Naif bir aşkın öyküsü
Mehmet Hayati Özkaya'nın "Kıssa-i Aşk" adlı romanı raflarda.
Adana’nın en sevilen edebiyat öğretmenlerinden Mehmet Hayati Özkaya, bu kez yazar yönüyle, “Kıssa-i Aşk” adlı romanıyla gündemde. Özkaya’nın, iki genç karakter olan Ece ile Mert’in ilişkisini konu aldığı romanı, okura, günümüz ilişkilerinin unutulan yönlerini anımsatıyor.
- Hikayede büyükşehir olgusunun önemli bir yeri var. Sizin için, yazar gözüyle "büyükşehir"in hikayeniz açısından anlamı ve önemi nedir?
Hikâyenin kurgu planın en başında yer alır “büyük şehir” Büyükşehir, kahramanımız Mert için hem hayaline ulaşacağı bir büyük mekânın hem de kendini babasız bırakan bir felaketin adıdır. Annesinin bütün uyarılarına rağmen uçarcasına gittiği bu dünya (büyükşehir) aslında kendi içinde ikiliklerin en âlâsının yaşandığı bir mekândır ki bu mekânda bir başına ayakta kalmak en basit ifadeyle oldukça zordur. Yaşadığınız dünya sizi hep bir adım önde olmaya mecbur bıraktığı için, siz artık bu hız ve değişim çağına ayak uydurmak zorundasınız. İşte bu noktada insanın çıkmazları başı sonu belli olmayan karmaşık bir yumak gibi kendiliğinden büyüyor. Kısacası her sıfat ve durum karşımıza zıttıyla çıkıyor. O zaman insan ister istemez bu büyük kente, her türlü maddi güce sahip olsa da kendine güvenilir bir dost, bir MERT arıyor. ECE gibi…
- Ece ile Mert'in ilişkisi naif bir ilişki. Günümüzde, örneğin televizyon programlarındaki insanların eş arama kriterlerine bakılırsa, hikayedeki ilişki günümüzden çok uzak, belki de çok geçmişe ait. Bu ilişkiyi kaleme alırken isizin için itici güç neydi, geçmişebir özlem var mıydı?
Haklısın, Ece ile Mert günümüzde pek görülmeyen bir sevginin, yaşanmayan bir aşk’ın kahramanları gibi hikâyede boy gösterse de kanaatimce tamamen nesli tükenmiş varlıklar değillerdir. Her geçen gün küçülen bu büyük dünyanın herhangi bir köşesinde sabah akşam yaşanılan ve yaşatılan bir sevda mutlaka vardır. Olacaktır, olmalıdır. Ancak o zaman insan birtakım duyguları (fedakarlık, saflık, temizlik, güzellik, doğruluk gibi..) gelecek nesillere aktarabilir. Kitabın 6.sayfasında şöyle diyordu genç adam:
Yâr…
Seni benim uçurumlarıma atsınlar. Beni senin boşluğunda, zülfünün tellerine
Islak bir mendil gibi assınlar.
Yâr…
Vallahi ateş-i aşkınla kor olurum, kül olurum.
Sanma ki küsüp kırılırım, hoşnut olup şaha kalkar gururum.
Bu arzular, bu duygular geçmişe bir özlem midir yoksa insan için vazgeçilmeyecek değerler midir?
- Bu hikayede, yazar olarak kendinizle özdeşleştirdiğiniz bir karakter var mı?
Vardır ya da olmalıdır. Çünkü bu karakterler sizin karşınıza çıkmadan önce benim dünyamda mahkûmdular. Bir gün onları tahliye ediverdim. Günyüzü gördüler, sizi gördüler. Ben de o zaman uzaktan onları seyretmeye başladım, Belki de Mert’te, Selim Hoca’da, Akidci Nuri Usta’da kendimi seyrettim.
- Hikayenizde "tesadüf" olgusunun önemini görüyoruz. Peki siz, hayatta tesadüfün yeri olduğuna inanır mısınız?
Tesadüfün, sözlük anlamı: Tasarlanmadığı halde karşılaşma, rastlama, rast gelme. Hikâyemizde tesadüfen, yani bir rastlantı sonucu karşılaşan Ece ile Mert’in serüvenleri bu olgunun doğmasına sebep olmakta. Ancak bu durumun meydana gelmesinde Mert’in rolü çok büyüktür. O zaten Ece’yi bulmak ya da Ece ile karşılaşmak için gurbete çıkmıştı.
Peki, siz hayatta tesadüfün yeri olduğuna inanır mısınız? Sorusuna hayır diyerek cevap vermiş olsam yalan olur. Evet dersem, korkarım ki birileri beni yanlış anlamış olur. Çünkü bu olgu “kader” gibi üzerinde sonuçsuz tartışmalara yol açan bir durumdur. Oysa günlük hayatımızı nede çok sarıp sarmalamıştır: Dün tam kapıdan çıkarken, çarşıda pazarda dolaşırken ya da öğretmenler odasında otururken diye başlayan ve davam eden nice giriş cümleleriyle doludur hayatımız. Hani sürpriz gibi beklemediğimiz bir şeydir tesadüf; kimi zaman bizi mutlu kimi zaman da kederli eder. Çünkü bu dünyada birçok şeye gücü yeten insanoğlu birkaç saniye sonrasını kestiremeyecek kadar da zavallıdır.
- Aynı zamanda edebiyat öğretmenliğine devam ediyorsunuz. Bir yandan okul, diğer yandan kitaplar. Nasıl bir denge kuruyorsunuz?
Yazmak, okumak, anlamak ve anlatmak zaten işimizin gereği. Ben fazladan bir şey yapmak için aslında çok çaba sarf etmedim. Sadece yazmak için zaman ayırdım kendime ya da biriktirdiğim zamanları sırası gelmişken harcayıverdim keyfimce. Tabii bu iş çok kolay oldu filan demek mümkün değil. Elbette okulun, derslerin getirmiş olduğu birtakım sorumluluklar insanı ister istemez frenliyor. Bunlara bir de yaşarken yapmak zorunda olduğunuz günlük işleri de eklerseniz. Sonuç, öyle pek de kolay değil… Ancak güzel bir şey. Zaten emek vermeden mutlu olmak mümkün müdür?
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!