Kürtaj Yasağı
Kürtaj yasaklandığı takdirde Türkiye uluslararası istatistiklerde azgelişmiş ülkeler kategorisinde yerini alacaktır. AKP yetkilileri, kürtaj yasağını meşru kılmak için 1983 yılına işaret etmekte, kürtaj serbestisinin askeri darbenin ürünü olduğunu iddia etmekteler. Bu iddia da doğru değil.
Son günlerde kamuoyunun gündemine oturan kürtaj yasağını AKP iktidarının giderek dozunu arttıran tahakküm politikalarının yeni bir örneği olarak görüyorum. Aldıkları yüzde elli oyun yüzde yüze tekabül ettiğini tahayyül eden AKP yetkilileri, Meclis yerine sadece kendi partilerinin milli iradeyi temsil ettiği yanılgısıyla ideoloji ve görüşlerinin tüm Türkiye halkı tarafından paylaşıldığı vehmine kapıldılar. Bu vehimden hareketle insan bedeni üzerinde bile söz sahibi olduklarına karar vermiş gözüküyorlar. AKP Türkiye halkını değil, sadece kendi seçmenlerini temsil ediyor. Demokrasilerde halkın tümünü temsil ancak toplumsal muhalefetin de sesini dinleyen iktidar partilerinin iddiası olabilir. Ne yazık ki AKP, bu kategoride bir parti değil. Hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyecekleri vaadiyle yola çıkan AKP yetkilileri, geldikleri noktada yaşamımızın her alanına karışır olmuşlardır. Kürtaj tartışmasının bu bağlamda değerlendirilmesi gerekir.
Başbakan’ın demecinin aksine, kürtajın serbest bırakılması değil, toplu kadın ölümlerine yol açtığı için yasaklanması cinayettir. Kürtaj ile Uludere katliamını eş görmesini, katliamda iktidarın sorumluluğunu unutturmak üzere kurgulanmış siyasi bir taktik olarak değerlendiriyorum. Ancak, kürtaj konusu ile Uludere olayı bir başka bağlamda eşanlamlı görülebilir. Nasıl ki Uludere’de iktidar, yaşam mücadelesi veren fakir çocukların ölümüne neden olmuşsa, kürtaj yasağı da dar gelirli kadınların gene iktidar eliyle ölümüne neden olacaktır.
Kürtajın serbest bırakılmasının temel nedeni, orta ve üst sınıf kadınların yasağa rağmen kürtaj yapacak doktor bulabilmelerine ya da kürtajın serbest olduğu ülkelere gidebilmelerine karşın, dar gelirli kadınların tavuk tüyü, örgü şişi, kibrit çöpü, sabun kullanarak kendi kendilerine düşük yapmaya çalışmaları sonucunda ölmeleri ya da hem kendilerini hem de bebeklerini sakatlamaları idi.
Ölümlerin yüzde 50’si
Çocuk ve anne sağlığı üzerine yıllardır araştırma yürüten Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Akın’ın çalışmaları bu konuda önemli bilgiler içermekte. Araştırmalarına göre, güvenli olmayan yöntemlerle düşük yapan kadınların oranı gelişmiş ülkelerde yüzde 0.4 iken, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 21. Prof. Akın, dünya ölçeğinde hijyenik olmayan koşullarda düşük sonucu her 10 kadından 1’inin öldüğünü belirtmekte. Kürtaj yasağının olduğu yıllarda Türkiye’deki anne ölümlerinin yüzde 50’sinin bu nedenle gerçekleştiğini, oysa bugün sağlıksız koşullarda yapılan düşüklerin anne ölümleri içindeki payının yüzde 50’den yüzde 2’ye düştüğünü söylemekte. Kaldı ki, kürtajın serbest bırakıldığı 1983 yılından bu yana, kürtaj yaptıran kadınların sayısında eskiye göre artış olmadığı da Prof. Akın’ın saptamaları arasında.
Kürtaj yasaklandığı takdirde Türkiye uluslararası istatistiklerde azgelişmiş ülkeler kategorisinde yerini alacaktır. AKP yetkilileri, kürtaj yasağını meşru kılmak için 1983 yılına işaret etmekte, kürtaj serbestisinin askeri darbenin ürünü olduğunu iddia etmekteler. Bu iddia da doğru değil. Prof. Akın’a göre bu konudaki çalışmalar çok daha eskiye gitmekte. Nüfus politikasının değiştirilmesi 1950’li yıllarda gündeme gelmiş, 1970’lerden itibaren kürtajın serbest bırakılması tartışılmaya başlanmıştır. Yasanın 1983 yılında yürürlüğe girmiş olmasının darbe ile ilgisi yoktur.
Bu konuda kimi AKP yetkililerinin söylemleri muhafazakâr erkeklerin kadın psikolojisini anlamadıklarını, daha da vahimi, kadına karşı şiddete bile duyarsızlıkla yaklaştıklarını göstermekte. Sağlık Bakanı’nın, tecavüz sonucu hamile kalmış kadınların çocuklarını doğurmalarını ve devlet bakımevlerine bırakmalarını önermesi buna bir örnek. Ankara Belediye Başkanı’nın istemeden hamile kalmış kadınları intihara davet eden demeci bir diğeri. Diyanet İşleri Başkanı’nın “fetvasının” ise durup durup Başbakan bu konuda görüş bildirdikten sonra verilmiş olması, bu kurumun ne denli siyasileştiğinin bir göstergesi. Üstelik Diyanet’in, İslamiyette kürtaja karşı herhangi bir yasağın olmadığına dair daha önce verilmiş görüşlerine aykırı. Nitekim, İslamiyette değişik mezhep ve inanışlara göre kürtaj konusundaki tavrın da değişiklik gösterdiği anlaşılmakta. Laiklik tam da bu nedenle önemlidir. Her ülkede değişik inanç grupları olduğu için, laiklik birinin öteki üzerindeki tahakkümünü engellemek için vardır. AKP yetkililerinin laikliğe bağlı olduklarını söylemeleri, laikliğin ruhunu kavramadıkları gerçeğini değiştirmiyor.
Ülkemizdeki milyonlarca kadın gibi ben de muhafazakâr politikacıların kendi inanç, namus kavramı ve günah anlayışlarına göre kadınların yaşamları ve bedenleri üzerinde söz sahibi olmalarının Türkiye’deki kadın sorunsalının temel nedeni olduğu kanısındayım. Tüm demokratik ve çağdaş ülkelerde laikliğin en önemli kazanımlarından biri, dini gerekçelerle devletin insan bedeni üzerindeki müdahalesini ortadan kaldırmış olmasıdır. Ne yazık ki ülkemizde bu kazanım, AKP’li siyasi kadrolar tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza