Önce paylaşım sonra savaş

Almanlar, Ruslara “Niçin savaşacağız, paylaşalım” dediler. İşi bitirdiler.

Yayınlanma: 13.12.2018 - 12:55
Abone Ol google-news

MİYASE İLKNUR: 1939’un Eylül ayının ortasındayız. İtalya, Arnavutluk’u işgal etmiş... Yunanistan’a saldırı hazırlığına başlamış. Sonraki hedefi Türkiye...

Bu gelişmeye karşı Türkiye, Avrupa’nın iki karşıt bloku arasında yerini belirlemiş. İtalya ve Almanya’nın “Mihver cephesi”nin karşısında, İngilizler ile Fransızların oluşturduğu “Müttefikler cephesi” ile birlikte olacak. Saldırılara karşı, belirli koşullar altında işbirliği yapacak. O iki devlet ile birer protokol imzalamış.

O protokollerde saptanan esaslara göre, antlaşmalar yapılacak. Taraflardan birine saldırılması halinde, ötekiler o saldırıya karşı harekete geçecek. Üç ülkenin de ortak beklentisi, bu işbirliğine Rusya’nın da katılması. O zamanki adıyla Sovyetler Birliği’nin...

Geçen bölümde konuştuk. O beklentinin gerçekleşmesi de doğal sayılıyor. Zaten İngiltere ve Fransa ile Rusya arasında o konuda siyasal ve askeri görüşmeler devam ediyor. Durum bu. Ama sonra, ne oldu? Başka bir şey oldu?

ALTAN ÖYMEN: Evet, bütün dünyayı şaşkınlığa uğratan bir gelişme oldu. Rusya, İngiliz ve Fransızlarla yaptığı görüşmeleri bırakıp, birdenbire Almanlarla işbirliğine geçti. Moskova’da iki ülkenin Dışişleri Bakanları buluştu. Öyle bir anlaşma imzaladılar ki, Rusya artık İngiltere ve Fransa’yla birlikte olmak bir yana, onlara karşı Almanya’yla çok sıkı bir işbirliğine geçen devlet haline geldi.

22 Ağustos 1939. O gün, dünyanın birçok ülkesinde, o zamana kadar yapılan tüm savaş tahminlerinin altüst olduğu gündür.

Bu, nasıl oldu? Sonradan ayrıntılarıyla öğrenilebilecekti. Ama ana hatları belliydi:

Savaşın altyapısı 23 ağustos günü Moskova’da rus-alman antlaşmasıyla oluşmuştu. Savaş 1 eylül günü başladı. adı önce “alman-leh Harbi”ydi, (Polonyalıların o zamanların türkçesindeki adı leh’ti. Polonya’nın adı ise lehistan...) Savaşın sonraki adı “avrupa harbi” oldu, daha sonra da “ikinci dünya Harbi”.

‘Şu haritaya bir bakın’

İngiliz, Fransız ve Rus heyetleri, aralarındaki siyasal ve askeri görüşmeleri sürdürürlerken, Moskova ile Berlin arasında bir başka süreç başlatılmıştı. O süreçte Almanya’nın Rusya’ya önerisi basitti. Özeti, şöyleydi: Almanlar diyordu ki Ruslara:

“İngiliz ve Fransızlarla ittifak edecekseniz, şu haritaya bir bakın. Biz Almanlarla siz Ruslar arasında bir savaş çıkarsa, Avrupa’nın doğusunda bizim ordularımız sizinkiyle çarpışır. İngilizler ile Fransızlar, sizinle ittifak kursalar bile bizim sizinle savaşımızı, sadece uzaktan seyreder. Birbirimizi bitirmemizi bekler. Dostlar alışverişte görsün diye bize biraz hava saldırıları yaparlar. Size yardım malzemesi gönderirler... Bizim birkaç şehrimiz hava saldırılarından zarar görebilir. Sıkıntıya düşebiliriz. Ama asıl kayıplara, birbiriyle karadan savaşacak olan ordularımız uğrar. O savaştan kazançlı çıkacak olanlar da sadece İngiltere ve Fransa olur.”

Özeti buydu, Almanların Ruslara, “Eğer İngiliz ve Fransızlarla anlaşırsanız” diye başlayan durum değerlendirmesinin... Değerlendirmenin ikinci bölümü ise “Eğer bizimle anlaşırsanız...” seçeneğini içeriyordu. Diyorlardı ki Almanlara:

“Gelin bırakın şu İngiltere-Fransa işini de, biz kendi aramızda anlaşalım. Bizim hedefimiz net: Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiğimiz toprakları geri almak. Siz de o savaşın içindeydiniz. İhtilalinizden sonra, savaştan çıkıp, topraklarınızın büyük bir kısmını kaybetmeye razı oldunuz. Sizin de o topraklardan geri almak istedikleriniz herhalde vardır. Gelin anlaşalım. Toprakları önce harita üzerinde paylaşalım. Sonraki gelişmelere göre, o paylaşmanın gereklerini uygulayalım.

” Paylaşımın esasları"

Sonuçta Ruslar, o gizli temaslardaki önerileri incelemişlerdi. Paylaşım teklifini, kendi aralarında değerlendirmişlerdi. Sonra da, Almanlarla oturup bir görüşme yaparak, bir plan üzerinde anlaşmışlardı. Buna göre, önce resmi ve herkesin bilgisine açık bir anlaşma metni hazırlanacaktı. Ama onun gizli protokolleri de olacaktı. Almanların başlatacağı harekâttan sonra, somut uygulamalar ona göre yapılacaktı.

Böylece, tüm dünyanın hayretle bakan gözlerinin önünde, 22 Ağustos günü oluşup, 23 Ağustos tarihli gazetelerde yer alan şu tablo ortaya çıktı: Sovyetler Birliği’nin resmi ajansı olan TASS, durumla ilgili ilk haberinde Almanya ile Rusya arasında bir “saldırmazlık paktı” imzalanacağını, o konuyla ilgili olarak Alman Dışişleri Bakanı’nın 23 Ağustos günü Moskova’ya geleceğini bildiriyordu.

Ama daha sonraki haberler ve yorumlardan anlaşıldığına göre, imzalanacak paktın adı “saldırmazlık” da olsa, gerçek içeriği ‘paylaşma’ydı.

O, tabii, anlaşmanın ana metninde yer almayacaktı. Ama bu gibi anlaşmalarda, genellikle, kamuoyuna açıklanmayan “ek protokol”ler bulunur. Onların içeriği de ancak uygulanmalarından sonra görülür. Burada da öyle oldu.

Bu yeni durumla ilgili sonraki gelişmeler şöyleydi: Ribbentrop 23 Ağustos günü, Moskova’ya geldi. Sovyet Dışişleri Bakanı’yla birlikte oturdular. Beraberlerindeki heyetlerin katılımıyla bir toplantı yaptılar. Ve daha önce hazırlanmış olan metinlerin imzalanması töreni gerçekleşti. Törenin bir bölümüne Sovyetler Birliği lideri Stalin de katılıp, fotomuhabirlerine poz verdi. 1939 yılının dünya politikasındaki en büyük sürprizin ilk aşaması tamamlandı.

Ruslar artık, İngilizler, Fransızlarla değil Almanlarla birlikte olacaklardı. İngiltere ve Fransa’nın “Ruslar da bize katılır” beklentisinin gerçekleşmesi bir yana, bunun tam tersine bir sonuç ortaya çıkmıştı. Rus-Alman işbirliği başlamıştı.

M.İ: Peki, Türkiye’de nasıl etki yaptı bu gelişme?

A.Ö: Bu, tabii, Türkiye’nin de beklentilerine aykırı bir durumdu. Gazetelerin haberleri ve yorumları, o gelişmenin ne kadar şaşırtıcı olduğunu gösteriyordu. Cumhuriyet’in başyazarı Yunus Nadi, başyazısında bu gelişme ile, eğer “bir harb (savaş) olacaksa”, o harbin “uzun süreceği”nin anlaşıldığını yazmıştı.

Moskova’da ortaya çıkan sonucun Türkiye’nin yöneticileri için de, tam bir sürpriz olduğu muhakkaktır.

Ancak şu belliydi: Türkiye, Moskova’daki imza töreninden sonra, Türk-Rus ilişkilerinin geleceği konusunda kötümserliğe kapılmamıştı. Bunda, Sovyetler Birliği’nin o sıradaki Ankara Büyükelçisi Terentieff’in Moskova’daki törenden sonra Türk meslektaşlarıyla yaptığı görüşmelerin de etkisi vardı. Terentieff her görüştüğü Türk diplomatına diyordu ki: “Moskova antlaşması Türk-Rus ilişkilerini etkilemez.” Avrupa’daki gelişmeler ise Alman-Sovyet antlaşmasından sonra, birdenbire hızlandı. Almanya’nın Çekoslovakya’nın Çek bölgesini işgal edip Slovakya’yı fiilen kendisine bağlamasından sonraki ilk hedefi Polonya’ydı. Almanya-Polonya arasındaki sınır boyunca bazı olaylar çıkmaya başladı. Ve takvimlerin 1 Eylül’ü gösterdiği gün, sabaha karşı Almanya’nın Polonya’ya saldırısı başladı.

Bu, aynı zamanda, İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması demekti. Hitler, bunu Reichstag’da yaptığı konuşmasındaki şu cümlelerle ilan etti:

“Polonya bu gece ilk kez bizim topraklarımızda düzenli orduyla ateş açtı. Saat 05:46’dan beri ateşe karşılık veriliyor. Şu andan itibaren bombaya, bombayla karşılık veriliyor. Kim insani bir savaş yönetiminin kurallarından ayrılırsa, bizim de aynı adımı atmamızdan başkası beklenemez. Ve ben bu mücadeleyi, imparatorluğun güvenliği ve hakları güvence altı na alınana kadar yürüteceğim”

Bu açıklamadaki “Polonya orduları düzenli orduyla Alman topraklarına girip ateş açtılar” iddiasının gerçekle hiçbir ilgisi olmadığı, yıllar sonra savaş tarihçilerinin araştırmalarının sonucu olarak ortaya çıkacaktı. Fakat o sıralarda, Almanya’da ne o günkü gerçeği ortaya çıkaracak gazete vardı, ne de devlet yetkililerine o konuda soru sorabilecek yerli veya yabancı bir gazeteci. Olayın arkasından gerçeğin öğrenilmesi o yüzden hayli gecikti.

Zaten o sırada herkesin öncelikli merakı, Almanya-Polonya savaşının nasıl çıktığı veya çıkarıldığı değil, o savaşın arkasının nasıl geleceğini öğrenmeye yönelikti.

O da hemen ertesi günden itibaren belli olmaya başladı.

‘Şeref’le başlatılan savaş'

Gözler, önce “müttefikler”deydi. Yani İngiltere ile Fransa’da. İkisi de Polonya’ya garanti vermişlerdi. Amaçları, Hitler’le birlikte görüşüp anlaştıkları Çekoslovakya konusunda, Hitler tarafından aldatıldıktan sonra, Hitler’in yayılma hareketlerinin mutlaka durdurulmasıydı. Kararı önce İngiltere verdi. 2 Eylül 1939 günü, İngiltere’nin Berlin’deki Büyükelçisi Henderson, Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop’a bir nota verdi. Notadaki talep şuydu:

Almanya eğer, Polonya’ya saldırısını durdurup o ülkedeki kuvvetlerini geri çekeceğine dair teminat vermezse, İngiltere, Polonya’ya olan yükümlülüğünü yerine getirecekti.

Yani Almanya’ya karşı savaşa girecekti. Bu notaya Almanya’dan bir gün sonrasına kadar bir cevap verilmeyince, İngiltere hükümeti, Almanya’ya bu defa bir ultimatom verdi ve talebinin gereğinin yerine getirilmemesi halinde, İngiltere’nin Almanya ile savaş haline girmiş olacağını bildirdi.

O ültimatomun ve Almanya’nın buna cevabının metinlerini, buraya alsak isabetli olur. Çünkü bu iki metin, birlikte, dünya tarihinin bugüne kadarki en kanlı savaşının başlangıcını oluşturan bir yazışmadır. (Bir şey daha var: Metinlerde diplomatik nezaketin gereği olan “şeref duyarım” üslubundan da vazgeçilmiyor.) 

İngiltere’nin ültimatomu: “... (İngiltere’nin notasının verilmesinden itibaren) 24 saatten fazla zaman geçtiği halde cevabı alınmamıştır. Bu duruma göre size, bugünkü 3 Eylül günü yaz saatiyle 11.00’e kadar Alman hükümeti tarafından istenilen tatmin edici teminat verilmediği ve bu teminat Londra’da majestelerinin hükümetine ulaşmadığı takdirde o saatten itibaren iki memleket arasında savaş halinin başlayacağını bildirmekten şeref duyarım.

Anadolu Ajansı’na Reuters’in öğleye doğru bildirdiği bu ültimatoma Alman hükümetinin cevabı da DNB’den biraz sonra geldi:

“Alman Reich hükümeti, İngiltere hükümetinin 3 Eylül 1939 tarihli ültimatomunu almıştır. Buna aşağıdaki şekilde cevap vermekten şeref duyar:

Alman Reich hükümeti ve Alman halkı, İngiliz hükümetinin ültimatom mahiyetindeki taleplerine muhatap olmayı, bu talepleri kabul etmeyi ve hele onları yerine getirmeyi reddeder.”

Berlin ve Paris’teki diplomatlar, Fransa ile Almanya arasındaki savaş halini de aynı şekilde “şeref duyarak” tespit ettiler.

Ve Almanya-Polonya savaşı başladığından üç gün sonra bir “Avrupa savaşı” haline geldi. Daha sonra da Rusya’nın – Almanya’nın “paylaşıcı”sı olduğu, Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika ve Fransa’nın Alman işgali altına girmeleriyle katılmak zorunda kaldıkları “Avrupa Savaşı” haline... Daha sonra da Japonya ve ABD’yle birlikte başka birçok ülkenin katılımıyla İkinci Dünya Savaşı haline...

Bu dizinin yarınki bölümüyle biz o savaşın ilk döneminin yazılarını tamamlamış olacağız.

 

Savaşın getirdiği yenilikler

PASİF MÜDAFAA’ 

Savaş diplomatik hayata bu gelişmeleri getirirken, tabii, günlük hayatı da etkiliyordu. Halkın savaş tehlikesine hazırlanması için ağustos ayında alınan tedbirler, eylül başında geliştirildi.

Büyük binaların bodrum katlarının sığınak haline getirilmesi mecburiyeti konuldu.

Bahçesi olan evlerin sahiplerine de, Kızılay’ın kazdırdığı siper şeklindeki örnek sığınakları görmeleri ve ona göre sığınak kazdırmaları ilan ediliyordu. Bu tabii, önce işsizlere yaradı, kazmayı sırtına alan mahalle aralarında ‘Sığınak kazarııız’ diye dolaşmaya başladı. Sonra da ‘Harpçilik’ oynayan çocuklara...

Bu arada bazı işini bilenler de, ‘Tayyare Bombardımanlarına Karşı Savunma Kılavuzları’ çıkarmayı meslek edinmişlerdi. Bunlar, İstanbul’da köprü üstünde, Ankara’da Ulus Meydanı’nda satılıyordu.

Gaz maskeleri

Korkulan bir şey de, savaşta zehirli gaz kullanılmasıydı. Radyo ve gazeteler, halka zehirli gaza karşı korunma usullerini öğretmek için seferber oldular. Kızılay da, harıl harıl ‘Halk maskeleri’ imal ettiriyor ve bunlar kurumun şubelerinde 6 liraya satılıyordu. Fakat bunları satın alabileceklerin sayısı pek az olduğu için halka asıl, ‘Mendillerini burunlarına tıkayarak gaz bölgesinden çıkmanın usulü’ gösteriliyordu.

 

İlk ‘Pasif Müdafaa’ tecrübeleri yangın ve zehirli gaza karşı yapıldı. Büyük şehirlerin üzerinden uçan uçaklar, İstanbul’da Taksim Meydanı’na, Ankara’da Sağlık Bakanlığı’na hücum ettiler. Yangın bombası manasına gelecek kırmızı kutularla, gaz bombası yerine geçen sarı kutular attılar. Ertesi gün gazetelerin bildirdiğine göre, ‘İtfaiye çıkan yangınları büyük bir başarıyla hemen söndürdü. Halk büyük bir intizam içinde vazifesini yerine getirdi. Gaza yakalanan birkaç kişi de zamanında yetişen sağlık ekipleri tarafından kurtarıldı.’

Savaşla birlikte mal darlığı başladı. Piyasadan ilk kaybolan çivi oldu. Daha eylülün ilk haftasından itibaren eski sandıklardan çivi söküp onları bir daha kullanmak usul haline geldi. Kalay, demir ve benzeri maddelerin fiyatları her gün biraz daha fırlıyordu. Gazeteler, ihtikârla mücadele lüzumunu, önce ihtiyatla, sonra hükümetten de teşvik görünce büyük büyük yazmaya başladılar.

 
   

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler