Sinemanın büyülü ışıltısı

İlk gecenin yıldızı Charlotte Rampling'in yalın bir dileği vardı: Seyircilerin, yorumladığı karakterlerin ardında kendilerini tanıyabilmeleri, insanlık gerçeğinden yansımalar bulabilmeleri.

Sinemanın büyülü ışıltısı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 04.08.2012 - 12:44

65. açılış gecesinin İsviçre’nin ulusal bayramıyla aynı güne denk gelmesi, festivale farklı bir ses getirdi. Sıcak yaz gecesinin ayışığı altında, Piazza Grande’yi dolduran 8 binden fazla seyirci, koltuklar üzerinde buldukları Uzakdoğu türü krepon kâğıtlı iri fenerlerin pilli küçük lambalarını yakarak başları hizasında sallamaya başlayınca, festivalin farklı kimliği büyülü bir ışıltıyla dalgalanıverdi.

Bir de sürpriz vardı: İsviçreli ünlü mezzo soprano Giuliana Castellani, ulusal marşı çocuk korosu eşliğinde, ülkesinin üç resmi dilinde seslendiriyordu. Tüm dünyayı saran milliyetçilik rüzgârlarının, ülkelerinin en önemli uluslararası film festivalinde bile yankı bulmasından hiç de hoşnut olmayanlar, en azından İsviçre’nin çokdilli ve çokkültürlü kimliğinin vurgulanmış olmasıyla avunmaya çalışıyorlardı. Ayrıca, 170 yıllık ulusal marşlarının yenilenme sürecinde olduğu da böylece dünyaya duyurulmuş oluyordu.

Pek alkışlanmayan, ulusal nitelikli bu ilk adımın ardından, sınır tanımayan yeni bir gizemli sinema yolculuğu başladı. Festival 65 yaşında emekli olmaya hiç de niyetli değildi. Elimizdeki kalın kataloğun eklektik içeriği, bırakın emekliliği, tam tersine, Locarno’nun yeni bir atılım içinde olduğunu gösteriyordu.

Temel çizgiden sapma yoktu; ne genç yönetmenler ne de sanat sinemasının zor sayılabilecek kimi deneysel örnekleri yine dışlanmamıştı. Ancak, popüler sinema bu yıl birkaç basamak daha yukarılara taşınmıştı. Piazza Grande’de neredeyse her gece ünlü bir oyuncu ya da yönetmen konuk edilerek ödüllendirilecekti. Locarno gelecekte daha da “vazgeçilmez” olmayı hedeflemekteydi.

İlk gecenin yıldızı Charlotte Rampling’di (1946). Vakur duruşu, mesafeli tavrı ardında gizlenen sıcak kimliğinin gözlerine yansımasını engelleyemeyecek kadar heyecanlı ve mutluydu. Kendisine verilen ödülü tanımlayan mükemmeliyet kavramının erişilmezliğini anımsatırken içtenlikliydi. Luchino Visconti’den (1906-76) “genç yönetmen” Steve McQueen’in (1969) son filmi “Shame”e kadar onlarca unutulmaz karakter yaratan Charlotte Rampling’in yalın bir dileği vardı: Seyircilerin, yorumladığı karakterler gerisinde kendilerini tanıyabilmeleri, insanlık gerçeğinden yansımalar bulabilmeleri...

Bir şampanya markasının adını taşıyan ödülün ardından izlenen Nick Love’ın polisiye filmi, hoş bir şampanyanın kabarcıkları gibi geceyi serinletmenin ötesine geçemiyordu. Katıksız sinefiller için, yandaki kapalı salonda bir Otto Preminger filmi programlanmıştı.

Ertesi gece ödül alma sırası Alain Delon’daydı (1935). İlk kez geldiği Locarno’yu sevmişti. “Madem festivalin dünyada daha geniş kitlelerce tanınmasını istiyordunuz, beni davet etmek için neden 50 yıl beklediniz!” derken, kendisi kadar festivali de önemsiyordu herhalde. Cuma günü yapılan açıkhava toplantısında da keyifliydi Delon. Visconti, Antonioni, Melville gibi hem sahneleme sanatını, hem oyuncu yönetimini hem de kamera gerisinde görüntü yönetmenliği yapmayı bilen usta sinema adamlarının artık yetişmediğinden yakınıyordu. Son yıllarda film çekmek istememesinin nedeni de buydu. “Ben aslında söylendiği gibi zor bir oyuncu değilim. Sadece bu temel niteliklere sahip olmayan salak yönetmenler için zor bir oyuncuyum” diye ekliyordu gülümseyerek.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler