uygulanmadı. Bunun için de Kıbrıslı Rumlar biz çözüme hayır da desek zaten AB’ye gireceğiz, garantilenmiş bir üyelik diyerek zaten pek de hazır olmadıkları yönetim ve zenginliği paylaşmaya iyice uzak durdular. Şimdi de doğalgaz konusunda bunun çok benzerini yaşıyoruz. Kıbrıslı Rumlara şunu söylemek lazım, uluslararası toplumun, siz bu doğalgazdan yararlanmak istiyorsanız ya Kıbrıs sorununu çözeceksiniz, olumlu davranacaksınız ya da çözemiyorsanız, anlarım 50 yıllık sorundur bu, ama o zaman da Kıbrıslı Türklerle uzlaşmaya varacaksınız, en azından sınırlı bir konuda, enerji konusunda. Nasıl çözülebileceği, çıkarılacağı, hangi şirketlerle hangi yüzdelerle dünya piyasasına nasıl çıkarılacağı gibi konularda... En azından bu şekilde Kıbrıslı Türklerle bir uzlaşmaya varılır denilirse Kıbrıslı Rumlar o takdirde daha farklı, makul bir tutuma gelecektir.
- Son AB liderler zirvesinde de “Avrupa Konseyi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Ege Denizi'nde devam eden yasadışı faaliyetlerini güçlü şekilde kınar ve Kıbrıs ile Yunanistan'la olan tam dayanışmasının altını çizer" denildi.Sizce Kıbrıs sorunu Batı tarafından Ankara’ya karşı bir kart haline mi getirildi...
AB, bence üyeler arası dayanışma prensibi çerçevesinde hakkaniyet ve rasyonalitenin dışında politikalar üretiyor. Mesela doğalgaz konusunda. Bu konuda biliyoruz ki Malta, Tunus, Libya ve benzeri ülkelerin deniz yetki alanları sorunları söz konusu olduğunda Uluslararası Adalet Divanı bile yıllarca bu konuları ele alıp, ancak öyle bir sonuca varıyor. Diyor ki sen haklısın, sen haksızsın.. Yetki, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölgeler, doğalgaz, petrol konusunda uzun süren araştırmaları, argümanları dinleyerek yıllar sonra bir karar alabilirken Avrupa Konseyi otururuyor, iki günde “benim üyelerimle dayanışma prensibim var” diyor. Dolayısıyla gözü kapalı bir biçimde, sen haklı sen haksızsın diyerek kendi üyesini koruyor. Bu ne adil, ne de rasyonel. Yani AB’nin şu anki yaklaşımı Kıbrıs’taki sorunun çözümüne yardımcı olmadığı gibi, Kıbrıs’taki uyuşmazlığın tarafları arasındaki ilişkiyi de bir anlamda zehirliyor.
- AB’nin bu yönde tek taraflı bir politikayla hedefi ne olabilir...
Belki Türkiye’nin üyelik süreci ileriye gitmesin diye AB içindeki üye devletler Kıbrıs meselesini çok iyi bir bahane, ya da kullanılabilecek bir enstürman olarak görüyor, böyle de bakılabilir. Genel anlamda Türkiye’nin AB üyelik perspektiflerine bakışlarıyla alakalı olabilir bu durum... Kıbrıs Rum tarafının bir ortaklık için teşvik edilmesi şarttır. Ancak şu an için böyle bir durum yok.
- Çözümün anahtarı ortak çıkarlar temelinde enerjide ittifaklıktan çıkar mı sizce...
Doğalgaz aslında bir fırsat sağlıyor, tabii eğer kullanmak istiyorlarsa. Nedir o fırsat, uluslararası piyasalara bu zenginliği çıkarmak bir önşarta bağlıdır. Ya Kıbrıs meselesi çözülür ya da Kıbrıslı Türklerin rızasını alırsınız, birlikte yürütürsünüz. Bu ikincisi de mümkündür. Bunu söyledikleri anda Kıbrıs meselesinde işler yoluna girer, paradigma değişir, birşeyler yerine oturur. Bunu söylemezlerse yakın bir gelecekte bir çözüm olacağı yönünde benim bir umudum yok. Yönetimi ve zenginliği paylaşma bağlamında Kıbrıs Rum liderliğinin ve toplumunun istekliliğinde ciddi bir sorun var. İşte burada aslında test ettiğimiz şey uluslararası toplumun niyetidir, samimiyetidir. Uluslararası toplum ve aktörler eğer Kıbrıs’ta mevcuk statükodan rahatsızsalar, bunun değişmesini istiyorlarsa az önce söylediğim şeyler konusunda harekete geçmelidir. Yok eğer birşey yapmıyorlarsa, o zaman biz Kıbrıs’ta çözüm istiyoruz diyenlerin samimiyetlerini sorgularız. Geldiğimiz nokta olarak bizim açımızdan ortada bir müzakere yoktur, Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı bir müzakereci tayin etmedi, demek ki bir müzakere yok ortada, iki Cumhurbaşkanı net biçimde Rum toplumunda bir zihniyet değişimine ihtiyaç olduğunu söylüyor. Ben de şahsen, bu değişikliğin bir günde, bir ayda olamayacağı düşüncesindeyim.
- Sizce taraflar arasında kronik hale gelen çözümsüzlük kıskacı nasıl aşılır?
Bu dönem sadece Annan planının referanduma sunuluşunun 14 yıldönümü değil, aynı zamanda 1968’de başlayan Kıbrıs müzakerelerinin de 50. yıldönümü. Yani yarım asır geçti aradan ve denenmeyen pek birşey kalmadı. Bir gerçek var, iki taraf aynı cümleyi söylemesine karşın bu cümleden farklı şeyler murat ediyor. İki toplumlu, iki bölgeli federal çözüm derken aynı şeyi istemiyor. Benim ve partim Halkın Partisi’nin düşüncesi, Kıbrıs’ta ihtiyaç iki tarafın bir an önce işbirliğine başlamasıdır. Madem ki yönetimi ve zenginliği paylaşma konusunda bir sıkıntı var, o zaman paylaşmaya dayalı modellerden işbirliğine dayalı modellere yürümemiz gerek. Bundan kastım, yukardan aşağıya bir modeli empoze etmeye çalışmaktansa, aşağıdan yukarıya bir modelde, sınırlı sayıda üç beş konu belirlenir, iki taraf birbirinin hukuki statüsüne helal gelmeksizin, sen beni tanımıştın tanımamıştın tartışmasına girmeksizin işbirliğine başlanır. Mesala kültürel miras konusu, sağlık, doğalgaz, sivil havacılık gibi somut konularda.
Ya da suç ve suça ilişkin konularda... Bir tarafta suç işleyip diğer tarafa kaçanlara ilişkin mesala- ki bu konuda bir komite kurduk. Madem ki taraflar arasında bir güven problemi var, madem ki Kıbrıs Rum toplumu bizimle yönetim ve zenginliği paylaşmaya hazır değil, o halde paylaşma meselesini bir kenara koyup işbirliğine başlamamız lazım ki güven gelişsin. Böylelikle iki taraf birlikte birşey yaptığında, işbirliğinde her iki tarafın da kazandığını fiilen görsün. Bir örnek, 2011’de Güney Kıbrıs’ta bir elektrik tesisinde patlama oldu, bunun ertesinde Rum tarafında donmuş gıda da olmak üzere ciddi etki ortaya çıktı, acilen elektriğe ihtiyaçları vardı. Biz olumlu yaklaşık elektrik satma konusunda. Önce istemediler, çünkü elekrik otoritesi kamu otoritesi, o zaman tanımıdığı bir yönetim vs diye kaygıya kapıldılar. Biz de niyetimiz, bunun üzerinden bizi tanımanız değildir, niyetimiz bir ihtiyaç var ortada, bunu gidermek ve işbirliği yapmaktır diyerek elektriği Güney’e sattık. Onlar da bunu kabul ettiler. Bu neyi gösteriyor, tarafların birbirini tanımaksızın belirli konularda, sınırlı sayıda konuda işbirliği yapabileceğini, bunun da bu adada güven ortamı oluşturabileceğini.
Burada eksik olan nedir, 2011’de var olan neydi, ihtiyaç.. Elektriğe ihtiyaçları vardır, şimdi doğalgazda da söylediğim odur. Şimdi Rum tarafı Kıbrıs sorunu çözülmeden de tek başına hükümet olabiliyorsa, AB üyesi olabiliyorsa, doğalgazı çıkarıp satabiliyorsa Kıbrıs sorununun “çözümüne ihtiyacı yoktur”. Çözüme ya da sorunun Kıbrıs Türk toplumunun da rızasınıda alabileceği bir sonuca ihtiyaca gerek var. Bunu da yaratacak olan bizati uluslararası toplumun kendisindir..
- Güney Kıbrıs, Yunanistan’a, enerji hamlelerinde uluslararası çapta gerek yönetim gerekse dev şirketlar açısından destek ortada. Peki Sizce Türkiye ve KKTC cephesinden bakarsak uluslararası anlaşmalara varmak konusunda atılacak adımlara geç mi kalındı.. Doğu Akdeniz havzasına ilişkin gelişmeler öncesinde yeterli okunamadı mı...
Aslında yaptık, mesela 2002-2003’ten itibaren BM Genel Sekreterliği’ne, AB’ye notalar verildi bu konularda, sadece Ankara değil, Kuzey Kıbrıs Türk liderleri de verdi. Denktaş, Talat döneminde de verildi. Biz yakın zamana kadar bunu protesto ederek resmi pozisyonumuzu kayda geçirerek yürüdük ama fiilen birşey yapmadık.
Mesela onlar anlaşma yapıyor, biz yapmadık. Biz bunun doğru olmadığını, Kıbrıs sorununun çözümünü beklemeleri gerektiğini söyledik. Ama günün sonunda öyle bir noktaya gelindi ki, inisiyatif almak gerekiyordu, 2011’de paradigmayı değiştirdik, Türkiye ile KKTC oturup bir kıta sahanlığı sınır anlaşmasını imzaladık, ben de o sürecin parçası oldum. Dolayısıyla 2011’den sonra net bir pozisyon ortaya koyduk. Dedik ki madem ki siz Türk sorununun çözümünü beklemiyorsunuz, bizim rızamızı almıyorsunuz, biz de bu paradigmayı değiştiriyoruz, artık sizi protesto falan edecek değiliz. Sizin yaptığınız gibi biz de uluslararası anlaşmalar yapacağız, şirketlere yetki, lisans vereceğiz, denizde bir takım alanlar belirleyeceğiz. Rum tarafı Total, ExxonMobil, Nobel energy şirketlerine lisans verdi. Biz de Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı’na arama, kazma, çıkarma lisansı verdik. Nasıl ki Rum tarafı deniz arama alanında alanlar belirleyip ilan etti, biz de yukardan aşağıya alanlar belirledik.
.
-Peki neden uluslararası bir enerji konsorsiyumu oluşturulamadı...
Aslında uluslararası şirketler tartışmalı bölgelerde, uzlaşısızlık olan yerlerde çalışma yapmaktan genelde geri dururlar, çünkü bir anlamda risk satın almış oluyorlar. O yüzden son dönemde yaşanan caydırıcı adımlar nedeniyle pek çok şirket buna sıcak bakmamaya başladı.
- Kıbrıs’ta bundan sonra Rum tarafı ve birlikte hareket ettiği şirketlerin arama, sondaj faaliyetlerini sürdürmeleri halinde tepkiniz ne olacak?
Biz onlara haklarımızı savunacağımızı söyledik.Kıbrıslı Türklerin hakları konusunda hiçbir tartışma yoktur. Yani Kıbrıslı Rumlar “sizin burada hakkınız yok” diyemez, BM de demiyor zaten. Haklarımızın olduğunu herkes kabul ediyor. Kıbrıslı Türklerin hakları mevzubahis olduğunda bizim söylediğimiz şey şudur, yapmayın demiştik ama yaptığınız, şimdi de yapmayın, devam etmeyin diyoruz, ederlerse biz de onların yaptığı gibi, nasıl ki lisans verdik, bölge ilan ettik, nasıl ki sismik araştırma yaptık, onlar kazıyorsa biz de kazacağız.
‘TEK YANLI OLMAZ’
- KKTC’de bir süredir federasyon temelli çözümden konfederasyona, “Annan planından, iki toplumlu tek bir çatı çözümü çökmüştür” görüşlerine uzanan tartışmalar hız kazanmış gözüküyor...
Bununla ilgili birkaç temel ilke söyleyeyim. Birincisi Kıbrıs’ta bugünden sonra her ne olacaksa tek yanlı olmayacak. Tarafların kendi ideal çözümünü birbirlerine tek yanlı olarak kabul ettirmesi mümkün değil. Bundan sonra ne olacaksa yine müzakere ile yine ortak rıza ile olmak zorundadır bana göre. İkincisi gerçekçi olmak gerekirse, en başta söylediğim gibi paylaşmaya dayalı çözüm modeli ile ilgili. Kıbrıs Rum toplumu yönetim ve zenginliği paylaşma konusunda tereddütlü davrandığı için bizim daha ziyade işbirliğine dayalı modelleri Kıbrıs Rum tarafı ile oturup konuşmamız gerekir. İşbirliğine dayalı modelden de kast ettiğimiz şey sınırlı sayıda konuda tarafların oturup birbirini tanıdı tanımadı diye bir tartışma olmaksızın, hukuki statülerine helal getirmeksizin bazı konularda işbirliği yapıp güveni bunun üzerine tesis etmeleri gerekmektedir.
- Çözümsüz konulardan ziyade çözüme ulaşabilecek konular üzerinde uzlaşı misali...
Aynen. Bunun hangi noktaya varabileceği meselesi, zamanın ve sürecin ilerleyişine bağlıdır. Buradan bir başlangıç yaparsak yukardan aşağı değil, aşağıdan yukarı bir kaç konu ile başlayıp bundan verim aldığımızı gördüğümüz takdirde, toplumların da güveni birbirine gelir, belki bu ilişki başka bir yere doğru eğrilir ama bunun adının şimdiden konulmasına gerek olmadığı gibi, 50 yıllık müzakereden sonra bunun adının baştan konulup bir çeşit obsesif birşeye dönüştürülmesi maalesef bizi sonuçtan uzaklaştırır. Dolayısıyla illa adı bu olacak, şöyle bir şey olacak demektense bir yerden başlamak önemlidir. Bu da işbirliği yapmaktır diye düşünüyorum. Ve şunu da iddia edebilirim Rum toplumu yönetimi ve zenginliği paylaşmaya hazır olmadığı sürece dışardan baskıyla vs kurulacak olan bir federasyon da yaşamaz.
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı