Postmodern İddia
Heterojen düşüncenin her kavramı adeta bir "stil" haline dönüştürdüğü, kavranamayacak kadar uçucu ve özgürleşme paradigmasına yaslanmasına rağmen topyekün bir tarihin ifşasını kuşanmış postmodernizm, kolajlardan ve imajlarla örülü, zayıf göstergelerin ele geçirdiği toplumsal varlıktan beslenerek, pratiğin toplumsal ve tarihsel bir teorinin sonucu veya diyalektik oluşuna karşı çıkarak reddin mirasına soyunup bir "meta teoriler" yüzyılına adını yazdırmayı hedeflemiştir.
Tabi bu türden bir kafa karışıklığı, ötekinin yeniden ve şiddetle farkında olmayı gerekli kılan düşüncesini, ‘aynı anda her şey olabilmek’ gibi belirsiz ve üslupsuz bir noktaya taşıyarak her türlü olgunun içini kimliksizlikle boşaltmaya uğraşmıştır. Hem muhafazakar hem ayrıksı, hem özgürlükçü hem kısıtlayıcı, aynı anda olağan ve onulmaz biçimleriyle şans eseri bir oluş halini, yani rastgele ve göreli oluş durumunu işaret etmektedir.
Postmodernizmin ortaya çıkış serüveni üzerine düşünmek uzun bir yoldur ve bunun toplumsal yansımalarını irdelemek ve tahayyüllerini oluşturmak Zygmunt Bauman gibi önemli düşünce adamlarının sınırlarını belirlemektedir. Postmodernizm her ne kadar toplumsalın sonu veya Batı rasyonalitesine karşı bir tavır olarak görünse de, muğlak retoriğine rağmen ilerlediği alanda kaçınılmaz olarak kendi iç çelişkisine saplanıp kalmaktan kurtulamamıştır.
Bauman, postmodern dönemin bu çelişkilerinin ciddi biçimde yaşandığı ve aklın ve aydınlanmanın sonucunda dahi yaşanan her türlü dramın ardından bugün, şeyleri sosyolojik olarak ele alışında kalemini kaygan ve değişken bir zemin üzerinde oynattığının pekala farkındadır.
Toplumsal olanın süratle yalnızlıkla cezalandırıldığını ve insan ilişkilerinin bireyselleşme erozyonu çerçevesinde hep yeniden başka durumların keşfi isteğine doğru sürüklenen bir insanlık modelini ortaya çıkardığını postmodern teoriden yola çıkarak izleyebiliriz. Tüketimin neredeyse ışık hızıyla gerçekleştiği, devşirme ve değiştirme kavramlarının, el yordamıyla birleştirilmiş parçalardan oluşmuş bir güncelliğe doğru her an ilerlediğine tanık oluyoruz. 1960’lardan sonra ifade biçimlerindeki köklü değişimlerin, temel görenekler ve ideolojilere olan tavrın karşısında simülasyon, yapıbozum, kaos, kimlikler, kurgu gibi başat sözcüklerin iktidarını kuruyor olması biraz kafa karıştırıcı görünüyordu.
Modernitenin sorgulanmaya başlaması dönemi postmodernist kuram açısından bu anlamda verimli bir dönemi işaret ediyordu. Postmodern kuram aslında nihilizm eşiğine varan odağını, modernizmin idealist veçhelerinden uzaklaştırırken, bozguna uğratmayı iddia ettiği sahiplenici gelenekten daha da azılı bir saklı süper güç yarattığının farkında mıdır tartışılır. Makro açıdan bakıldığında siyasete, toplumsala, insan ilişkilerinin etiğine ve tarihsele olan uzaklığından ve gelenekselin ötelenmesine dair çabasından yeni ve güçlü bir önerme çıkarıp çıkaramadığı bir tartışma konusu olsa da, postmodern konformist doğasının çelişkilerini insanın temel gereksinim ve ilişkilerinde yarattığı garip değişimlere açıkça mal etmeye devam etmektedir.
Bauman ve Akışkan Aşk
Zygmunt Bauman ülkemiz okurları tarafından özellikle son yıllarda ilgiyle takip edilen Polonya asıllı bir sosyolog ve filozoftur. Postmodern kuram açısından önemli isimler arasında kabul gören Bauman, yoksul Yahudi bir ailenin çocuğu olarak İkinci Dünya Savaşı başladığında, ailesiyle birlikte Sovyetler Birliği’ne göç etmek durumunda kalmıştır. Rusya’da Polonya ordusuna katılarak o dönem bilfiil savaşın bir parçası haline dönüşür ve dört yıl boyunca burada kalır. Komünist olduğunu gizlemez ve fikirlerini açıkça ifade edebileceği küçük yazılar kaleme almaya başlar. Ordudaki görevini sürdürürken aynı zamanda sosyal bilimler lisansına devam eder ve bir süre sonra yardımcı okutman olarak Varşova Üniversitesi Felsefe ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde göreve başlar. Bauman’ın akademik hayatıyla birlikte başlayan düşünce serüveni de bu anlamda önemli bir ivme kazanmış olur. Bir süre sonra Polonya’daki anti-siyonist dalganın ve bazı manüplasyonların artmasıyla birlikte üniversitedeki görevine son verilir. Bu süreçten sonra, adeta bir sürgün ve göçmen hayatı yaşamaya başlayan Bauman, birçok ülkenin üniversitesinde çalışmalarını belli aralıklarla sürdürür ve sonunda İngiltere’deki Leeds Üniversitesi’nde 1990’da profesörlük ünvanıyla emekli oluncaya dek bulunur. Önemli başlıca kitapları : Yasa Koyucular İle Yorumcular ( 1996), Özgürlük (1997), Modernite ve Holocaust ( 1997), Postmodern Etik, ( 1998), Sosyolojik Düşünmek (1998), Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar (1999), Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları (1999), Siyaset Arayışı (2000), Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları ( 2000), Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri (2000), Parçalanmış Hayat –Postmodern Ahlak Denemeleri ( 2001), Modernlik ve Müphemlik (2003), Bireyselleşmiş Toplum ( 2005) olarak sıralanabilir.
Elimde son günlerde Bauman’ın insan ilişkilerini irdelediği Akışkan Aşk kitabı var. Son derece zeki bir düşünsel yapıyla her zamanki gibi ustalıkla ördüğü cümleler, Bauman’ın anlatmak istediği şeyi nasıl anlattığı konusunda beni yine keyiflendirmeyi başarıyor. Modern sonrası dönemin umutsuz ve inanmaktan korkan yeni nesil kadın ve erkek ilişkilerini irdeleyen kitabın aslında temel düşüncesi, güvenmeyi reddederek hem kendi içinde iki kişilik bir yalnızlık yaşayan hem de karşılıklı olarak tekrar bunun tezahürünü yaşayan insanların endişelerinden oluşuyor. Hiper bir dünyanın, teknolojik kirlenmişliğiyle saf kalmaya zorladığı ve bunu keskin hatlı bir senaryoya dönüştürme çabası yaşadığı insanın, saf olanın peşinde toza dumana bulanmış bir yabancı olarak kalakalışının bir saptaması bu…“Aşk iktidar açlığının Siyam ikizidir, ayrıldıklarında ikisi de hayatta kalmaz” “Şeylerin ve insanların ne olması gerektiğine dair kesinliklerimiz vardır”.
İlk bölümden itibaren rasyonellik, bağlanmak, kalıcılık, yoksunluk duygusu, sessiz sözleşmeler gölgesindeki varlıklarımız, sanal buluşmaların sınırlı-alışverişlerine meydan veren bencilce kabullenme duygusu, elektroniğin garanti ettiği yer değiştirme ve uçuculuk beraberinde gelen kolaycılık, bağlantıda kalma ama bağlanmama iç güdüsü, kente ait olmanın ve modern olmanın yarattığı öfkeyle ve şiddetle psişik kabul ettiğimiz bir çekicilik ve gizlenme, hatta bunun ilişkilerimiz üzerindeki etkileri, baskı altında hissetmenin diyeti olarak kusursuz bir yalnızlık duygusu, mesafenin temasa olan etkisizliği üzerine hırpalayıcı aforizmalar… Zygmunt Bauman: Akışkan Aşk/İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair…
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- Colani’nin arabası
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması
- 'Bıyık altından gülüyorsunuz'