‘Memleket yangını yeni değil’
Enis Batur’un ‘Yanık Divân’ adlı şiir kitabı Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıktı...
Güncelin “Yanık Dîvan”a yansımaları, şairin diğer yapıtlarına göre çok daha belirgin. Batur, son dönem yaşananları şiirine taşımasıyla ilgili şöyle diyor: “Memleket yangını kolay söneceğe benzemiyor. Kaldı ki tek yangın yeri Türkiye mi? Karamsar, bedbin, hodbinim. Bakışımı kaçırmayı başaramıyorum. Hayatımı yenilgi duyguları içinde tamamlamak da istemiyorum. Yazı, bir suya bir ateşe sürükleyerek tuhaf bir denge yarattığı için ona sığınmayı sürdürüyorum.”
- Doğu-Batı Dîvanı’nın ilk kitabı “Gri Dîvan” 1990’da çıkmıştı ve kitaptaki ilk şiirler 1988’dendi. Altı yıl sonra ilk dört kitabı tek bir ciltte toplamıştınız. Geçen yıl, bu kez altı kitabı toplayan basım Kırmızı Kedi’den yapıldı. Şimdi ise yedinci kitabı, 2010-16 dönemi şiirlerini içeren “Yanık Dîvan”ın ayrı bir kitap olarak ilk basımı yapılıyor. Böylece 29 yıla yayılan bir serüven getiriyor dramatik şiirleriniz. Önce şu soru: Devamı gelecek mi?
1996’daki dörtlü basımı hazırladığım dönemde çemberin kavuştuğunu, dairenin bütünlendiğini düşünüyordum. Tükenmez bir kitap olduğunu demek anlamamışım! İlk dört kitabı 9 yılda tamamlamıştım, sonraki üç kitap 20 yılımı aldı. Yaşım ilerlerken tartım ölçülerim değişti sanırım. Düşüklerin, dikenli şiirlerin sayısı arttı. Devam edecek mi? Devam ediyor, giriştiğim iki toplam daha ağır ağır ilerlediğine bakılırsa. Yanılmıyorsam, elim kalem tuttuğu sürece Dîvan boyatmayı sürdürecek. Şöyle bir ikilemli duygu da taşıyorum ama: Her kitabı bitirip yayımladığımda, bir yandan da Kitabın bütününün bitmiş olabileceğini hesaba katıyorum.
- Başladığınızda 36 yaşındaymışsınız. Erken sayılabilecek bir yaşta toplu şiirleriniz “Yazılar” ve “Tuğralar” yayımlanmıştı, ki İlhan Berk size yazdığı mektuplardan birinde “bir şaire böyle bir kitap yeter” diyordu. Dîvan şiirlerine daha önce başlamamış olmanıza hayıflandınız mı sonra?
Hayır, hiç böyle bir düşünce geçmedi aklımdan. Necatigil’in ünlü “bazı şiirler bekler bir yaşı” yaklaşımı kesinkes doğru geliyor bana. İçeride yeterince hazırlık oluşmadan çıkamazdı dramatik şiirler ortaya. İnsanlık durumunu işliyor bu şiirler, onları okuma yeteneğinin gelişmesi zaman istiyor, bir bakıma olgunlaşma eğrisinin tırmanışa geçmesini. Masa başı çalışmasında da bir aşama çizgisine yaklaşmak gerekiyor ayrıca, teknik sorunları daha serinkanlı biçimde ele almak gerekiyor. Bir şiir kitabının yazılması için Borges’in dediği gibi âfetler yaşanması değilse bile uzun yürüyüşler, tırmanışlar, uzun dalgınlıklar, uyanık ve uykusuz kalışlar, odalar ve duvarlar, ufuklar ne bileyim daha pek çok unsur devreye giriyor.
- “Gri Dîvan”la “Yanık Dîvan”ı, dizinin ilk kitabıyla şimdilik sonuncusunu kendi bakış açınızdan karşılaştırabilir misiniz? 35’ini yeni geçmiş şairle 60’ını aşmış şairin arasında nasıl bir fark var?
Değerlendirme karşılaştırması yapamam, benim işim değil o. Temel bir durum farkından söz edilebilir tabii. Başlangıç yıllarında, şimdi “Yolcu”da yer alan bir günlük tutmuştum. Orada önümü görmeye çalıştığım, işin çeperlerini tarttığım belli. 25 yıl sonra, “Yanık Dîvan”a başlayan adamın bırakalım yaşla, zamanla edindiklerini, bir de önceki altı kitaba göre yola düştüğü ortada. Dîvan’ın pek çok yeni parçasının yansılı olduğu eski parça var. Büyük bir halı örüldüğünü düşünelim, figürler arası mekik dokunur, bütünlüğü pekiştirerek korumak önde gelen kaygılardandır. Şiir kurmak masum iş değildir, parçadan parçaya uzanan cürüm teşebbüslerini yabana atamayız.
- Burada, yıllardır tartışılıp durulan ‘narrative’ şiir sorununa, şiirde öykülemenin payına sizi belki kızdırmak pahasına dönebilir miyiz?
Dönmesine dönelim de, tam nesini konuşacağız bunun? Tahkiye, şiir sanatının en eski unsurlarından biri. Şairin anlatım tekniği ve edası hikâyecininkinden farklıdır, hepsi bu. “Gri Dîvan”ı başlangıçta “Roman’s” diye vaftiz etmiştim. Divan, dikkatli okunursa, şiirden şiire geçerken bir romanesk omurga da inşa ediyor bana kalırsa. Biliyorsunuz, her kitabın ötekilerden uzunluğuyla da ayrılan bir merkez şiiri var. Birbirlerine tematik ortaklıklarla zincirleme bağlanarak omurgayı tutuyorlar. Şiir mi öykü mü bırakalım bunları, bir gemi ya da tapınak da başka türlü inşa edilmiyor. Yekpâre bir hikâye duruyor her şeyde.
- ‘Dîvan’ kavramını kullanıyorsunuz ama, şiirleriniz divan edebiyatımızın türleriyle doğrudan bağlantılı değil. Turgut Uyar’dan, Necatigil’den ayrılıyorsunuz bu açıdan. Gene de tarih düşmeleri, muammâ özelliği gösteren parçaları bir akrabalık arayışı olarak gösteremez miyiz?
Yorumlamak her okurun hakkı. Benim o tarz bir niyetim olmadı baştan beri. Tarih düştüğüm parçaları ele alalım, hurufi bir karşılık aramıyorum. Tanpınar’ın bugüne dek üzerinde durulduğuna rastlamadığım, bambaşka bir bağlamda da değindiğim çok önemli bir saptaması var: “Bizim eski şiirin pek çok özelliği eski yazıdan gelir.” Ses-harf ilişkisi alfabe değişimiyle köklü bir değişim geçirmiş. Modern şairlerimizden üçünde köprü yoklamaları görülüyor: Yahya Kemal, Asâf Hâlet Çelebi ve Necatigil. Sonraki kuşaklar eski yazıyı zaten pratikte kullanmadılar. Kaldı ki vezin kaygısı geri çekildiğinde bu tarz sorunlar ne yazık ki gömüldü.
- Vezin kaygısı önemini korumalı mıydı?
Aruz da, hece de birer disiplin sanatı olarak zanaatın can alıcı cephelerini oluşturmuştur. Bu cenderelerin kırılmasını gerektiren büyük dönüşümlerden geçildi hayatta, ama serbest mısra düzeni için yepyeni ritm arayışları, ezgi denklemleri baş gösterdi. Bunlardan arınmış bir şiir vasatî ortalaması düşük bir söz yığılması doğuruyor. Nâzım Hikmet, şiirinde hemen kendi musiki evrenini, özgün ritmini bulmuştu örneğin. Auden’a, Aragon’a, Ungaretti’ye, kime bakarsanız bakın, klâsik ya da geleneksel değerleri terk ederken taze, derin yeni değerler getirdiklerini görürsünüz.
- Dîvan şairiyle aranızda hiç ortaklık kalmadı mı?
Kalmaz mı? İkimiz de şiir yazıyoruz, yaşanan olağanüstü kırılmalar, dönüşümler aynı ifade yolunu seçme durumunu değiştirmiyor. En az bunun kadar ağırlığı olan bir başka ortaklık, ömrümüzü bir inşa işine ayırmamız, kendi serüvenimizi dil üzerinden çatmamız ve bir Kitapla dönüştürme çabası vermemiz.
- “Yanık Dîvan”da güncel yansımalar dikkatimi çekti. Öteki kitaplarınıza oranla sanki daha belirgin bir damar bu. Paylaşıyor musunuz bu izlenimimi? Son yaşadıklarımızla ne ölçüde bağlantılı olduğunu sormak isterim.
Memleket yangını yeni değil. Kolay söneceğe benzemiyor. Kaldı ki tek yangın yeri Türkiye mi? Karamsar, bedbin, hodbinim. Bakışımı kaçırmayı başaramıyorum. Hayatımı yenilgi duyguları içinde tamamlamak da istemiyorum. Yazı, bir suya bir ateşe sürükleyerek tuhaf bir denge yarattığı için ona sığınmayı sürdürüyorum.
‘Şiir yazmaya başlayalı 50 yıl oldu’
- Gelecek ay “Yanık Dîvan”ın peşi sıra çıkacak “Nigredo, Durayazmak” kitabınızda, yazı ile varoluş arasındaki sıkı bağları konu ediniyorsunuz. Kitaptaki bazı metinleri ayrı basımlarıyla tanımıştık, ama yeni metinlerle desteklenince ve ortaya geniş bir ufuk çizgisi çıkınca her şey daha bir netlik kazanıyor. “Nigredo” bana “Yolcu”yu çağrıştırdı.
Yerinde bir çağrışım, o iki kitap aynı yumurta ikizleri. Şiir yazmaya başlayalı 50 yıl oldu. Hayatımı bir yazı adamı olarak geçireceğimi anladığımda 20 yaşımdaydım. O gün bugün masalara oturdum ve yazdım, bir süre sonra ikinci, gölge bir yazarı daha hissettim yanımda, bu ikinci yazar ilkinin yazıyla ilişkisinin mahiyeti, kökenleri, açılım ve tıkanma cepheleri üzerinde kafa patlatmaktan geri durmadı. “Nigredo” okur gözünde ne anlama gelecektir bilemem, benim, “Yolcu”yla birlikte, 1983’ten bu yana yokladığı için önem verdiğim bir kitap. Birkaç anahtar, birkaç da kilit taşıyor olsa gerek içinde.
- Yeniden basımlar bir süredir hızlandı. Uzun süredir tükenmiş olan kitaplarınız art arda çıkıyor.
Evet: Şiirler, Başkalaşımlar dizisi, yaşamöyküsel kitaplar Kırmızı Kedi’de toplandı, önümüzdeki yıl içbükeylere gelecek sıra. Sel’de edebiyat ve sanat üzerine denemeler 4 ciltte toplandı, şimdi Bu Kalem dizisinin genişletilmiş basımları yapılacak. Remzi Kitabevi’nde, malûm, seyahatnâme kitapları buluşuyor. Arkamı topluyorum! Benim kitaplarım ne çoksatardırlar, ne hızlı satar. Gene de, belli aralarla yeniden basılmaları gerekiyor, bizimkisi genç nüfuslu ülke, ortalama beş yılda yeni bir okur kuşağı oluşuyor. Şairin, yazarın kitaplarının eskiyip eskimediğini ölçebileceği sınav tahtası bu: Yeniden basımlarla yeni gelenler ilgileniyorsa sorun yok demektir!
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması