Ordan burdan, sağdan soldan
Son zamanlarda yayımlanan birkaç kitap arasında küçük bir gezinti.
Frida Kahlo
'Frida Kahlo ve Diego Rivera' sergisi İstanbul'dan rüzgâr gibi geçti. Ardında, 'Frida mı, Diego mu?' tartışmalarının yanı sıra birkaç da kitap bırakarak'
Pera Müzesi'ndeki sergi, kimileri açısından, Frida Kahlo ile Diego Rivera arasındaki bir 'maç'a dönüştü! Pek çoğu Kahlo'nun yanında yer aldı, Rivera'nın tarafını tutanlar ise azınlıkta kaldı! Sergiyle ilgili yazılar, sanat dergilerinin sayfalarını, gazetelerin sanat sayfalarını aştı, magazin basınının dedikodu sütunlarına kadar uzandı.
Sonuçta, 'Frida-Diego maçı'ndan Frida Kahlo'nun galip çıktığını belirtmek gerekiyor. Sanat yazarlarının büyük bölümü, Rivera'nın yapıtlarından çok, Kahlo'nun resmi üstüne yorumlar yazdı. Ancak 'galip çıkan', Frida'nın tümüyle kendine özgü resmi miydi, yoksa 'acı ve coşku yüklü trajik yaşamı' mı? Burası pek anlaşılamadı'
Benzer bir yaklaşım, sergi sırasında yayımlanan kitaplara da yansıdı. Rauda Jamis'in, Everest Yayınları'nın Unutulmayan Kadınlar dizisinden çıkan Aşk ve Acı: Frida Kahlo adlı kitabı elime geçmedi. Ama Christina Burrus'un, Yapı Kredi Yayınları'nın Genel Kültür dizisinden çıkan Frida Kahlo: Kendi Gerçeğimin Resmini Yapıyorum adlı kitabı elimde.
Burrus'un kitabı, yalnızca boyutlarıyla değil, hazırlanışı ve sunuluşuyla da bir el kitabı niteliğinde: At kitabı cebine, Frida'yla birlikte git her yere! Kahlo'nun pek çok yapıtı ve yaşamını belgeleyen pek çok fotoğraf sığdırılmış bu küçük kitaba. Toplam 120 fotoğraf, resim, desen ve mektup.
Chagall, Diego Rivera ve Frida Kahlo sergileri de düzenlemiş olan Alman sanat tarihçisi Christina Burrus, Frida'nın olağandışı sanat ve yaşamöyküsünü anlatıyor: Yırtık liseli kız Frida, erkek kılıklı Frida, komünist militan Frida, Tehuana yerlisi Frida, âşık eş Frida, yaralı eş Frida, baştan çıkarıcı Frida, tanrıça Frida, kurban Frida, ölüm saplantılı Frida, Meksikalı Frida'
Evet, Frida ile Diego, İstanbul'daydılar. Pera'daki sergi boyunca, çok kişi onları konuştu, onları düşündü, onları yazdı. Yine de yaşamları birbirinin içine bu kadar geçmesine, birbirini bu denli etkilemesine karşın, yaptıkları resmin bu kadar farklı olduğu bir başka çift var mıdır, bilmiyorum...
Katarakt
John Berger-Selçuk Demirel işbirliği yeni değil. Selçuk'un çizgileriyle Berger'ın metinleri, 1998 yılında yayımlanan Kıyıdaki Adam'da (YKY) da buluşmuştu. Berger'ın, göz ve görme konularında ne kadar 'takıntılı' olduğunu, yalnızca Görme Biçimleri'nden (Metis) değil, daha pek çok kitabından biliyoruz. Kızı Katya Berger Andreadakis'la yazışmalarından oluşan Tiziano: Su Perisi ile Çoban (YKY) adlı kitabı çevirirken de, Berger'ın, bir Rönesans ustasının yapıtlarına bakarken gördükleri karşısında şaşırmaktan alamamıştım kendimi.
Bu kez, Katarakt (YKY) adlı kitap, Berger'ı, bir başka 'görme biçimleri ustası' Selçuk'la yeniden bir araya getirmiş. Ama bu yeni kitabın kuşkusuz en çarpıcı özelliği, göz merceğinin saydamlığını yitirmesiyle meydana gelen bir görme bozukluğunu, 'perde' diye de bildiğimiz 'katarakt'ı konu alması. Başka bir deyişle, iki görme ustası, bir görme bozukluğunu yaratıcılığa dönüştürmüş.
Katarakt kitabında, Berger'ın 2009 yılında geçirmiş olduğu katarakt ameliyatına ilişkin notlarını, Selçuk görsel bir şenliğe dönüştürmüş. Berger'ın, 'sol gözündeki kataraktın alınmasından sonra' aldığı 'bazı notlar'ı, yazarın başka kitaplarını da dilimize çevirmiş olan Cevat Çapan Türkçeleştirmiş, Selçuk da görselleştirmiş...
'Kataraktın gözünüzden alınması belli bir unutkanlıktan kurtulmanız gibi bir şeydir' diyor Berger. 'Gözleriniz ilk kez gördüklerinizi yeniden hatırlamaya başlar. Bu yüzden gözlerinizin ameliyattan sonra karşılaştıkları bu durum bir çeşit görsel yeniden doğuşa benzer''
Beş paralık roman
İletişim Yayınları, Bertolt Brecht'in Beş Paralık Roman'ını yeniden yayımladı. Walter Benjamin'in sonsözüyle'
Brecht, 1928'de yazdığı ve ona dünya çapında ün sağlayan Üç Kuruşluk Opera adlı oyundan altı yıl sonra, 1934'te kaleme aldığı Beş Paralık Roman'da, 'insanî olan'ın her zaman 'temiz olmadığını' gözler önüne seren bir dünyayı yergili bir dille anlatmıştı. Kapitalist toplumun, yeraltı dünyasından kalkılarak yerden yere vurulduğu bu romanın yeniden gündeme getirilmesi, Marxçı yazarların nerdeyse unutulmaya yüz tuttuğu bir yayıncılık ortamında hiç kuşkusuz özel bir önem taşıyor.
Walter Benjamin'in, Brecht'i Anlamak (Metis) başlıklı derlemesinden aktarılan Sonsöz'ü de, Brecht'in romanının Marxçı yanını vurguluyor:
'Kapitalist toplumda insanlar arasındaki bulanıklaştırılmış ve aşağılanmış ilişkileri eleştiriyle aydınlatmaya girişen ilk kişi olan Marx, böylece bir satir öğretmeni, hatta neredeyse bir satir üstadı sayılır. Brecht de onun okulundan çıkmıştır. Her zaman için materyalist bir sanat olan satir, Brecht'le birlikte diyalektik bir sanat haline de gelmiştir. Aydınlanma çağının satirlerinde Fransızları eleştirel gözle inceleyen mandarin ve şahların sırtlarını Konfiçyüs ve Zoroaster'e dayamalarına az çok benzer bir şekilde, Brecht'in romanı da sırtını Marx'a dayar. Burada Marx, genelde büyük yazarların, özelde de büyük satiristlerin kendileriyle konuları arasına koydukları mesafenin boyutlarını belirler. Sonraki nesillerin bir yazara klasik derken sahiplendikleri de hep bu mesafe olmuştur. Gelecek nesillerin Beş Paralık Roman'ın içinden kolayca çıkacağını umabiliriz.'
Beş Paralık Roman'ın yeniden yayımlanmasının benim için bir başka önemi de, bundan yetmiş beş yıl önce dünyaya gelen ve otuz beş yıl önce henüz kırk yaşındayken bu dünyadan ayrılan Sevgi Soysal'ın Türkçesiyle yayımlanmış olması.
İlk kez, 1960'lı yıllarda, birbirine bağlı kısa öykülerden oluşan Tante Rosa'sıyla büyülemişti beni Sevgi Soysal. Sonradan, Yenişehir'de Bir Öğle Vakti ve Şafak adlı romanları, yalnızca 12 Mart öncesi ve sonrası edebiyatının değil, günümüz Türk edebiyatının da köşetaşları arasına girecekti.
Beş Paralık Roman'ı, okumadıysanız mutlaka okuyun derim. Yalnızca Brecht'in gerçek dünyayı zekice yansıtan sıra dışı dünyasından değil, Sevgi Soysal'ın Türkçesinden de etkileneceksiniz'
Sanat Mezat
İletişim Yayınları'nın, editörlüğünü Ali Artun'un üstlendiği 'sanathayat' dizisinden yayımlanan Sanat Mezat adlı kitap da, bence son günlerin en çarpıcı yapıtları arasında sayılmalı. Don Thompson'ın, 'küreselleşmeyle birlikte, ekonomiye egemen olan finans dünyasını yöneten spekülasyonun giderek sanatı da teslim alışını' konu edinen Sanat Mezat, 'çağdaş sanatın ve müzayede evlerinin bu tuhaf ekonomisi'ni araştırıyor: 'Müzayedeci, Mark Rothko'nun 'Beyaz Merkez' adlı tablosu için 72.8 milyon dolara çekici indirdiğinde, salondan uzun bir alkış yükselmişti. Kutlanan neydi? Alıcının zenginliği mi? Egosunun zaferi mi? Estetik beğenisi mi? Yeni bir rekor fiyat mı? Müzayede çekici indiğinde, fiyat değere eşitlenmiş olur ve bu, sanat tarihine geçer. Fiyat, sanat tarihinin artık bir çek defteriyle ne kadar kolay yeniden yazıldığını göstermektedir''
Sanat Mezat kitabıyla ilgili olarak, dizinin editörü Ali Artun'la yaptığım söyleşiyi gelecek hafta 'Yeryüzü Kitaplığı'nda okuyacaksınız'
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti