Korku İmparatorluğu
Prof. Dr. Cüneyt Akalın, "AKP'nin 'demokratlığı', 'sivilliği' savları, aydınlar üzerinde belli ölçüde etkili olmayı sürdürüyor. Bunda dışardan müdahaleler de etkili oluyor. Cumhuriyetçi kesimdeki dağınıklık ve örgütsüzlük de karşı tarafın cüretini arttırıyor" dedi.
Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Cüneyt Akalın: Düşüncelerimizi özgürce ifade etmede zorlanıyoruz. AKP’nin üniversiteyi ele geçirmek ve kendi yandaşlarını kilit noktalara yerleştirmek üzere izlediği politika, üniversiteyi gerdi. Aslında, üniversite mensuplarının ezici çoğunluğu Cumhuriyet değerlerine bağlı olmakla birlikte, çekingen bir tavır içindedir. En haklı, en demokratik talepleri dile getirmek için bile bir risk almak gerekiyor düşüncesi, geniş akedemisyen kitlesini etkiliyor. Ancak bu duruma ne iş dünyası ne de sivil toplum kuruluşları yeterli tepkiyi veriyor. Bunun bir nedeni çekinmek ise öteki nedeni kafa karışıklığıdır. Ne yazık ki, belli çevrelerce pompalanan AKP’nin ‘demokratlığı’, ‘sivilliği’ savları, aydınlar üzerinde belli ölçüde etkili olmayı sürdürüyor. Bunda dışardan müdahaleler de etkili oluyor. Cumhuriyetçi kesimdeki dağınıklık ve örgütsüzlük de karşı tarafın cüretini arttırıyor. Evet, AKP bir korku imparatorluğu kurmaya çalışıyor. Mücadele Cumhuriyet yanlıları ile karşıtları arasında sürüp gidiyor. Önümüzdeki seçimler kuşkusuz önem taşıyor ancak o günlere gelene kadar başka kritik mücadelelerin bizleri beklediğini görmek gerekiyor.
Gökçe: Türkiye'nin durumu korku toplumu
Sosyoloji Derneği Başkanı Prof. Birsen Gökçe: AKP iktidarının eleştirilere cevap olarak kullandığı üslubu onaylamıyorum. Siyasilere yakışan bir üslup değil bu, yönetimde olanlar eleştiriye tahammül etmeliler. Ben de birçok insan gibi bütün düşündüklerimi her ortamda rahatlıkla ifade ediyorum diyemem. Kişisel endişeden çok, dernek başkanı olarak yüklenmiş olduğum sorumluluklar nedeniyle sık sık endişe duyuyorum. İktidarın, iş dünyasını da tehdit altına aldığı, kendi siyasi görüşleri çerçevesinde iş dünyasını yönlendirmeye çalıştığı açıkça görülmektedir. Sivil toplum örgütlerinin de verdikleri mücadeleyi yeterli bulmuyorum. Toplumdaki suskunluk, 7’den 70’e herkeste giderek yoğunlaşan bir biçimde yaygınlaşıyor. Herkes çoluk- çocuğunun geleceği endişesiyle suskun kalmayı tercih ediyor. Türkiye’nin halihazırdaki durumuna “korku toplumu” desek daha doğru olacak gibime geliyor. Evet, Türkiye, milyonlarca kez evet diyorum ki, bir korku imparatorluğuna dönüşüyor. Bu korkutma yolu ile uygulanan taktiklerle AKP’nin gelecek seçimleri kazanması olasılığında baskının çoğalması kaçınılmaz.
‘Türkiye faşizme gidiyor’
68’liler Birliği Vakfı Başkanı Sönmez Targan, hukukun tüm siyasal dizgileri ayakta tutan bir disiplinler zinciri olduğunu belirterek “Bu zincirin halkalarından bir ya da birkaçının kasıtlı ve amaçlı olarak koparılması durumunda düzen çatırdamaya, kişi ya da kurumlar sonu belli olmayan bir karanlığa sürüklenmiş olur” diye konuştu.
AKP’nin iktidarıyla birlikte Türkiye’nin hukuk alanında ciddi bir kargaşa içine düştüğünü belirten Targan, “Bu iktidar eliyle kişi, kurum ve hatta siyasal partilerin telefonları dinlenmekte, AKP’ye karşı olan her kesim potansiyel darbeci olarak nitelendirilmektedir. Yargı organları yasadışı uygulamalarla, topluma korku salan baskı araçlarına dönüştürülmeye çalıştırılmaktadır” dedi.
‘Tüyler ürpertici’
Toplumsal düzenin işlemesinde yasama, yürütme ve yargıya büyük görevler düştüğünü ifade eden Targan, “Günümüzde buna bir de medya eklendi. Medya toplumun siyasal ve kültürel yaşamın yönlendirilmesinde adeta bir beyin yıkama aracı olarak büyük bir işlev görmektedir. Bugün siyaseti elinde bulunduran AKP yasama ve yürütmeyi tamamen, medyayı ise büyük ölçüde denetimi alında tutmaktadır. Bunlar ölçüsünde elinde tutamadığı yargıyı ise denetim alanına girmeye zorlamaktadır. Bırakın artık kimi kişi ve kuruluşların dinlenmesini yargı da dinleniyor durumu tüyler ürpertici bir gelişmedir ve yargıda son yaşanan olaylar öyle gösteriyor ki Türkiye, AKP’nin siyasal erkiyle faşizme gitmektedir.”
‘Yeşil gömlekli faşizm’
Targan, “Özellikle kişilerin hak ve özgürlüklerini toplumsal hak ve çıkarların önüne koyarak yeni bir dünya düzeni yaratmaya çalışan bizim ‘liberal liboşlarımız’ acaba telefon dinleyişte bireylerin çiğnenen hatta gasp edilen haklarını savunma konusunda neden sesleri çıkmamaktadır? Unutulmamalıdır ki, faşizm geldiği zaman kendisi gibi düşünmeyen ve düşüncenin değirmenine su taşımayan hiç kimseye yaşam hakkı tanımaz. Hele bu gelmekte olan yeşil gömlekli faşizm ise Hitler faşizminden de daha acımasız ve kıyıcı olacaktır” dedi.
‘Baskıya karşı ulusal birlik’
Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (USTKB) Dönem Sözcüsü İlhan Gülek, iktidarların, yıkılacaklarının ipuçlarını gördükleri dönemde amaçlarına kısa sürede ulaşabilmek için baskı, tehdit, sindirme, korkutma, yıldırma gibi yöntemleri kullandığına dikkati çekerek “Bilimden, sosyolojiden habersiz iktidarlar ya da bunlarla barışık olmayanlar şu fizik kuralını göremiyorlar, ‘Bastırırsan, sıkıştırırsan patlar’..” dedi. USTKB’nin; anayasada yazan temel ilkelerle ve devrimlerle çelişen, çatışan bütün parti, kişi, kurum ve düşüncelerle mücadele ettiğini anımsatan Gülek, “Türkiye, köklü ve büyük bir kültüre sahiptir. Halkımız olgundur, aceleci değildir. Heyecanla sokaklara dökülmez. Ancak değerlerine bağlıdır, baskıya, korkutmaya gelmez” diyerek “Yavaş atın tekmesi pek olur” atasözünü örnek gösterdi.
Tüm baskı ve geriye götürme çabalarına karşın çağdaşlaşan, uyanan Türkiye’de baskı yöntemlerinin işlemeyeceğini ifade eden İlhan Gülek, “Bugünlerde yaşadığımız, eşitlik ilkesine aykırı, özel hayatı hiçe sayan hukuk dışı uygulamalar, tutuklamalar, fişlemeler, dinlemeler; kimilerini, bazı medya organlarını ya da sivil toplum kuruluşlarını geçici olarak sindirebilir, korkutabilir. Bir geri çekilme, tedirginlik süreci yaşanıyor. Ama bu, Kurtuluş Savaşı’ndaki, Sakarya Savaşı öncesi gibi geçici bir çekilme. Ancak yine de ulusumuzun, demokrasimizin gelişmesini yavaşlatması açısından çok olumsuz bir tablo ile karşı karşıyayız. Halkımıza, bütünlüğümüze, ulusal onurumuza ve anayasal kurumlara zarar verici uygulamalardan herkes özenle kaçınmalıdır” diye konuştu.
Bir karşı duruş sağlanabileceğini ifade eden Gülek, bu karşı duruşun; hukuk dışı, baskıcı uygulamalara karşı öncelikle hukukla.. sonra da ulusalcı, yurtsever, bağımsızlıktan, onurlu dış politikadan yana güçlerin birleşmesiyle, “ulusal birlik” ile sağlanabileceğini ifade etti.
Hak ihlalini gurur duyarak yapıyorlar
Eski İstanbul Barosu Başkanlarından avukat Turgut Kazan AKP’nin uygulamalarıyla Türkiye’yi, sivil faşizme doğru götürdüğünü belirtti.
AKP’nin muhalefete yönelik baskı ve sindirme girişimlerine ilişkin sorularımızı yanıtlayan Kazan, yargı güvencesi olmaması nedeniyle askeri rejimlere karşı gelindiğini belirterek, “Askeri rejim kesin keyfiliktir ve yargı onun emrindedir. Demokrasi için sivil rejim istenir. Ama sivil rejimde de demokrasinin güvencesi yargıdır. Eğer yargı sivil rejimin emrine alınıyorsa, alınma tehlikesi varsa, o sivil rejim askeri rejimden daha tehlikelidir” dedi. Askeri rejime karşı olup demokrasiye inananların, askeri rejim durumunda mücadele vereceklerini vurgulayan Kazan, ancak sivil rejimde siyasal erkin yargıyı emrine alması durumunda, bazılarının bugün olduğu gibi, bunu hâlâ demokrasi sanması nedeniyle mücadelenin zafiyete uğradığını anlattı. Kazan, “Bu nedenle daha tehlikelidir. O sivil rejimde asker de sivilin emrine girince, zaten bütün sivil faşizmlerde öyle olmuştur, kimse nefes bile alamaz” diye konuştu.
'Tehlikeli gidiş'
Eski Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı ve Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağoğlu ile Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz’a soruşturma açılması ve ihraç istemini de değerlendiren Kazan, şöyle devam etti: “Son yaşadığımız olay, bizim oraya götürülmek istendiğimizi gösteriyor. Sivil diktatörlüğe doğru götürülüyoruz. İnsanlar korku içindedir. Bu korkunun en basit örneği... Dinlemeler furyası demokrasi ile bağdaşmaz, ama çok mahrem bazı dinleme kayıtları fütursuzca yayımlanırken, bazı dinleme kayıtları hiçbir gazetede haber olamamaktadır. Oysa haber olamayan dinleme kayıtları, paraya, iktidara, çıkara ve yolsuzluğa dönüktür ama haber olamıyor. Çünkü yazmaya niyetlenenler korkuyor. Doğan Grubu’na getirilen vergi cezası korku yaratma girişiminin en çarpıcı örneğidir. O nedenle çok tehlikeli bir yere gidiyoruz. Toplumun bu konuda duyarlılığını sağlayarak önleyebilme imkânı vardır. Ama önleyemezsek, koyu bir karanlığa doğru gidiyoruz. Basında çıkan haberlerden anlaşıldığına göre, siyasal iktidar kendisinden saymadığı hâkim ve savcıları uzun zamandır dinliyor. Yargıçların dinlenmesi, diğer insanlara göre daha kolay. Yargıçların dinlenmesini Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı istiyor. Bu kurul hâkim ve savcıların başında Demokles’in kılıcı gibidir. Hâkim önüne gelen istemi reddedemiyor. Bu nedenle hâkim ve savcılar daha kolay, yasal prosedür işletilerek dinlemeye alınıyor. Tabii yargının bu kadar teminatsız olması insanların ve demokrasinin teminatsız olduğunu gösteriyor. Bu yalnızca yargıçların sorunu değil, toplumdaki tüm insanların sorunu. Yargının dinlenmesi, insanların güvencesizliğinin ne kadar ağır biçimde olduğunu gösteriyor.”
Bugün için medyanın özgürlüğü diye bir kavramın olmadığını ifade eden Kazan, yazılması gerekenler yazılamazken, yazılmaması gerekenlerin hiçbir kural dinlenmeden, gözü kara bir şekilde, kişilik haklarına saldırı yapılarak, masumiyet karinesi ihlal edilerek, adil yargı hiçe sayılarak yazıldığına çekti. Kazan, “Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, medyada bu hakların ihlal edilmemesine yönelik tavsiye kararı var. Bunlar ihlal ediliyor. İhlal de onur duyularak, gururla, demokrasi adına, demokrasi türküleriyle yapılıyor. Bunları biz 56’lı yıllarda yaşadık, elimizde deneyler var. Yargıçlar görülen lüzum üzerine emekliye ayrılırdı, Yargıtay üyeleri bile emekliye ayrılırdı. Bunların sayısız örneklerini yaşadık, o zamanın demokrasi türküleri bugün de söyleniyor” diye konuştu.
Siyasal parti, kitle örgütleri ile hukukçuların insanlara bu gidişin yanlış olduğunu anlatarak gidişe dur diyebilecek bir toplumsal duyarlılık yaratabileceklerini ifade eden Kazan, sözlerini şöyle sürdürdü: “50’li yıllarda yaşanan acılar üzerine toplumsal bir yargı bağımsızlığı talebi doğdu. Böylece 60’lı yıllarda yargı bağımsızlığına adım adım yaklaşabildik. Toplumsal bir tepki ve duyarlılık yaratılırsa El Beşir’in gelemediği gibi bu girişimler de önlenir.”
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması