Sermayenin küreselleşmesi...
Tek pazara dönüşen dünyada, aydınlatan, uyandıran değil; beyinleri uyuşturan bir görsel ve yazılı medyanın esiri olmuş, egemen tek dil olan İngilizcenin etkisinde, kendi kültüründen kopuk, üreten değil tüketen, tüketen ve durmadan tüketen insanlardan oluşan bir toplum.
İstanbul’da yüzün üzerinde alışveriş merkezi var. Gazetelerde çıkan haberlerden öğrendiğimize göre bu sayının 300’e çıkması hedefleniyormuş. Başbakan geçtiğimiz günlerde bir alışveriş merkezinin daha açılışını yaparken (Bir yazar soruyor, başbakanlar alışveriş merkezi açar mı? Türkiye’de açar) “Türkiye değişti, artık bakkalların dönemi bitti” duyurusunu yaptı yurttaşlara. Televizyon ekranlarından seçmene seslenirken “Bu hayatın gerçeği artık kabul edelim” diye de ekledi.
Başbakan’ın “değişim” ve “hayatın gerçeği” dediği, kimi neoliberal takımın da zaman zaman koro halinde, yürekten benimsediği, desteklediği, yüzyılımızı esir alan “küreselleşme” yani uzmanların deyişiyle, “sermayenin egemenliğinin” bir somut örneğidir. Sorun, elbette ki, alışveriş merkezleriyle bitmiyor, sermaye dediğimiz büyük “merkez” gücün (1) çevreyi (gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler) kendi egemenliğine hapsetmesi, sonuçta salt ekonomide değil, siyasal ve toplumsal yaşamda da değişimlere yol açıyor. Nihayetinde ise, “toplumsal değişim”, daha doğru bir deyimle “toplumsal dönüşüm”, “tek egemen güce” kayıtsız koşulsuz teslimiyet oluyor ki, bu da bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin ne acıdır ki yazgısını belirliyor.
Dünyayı tek pazara \tdönüştürmek
Egemen sermaye, “dünyayı tek pazara dönüştürmek” olan temel amacına böylece de ulaşmış oluyor.
Dr. Erdal Atabek’in geçtiğimiz haftalarda yaptığı “Küreselleşme ile değişen sosyal değerler” söyleşisinden çıkardığımız sonuçlardan biri de buydu. Prof. Bülent Berkarda’nın tam 11 yıldır aralıksız ve büyük bir azimle sürdürdüğü Aydınlanma Söyleşileri kapsamında düzenlenen bu toplantıda Atabek, ortaçağın totaliter rejimlerinden günümüze uzanan değişimlerin son noktasını küreselleşme olarak koyarken, bellenecek ikinci önemli nokta olarak da şu saptama ortaya çıkıyordu: Ortaçağın ardından gelen aydınlanma çağında esas olan insandı, küreselleşme rüzgârında ise insanın yerini sermaye alıyordu. Çünkü dünya tek pazara dönüşürken, yaratılmak istenen de düşünen, sorgulayan, araştıran, üreten insan yerine, şablon insan tipiydi.
Alışveriş merkezleri
Tek pazara dönüşen dünyada, aydınlatan, uyandıran değil, beyinleri uyuşturan bir görsel ve yazılı medyanın esiri olmuş, egemen tek dil olan İngilizcenin etkisinde, kendi kültüründen kopuk, üreten değil tüketen, tüketen ve durmadan tüketen insanlardan oluşan bir toplum. Durum böyleyken, toplumu, üretime, kültüre, bilime, aydınlanmaya yönlendirecek kurum ve uygulamalar yerine, peş peşe alışveriş merkezleri açmanın acı gerçeği de ortaya çıkmış oluyordu böylece. Küreselleşmenin bu boyutunu, Prof. Dr. Gülten Kazgan’ın “Küreselleşme ve Yeni Ekonomik Düzen” kitabından da öğreniyorduk. Konunun derinlemesine uzmanı olan araştırıcı bilim insanı Kazgan, küreselleşmenin on yıl sonra, bugün geldiği noktayı daha o tarihlerde, yani kitabın yayımlandığı 1997 yılında öngörüyor.
“Serbest piyasa ekonomisi, serbest dış ticaret-serbest sermaye hareketlerinin gelişmiş, yarı gelişmiş, gelişmemiş ne kadar ülke varsa hepsini kapsamak üzere yola çıktığını” söyleyerek, bunların temelinde küreselleşmenin baskısı olduğuna değiniyor ve şöyle bağlıyor:
Türkiye’nin\t\t\tbugünkü durumu
“Bu da ülke sınırlarını yıkma amacında, devletleri küçülterek şirketlerin egemenliğini kurmayı istemekte; bürokratik her türlü engeli yıkmayı hedef almış. Bütün dünyayı serbestçe kendi kâr planının uygulama alanı olarak görmekte.” (2) Bu saptama, tüccar zihniyetli ve iç dinamiklere sırtını dönüp, dışa bağımlı bir iktidarın yönetiminde, “küresel esaretin” getirdiği toplumsal, ekonomik ve siyasal kayıpların yaşanmakta olduğu Türkiye’nin bugünkü durumunu yansıtmıyor mu?..
ABD’nin, yani merkez gücün, kitle kültürünü yaratmadaki üstünlüğüne gelince; “Herkesi aynı potada kaynatıyor. Her yerde aynı sayıda gencin blucin giyip, hamburger yiyip, koka kola içerken pop müziği dinleyip pembe dizi seyretmesi...” (3) de Türkiyemizin değişen toplumsal yapısında kendini gösteriyor. Ama bunun da ötesinde, küreselleşmenin getirdiği bir diğer boyut, “ulus-devletin aşılması ve alt-kimliklerin güçlenmesi” (4) ki yine ülkemizde bu değişimi en çarpıcı biçimde yaşamaktayız. Kazgan kitabında etnik ayrışımların ortaya çıkıp güçlenmesini de ulusal pazarın yerini uluslararası pazara bırakmasıyla açıklıyor ve şöyle bağlıyor:
“Etnik grupların bu durumda, ulus devletin içinde kalmasının bir anlamı kalmıyor, uluslararası pazar nasıl olsa herkese aynı ölçüde açıktır.” (5) İşte bizde ulus devleti zayıflatma çabalarının nedeni de böylece ortaya çıkmış oluyor, ulus devletin yapıştırıcı özelliği olan ekonomik işlevini yok etmek için ne mümkünse yapılıyor.
Ne ki sadece bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş Batı dünyasında da sağladığı kimi yararlara karşın küreselleşmeye karşı seslerin yükseldiği gerçeğine, açık toplumun babası George Soros bile şu görüşüyle katılıyor: “Açık toplumu tehdit eden aşırılıklardan biri devlet hâkimiyetine götüren totaliter öğretilerse (devletin büyümesini totaliter öğretilerle eşdeğer görüyor), diğeri de büyük çalkantılara gebe olan liberal kapitalizmin aşırılıklarıdır.” (6) Nitekim “vahşi kapitalizmin” kendi sonunu hazırladığı görüşüne Kazgan da katılıyor. Küreselleşmenin de bir gün sonunun geleceğini düşünüyor, “Yeni dünya düzeninin hem uluslararası siyaset, hem ekonomik boyutuyla sonunun geleceği savı bir ‘kehanet’ değil, bir doğa kanunu. Evrende canlı-cansız sonu olmayan hiçbir varlık, nesne yok. Aynı kanun toplumlar ve onun kurumları için de geçerlidir” (7) diyor. Ancak bu sonun “sessiz-gürültüsüz” değil, çok fırtınalı olabileceğini de daha o yıllarda öngörüyor (8).
Ki Türkiyemiz her alanda gerçekten de çalkantılı, sancılı bir dönemi yaşıyor ve vahşi kapitalizmi, sermayenin egemenliğini yıkacak en büyük kitlesel eylem olarak da TEKEL işçilerinin o yürekli direnişlerinde simgeleşiyor.
Değerli yazar, doktor Erdal Atabek de yararlarının ötesinde, toplumsal değerleri yok etmesi bağlamında sonsuz zararları olan “sermayenin küreselleşmesinin” “emeğin küreselleşmesi”yle sonunun geleceğini söylüyor. TEKEL işçilerinin direnişine, yurt genelinden tüm emekçilerden destek gelmesi, belki de bu sonun başlangıcı oluyor.
l) Küreselleşme ve Yeni Ekonomik Düzen, Prof. Dr. Gülten Kazgan, Altın Kitaplar 1997
2) Aynı kitap, sayfa 10
3) Aynı kitap, sayfa 26
4) Aynı kitap, sayfa 217
5) Aynı kitap, sayfa 218
6) Aynı kitap, sayfa 189
7-8) Aynı kitap sayfa 214
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi