Korku imparatorluğu
Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, AKP’nin din eksenli bir parti olduğunu, din eksenli bir partiden de demokratik refleksin beklenemeyeceğini belirtti.
Eski İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, AKP’nin dinleme, soruşturma, dava açma gibi yöntemlerle muhalefeti sindirip korku cumhuriyeti yaratarak ılımlı İslam devletine doğru yol almaya çalıştığını söyledi. Kolcuoğlu, “Karşı duruş olarak herkesin, bu hukuksuzluğa tepki göstermesi, zaman zaman suç duyurusu yaparak bu hukuksuzluğu yapanları, en azından hukuka uygun davranacak şekilde yönlendirmesi gerekir. Aksi halde Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkar” dedi.
Yargıtay üyelerine kadar varan dinleme olaylarının anayasa ve yasalara aykırı olduğunu vurgulayan Kolcuoğlu, “Yasada kimlerin nasıl dinlenebileceği açık ve net olarak belirtilmiş. Bu dinleme konusunda yine 14.01.2007 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan, ‘Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına’ ‘İlişkin Yönetmelik’ çıkarıldı. Bu yönetmelikle maalesef, bunları yapmaya yönelik olmak üzere bazı maddeler getirildi, ceza yasasına ve anayasaya uygun olmayan maddelerle bazı yetkiler tanınması öngörüldü. O zamanlar baro başkanıydım. Bu yönetmeliğin büyük bir bölümünün iptali ile ilgili olmak üzere Danıştay 10. Dairesi’ne iptal davası açmıştık. Bu iptal davası ve yürütmenin durdurulması ile ilgili taleplerimizin bir kısmı yerinde görüldü” diye konuştu.
Hukuki bir skandal
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 135. maddesinde, dinlemenin soruşturma ve kovuşturma halinde yapılması gerektiğinin açık ve net olarak ortaya konduğunu ifade eden Kolcuoğlu, “Dinlemenin soruşturma ve kovuşturma sırasında suç işlendiğine ilişkin, kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesine imkân bulunmaması halinde” yapılmasının öngörüldüğünü anımsattı. Kolcuoğlu, insanların iletişim araçlarını kullanarak özgürce birbirleri ile iletişim kurulmasının engellendiğini vurguladı.
Hukuka uygun olmayan bu dinleme kararlarının aynı zamanda büyük bir baskı aracı olarak kullanıldığına da işaret eden Kazım Kolcuoğlu, YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkındaki ihraç istemini “hukuki bir skandal” olarak değerlendirdi. Kolcuoğlu, şöyle konuştu: “Muhalefet yapanların, iktidarın işine gelmeyen bazı konularda görev ve yetkilerini yerine getirirken, hukuka uygun davranıp, iktidarın söylemlerini veya taleplerini dikkate almayanlar üzerinde büyük baskı unsuru olarak kullanıldığı görülüyor. Osman Kaçmaz’ın kayıp trilyon davasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili verdiği kararı biliyoruz. Eminağaoğlu’nun bir dernek başkanı olarak yaptığı çıkışlar ile hukuka uygun davranılması konusundaki talepleri iktidara rahatsızlık veriyor.”
Yargısız infaz
Dinlemelerin yayımlanmasının da Ceza Muhakemeleri Kanunu ve anayasaya aykırı olduğuna işaret eden Kolcuoğlu, “Ama bunlar el altından yapılıyor ve basın da bunları belli yerlerden alarak kullanıyor. Böylece insanların yargılanmadan suçlanması sağlanıyor. Hem onların üzerinde baskı oluşturulmaya çalışılıyor hem de tek taraflı suçlama ile yargısız infaz edilmesini öngörüyor. Büyük bir tehlike, demokratik hukuk devletinde bu tip işlerin yapılması mümkün değil ama maalesef ülkemizde hukuk adamakıllı siyasallaştırıldı, yargı da siyasallaştırıldı. Bu nedenle bu olaylarla karşı karşıya kalıyoruz” ifadelerini kullandı. Dinleme olaylarının, bu boyutta, kamuoyu ile de paylaşarak yapılması ve insanları suçlama aracı olarak kullanılmasının daha önce görülmediğine işaret eden Kolcuoğlu, Ergenekon sanıklarına yapılan uygulamalarda, insanların dinlemelerin yayımlanması yoluyla yargısız infazı açık ve net olarak gördüğünü söyledi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’na Ermeni açılımı görüşmeleri sırasında söylediği “muhalefete aldırmadan, muhalefeti umursamadan” anlaşmaları yapmaları şeklindeki sözlerini anımsatan Kolcuoğlu, AKP’nin aldığı akılla, Meclis dışındaki muhalefeti bu yöntemlerle susturduğuna dikkati çekti. Kolcuoğlu, “Ergenekon davası gibi, bu tip dinlemelerle insanları baskı altında tutarak korku cumhuriyetini kurmak gibi. Zaten oradaki meşruiyetin dayanağı oylamadır. İşte şimdi bu akıl iyi bir şekilde kullanılıyor” dedi.
Kurumlar yıpratılıyor
Kurumlara karşı büyük bir yıpratma operasyonu sürdürülürken TSK’ye yapılan haksız saldırılarla güven sarsmaya yönelik tavırlar yaşandığını vurgulayan Kolcuoğlu, yargıyı da geniş çapta güvensiz hale getirmek yolunda yüründüğünü söyledi. Kolcuoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun arkasından gelen, tamamlayan şeyler de var. Yargının bu kadar güveniz hale getirilmesi, yıpratılması bir amaca yönelik. Alternatif yargılama sistemi getiriliyor. Erbakan döneminde söylenmişti, şimdi de çok hukuklu bir yargı sistemi iyiydi diye söyleniyor. Roma Hukuku’nun ana bilim dalı olmaktan çıkarılıp tarih anabilim dalına bağlanması, seçimlik ders haline döndürülmesi ve aynı zamanda İslam Hukuku’un seçimlik ders olarak okutulması... Bunların hepsini bir araya getirdiğiniz zaman programlı hareket yapıldığını değerlendirmek mümkün. Ilımlı İslam devletine doğru gidilmesi... Ilımlı İslam Projesi, Büyük Ortadoğu Projesi’nin devamı olarak değerlendirilebilir.”
Cindoruk: Din eksenli bir partiden demokratik refleks beklenemez
Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, AKP’nin din eksenli bir parti olduğunu, din eksenli bir partiden de demokratik refleksin beklenemeyeceğini belirterek “Ne var ki AKP, değil korku imparatorluğu kurmak, korku filmi çevirme yeteneğinden dahi yoksundur” diye konuştu.
Cindoruk, AKP hükümetinin dayandığı siyasal partinin, Milli Görüş inancından beslendiğini, bu inancın ise din buyruklarının tartışılmaz olduğu düşüncesine dayandığını anımsattı. “Aslında, din temelinde bu doğru ve geçerlidir. Bütün semavi dinler koydukları kuralların tartışılmaz uygulanmasını isterler. Dine katılan bütün semavi insanlar için, manevi emirler bir hayat tarzını ortaya koyar. Ancak dini temeller, siyasete uygulandığı zaman ise hayatın doğal akışı ile çatışabilir, çelişebilir” değerlendirmesini yapan Cindoruk, “Dini temeller, siyasette uygulandığı zaman, işte bu kavşakta, eleştiriye dayanma eşiği düşerken yazılı olan ya da olmayan gelişmelere tahammülsüzlük ortaya çıkar. Hoşgörü yerine, baskıcı ya da kırıcı bir siyasi tavır sergilenir” dedi.
Cindoruk, “Gerek iktidarın gerekse muhalefetin nesebi nedeni ile AKP bu tahammülsüzlük sürecini devam ettirecektir” değerlendirmesinde bulunarak, şöyle devam etti: “Din eksenli bir partiden demokratik refleks beklenemez. Örneğin Aydın Doğan’a uygulanan baskının nedeni, bu grubun yayınlarından iktidarın duyduğu korkudur. Korkuyu içinde yaşayan, korkutma çareleri arar. Korku, korkutur. Bu gruba karşı girişilen insafsız saldırı çok boyutludur. Geride kalanlara, bir ibret dersi vermek iradesi vermek iradesi, çoğu zaman sonuç da verir. Ne var ki, bu iktidar değil korku imparatorluğu kurmak, korku filmi çevirme yeteneğinden yoksundur.”
Gerçek bir muhalefetin, AKP’nin yarattığı atmosferden çekinmesinin söz konusu olmayacağını belirten Cindoruk, özetle şunları söyledi: “Bir muhalefet partisinin başkanı, hükümetten de iktidar partisinden de çekinmez, korkmaz. İnandığı, bildiği doğru şeyleri söyler. Bir tek sınırı vardır. İftira, hakaret etme, sövme gibi siyasete yakışmayan söylemlerden uzak durmak, sorumlu muhalefetin görevidir. Benim ölçüm, İstiklal Mahkemeleri’nde kürsünün arkasına asılan ilginç özdeyiştir. ‘Bu mahkeme, Allah’tan başka kimseden korkmaz’.”
Buzdolabına konan cep telefonu
ÜNLÜ bir gazeteci arkadaşım anlattı.
Geçenlerde bir arkadaşının ofisine gitmiş.
Sohbete başlamadan önce arkadaşı, cep telefonunu bir kâğıda sarıp, bürodaki buzdolabının içine koymuş.
Gazeteci arkadaşım hayretle kendisine bakarken, o şu açıklamayı yapmış:
“Cep telefonlarından ortam dinlemesi yapılıyor. En emin yer buzdolabı. Orada hem izolasyon oluyor, hem de buzdolabının sesi bizim sesimizin işitilmesini engelliyor.”
Paranoyanın geldiği noktayı görüyor musunuz?
Onun durumu öyle de, bizimkiler farklı mı?
Artık çoğumuz belli bazı davranışları otomatik olarak yapmaya başladık.
Bir toplantıya girerken cep telefonları dışarda bırakılıyor.
Her an her taraftan bir kulağın, bir çift gözün bizi takip ettiği endişesiyle yaşıyoruz.
Hayatımızın en güzel terapi cihazı olan telefon, hepimizin kâbusu haline geldi.
Toplumun ruh sağlığı derinden sarsılmış durumda.
Türkiye büyük bir korku imparatorluğuna dönüşmüş durumda.
Siyasetçisi korkuyor.
Yargıcı korkuyor.
Savcısı korkuyor.
Medyası korkuyor.
Askeri korkuyor.
Sıradan vatandaşı korkuyor.
Böyle bir noktada hepimizin durup sormamız gerekmiyor mu?
Bu insanlar niye böyle paranoyalara kapıldı? Bu paranoyaya kapılan insanların hepsini “suçluluk psikolojisi” ile davranıyor sayabilir misiniz?
AK Parti saflarında da aynı paranoyaya sahip birçok insan tanıyorum.
Yani bu artık, sadece “kendini iktidarın hedefi” olarak gören insanların korkusu olmaktan çıktı.
Bu kâbus artık herkesin sorunu.
İktidarın da sorunu.
O nedenle, “Bugün işimize geliyor. Büyük hesaplaşmada işe yarıyor” diye bakılan telefon dinlemeleri artık zıvanadan çıktı.
Ertuğrul ÖZKÖK
13 Kasım 2009 / Hürriyet
Yargı ile demokrasi bağı
Yargının kararlarının her zaman siyasal iktidarı memnun edici nitelikte olması, yargının görevini gereği gibi yapmadığı, demokrasinin iyi işlemediği yolunda kuşkulara yol açabilir. Bu nedenle yargıya karşı siyasal iktidarın yönelttiği eleştiriler, yargının işini iyi yaptığını gösterir. Ancak, siyasal iktidarın demokrasinin sınırlarını aşarak yargının üzerinde baskı, sindirme, gözdağı verme yöntemlerine başvurması, yargının bağımsızlığını olumsuz etkilemeye çalışması durumunda demokrasi temelinden sarsılır... Sayın Kaçmaz ile Eminağaoğlu hakkında Adalet Bakanlığı müfettişlerince başlatılan ihraç sürecinin ve açılması istenen ceza davalarının somut kanıtlara dayanıp dayanmadığı hakkında bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Ancak, ortada bir gerçek var: İhraç ve ceza davaları sürecini başlatan müfettişler Adalet Bakanlığı’na bağlı. Bağımsız değil. O nedenle, başlatılan süreç, siyasal iktidarın yargıya gözdağı vermek istediği şeklinde değerlendiriliyor. Türkiye’de yargı ile siyasal iktidar arasındaki gerginlik ve hükümetin bu konuda pek parlak olmayan sicili de böyle bir değerlendirmeyi büsbütün haklı gösteriyor.
Rıza TÜRMEN
16 Kasım 2009 / Milliyet
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza