Sosyal Hukuk Devleti mi Zorba Devlet mi?..
Kuzeybatı Avrupa ülkeleri çoktan sosyal devleti gerçekleştirmiş, kişiler sağlık ve yaşlılık konusunda devletin güvencesi altındalar. Kimse “yaşlılığımda evladım beni kapı önüne koyar mı” endişesinde değil. Din ile devlet işleri 17. yüzyıldan beri ayrılmış. Kimse Hıristiyanın ılımlısını aramıyor. Şimdi Batılı devletlerde, hukuk devleti ya da hukukun üstünlüğü çoktan gerçekleşmiş.
Hukuk devleti, idare edilenlere hukuk güvenliği sağlayan adaletli düzeni ifade eder. Hukuk devletinin olmazsa olmazları; devlet yöneticilerinin hukuka saygılı olmaları, temel insan haklarının güvence altına alınması, yasama ve yürütmenin işlemlerinin bağımsız yargı denetimine tabi olmasıdır. Anayasanın 125. maddesine göre idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir. 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yer almayan sosyal devlet ilkesi ise 1961 ve 1982 anayasalarında yer almıştır. Bu ilke vatandaşın sosyal durumu ve refahı ile devletin ilgilenmesi anlamına gelir. Devlet ulusal gelirin toplumda adaletli dağılımı için gerekli iktisadi tedbirleri almak, bireyin insan haysiyetine yakışır, asgari yaşam düzeyini sağlamak zorundadır. İnsan hakları genellikle koruyucu haklar, isteme hakları, katılma hakları olarak üçe ayrılır. Her bir hak için AİHM’ye başvuru hakkı bulunmaktadır.
Birinci kuşak, koruyucu haklar içinde yer alan özel hayatın gizliliği ve korunması hakkı, anayasanın 20. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde koruma altına alınmıştır. Ayrıca AİHS 9. maddesi düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, 10. maddesi ifade özgürlüğü ile ilgilidir. 8. maddenin 2. fıkrası özel hayatın gizliliğinin korunmasının sınırlarını belirlemektedir. Bu hak ancak kamu güvenliği, kamu düzeni, ekonomik refah, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlık, ahlak veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için sınırlandırılabilir. Bu sınırlamaların yasayla konulması ve demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde olması gerekir.
Özel hayatın korunması
Yukarıda sözü edilen hakların her biri bağımsız görünse de, 20. yüzyılın temelini oluşturan laik, sosyal hukuk devletinin oluşmasında önemli rol oynar. AİHS 8. madde ile korunan özel hayatın korunması ve konut dokunulmazlığının telefon ve ortam dinlenmesi yoluyla kısıtlanması, kişilerin düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlamanın en iyi yöntemidir. Hatta düşünmeyi tehlikeli sayan bu görüş, bireyi madde bağımlılığından öte tehditlere maruz bırakmaktadır.
Hollywood yapımı filmler ve marka merakı, kişiyi tekdüzeleştirmekte, düşünmekten yoksun insanlar dinlenme korkusu altında zihinsel ve maddi yönden fakirleşmektedir. Bugün ülkemizde 1930’lu yıllarda faşizmin ayak seslerini duyan ve buna tepki göstererek ABD’ye kaçan Frankfurt Okulu (Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü) mensubu çoğu Yahudi kökenli aydınların endişelerini yaşamaktayız. Özgürlükten kaçışı irdeleyen Erich Fromm, otoriter kişiliğin ortaya çıkışını sorgulayan Adorno ve “Tek Boyutlu İnsan”ı yazan Marcuse sinsice gelişmekte olan oluşumun farkındaydı. Yaptıkları tüm deneysel çalışmalar Alman halkının otoriteye “uyum” konusundaki eğilimini açıkça gösteriyordu.
Psiko-sosyal çalışmalar
Diğer yandan 1929 yılında Fransa’da kurulan tarihçi okulun çıkardığı derginin adını taşıyan “Annales Okulu” yazarları Braudel, Febvre, Bloch, Foucault ve diğerleri disiplinlerarası bir tarih felsefesi yaratmaya çalışmıştır. Bu okul tarih bilimi ile toplum bilimlerini birleştirmeye çalışmış, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel tarihi siyasi tarih ile birleştirmiştir.
Bugün Türkiye’de geç olsa da bu tür tarihi ve psiko-sosyal çalışmaların yapılması için bir çaba gösterilmesi zorunlu hale gelmiştir. Kurulacak bir enstitü, kişilerin ve toplumun sosyal davranış normlarını tarihsel açıdan inceleyerek, sosyal ve ekonomik gereksinimlere uygun normları belirlemede yardımcı olacaktır. Kişilerin kimlik özellikleri ile toplum kimliği konusundaki ilişkiler araştırılmalıdır. Yoksa bizim toplumumuz gerçekleri görmemek için kaçan göçebe bir toplumdan başka bir şey değil midir? Bakıp görmeyen gözler ve görüp sesini çıkarmayan sindirilmiş aydın arasındaki iletişim sorunu çözümlenmeli, “uyum” adı altında bastırılmış ya da akıllaştırılmış tarihi kazanımlar ve suçluluk duyguları açığa çıkarılmalıdır. Bir yanda duygu ve ahlak çöküntüsü içinde etiğe sığınan aydınlar, diğer yanda maddi çıkarlar ve inandıklarını sandıkları ütopyalar için gerçeklere gözünü kapatmış ikinci dünyalılar bu topluma ne kazandırabilir?
Avrupa’da 1648 Westfalya Barış Antlaşması ile kurulan ulus-devlet kamu adına bireyin davranışlarını kontrol altına alabiliyordu. Jandarma devletin bir diğer görevi merkantilist ekonomik politikaları uygulamak idi. Foucault modern çağda meydana gelen “yola getirici iktidar”, “toplumsal denetimde gözetim tekniği”ne dikkati çekmiştir.
Aydınlanma filozofları dünyanın büyüsünü bozarak, aklın egemen olduğu bir düzeni kurmak için kanunlaştırmayı bir araç olarak gördüler. Hayek, oluşan kanun (nomos) ile yapılan kanuna (thesis) örnek olarak, adil davranış kuralları ile organizasyon kuralları ayrımından söz eder. Ona göre “demokratik hükümet” diye adlandırılan şey, çoğunluğun görüşüne değil, hükümetin özel yararlar -bir tür rüşvet- bahşederek desteğini satın almak zorunda olduğu baskı gruplarının çıkarlarına hizmet etmesidir. Aksi halde taraftarlarını muhafaza edemez. Önemli olan özgürlüğün disiplinidir. İnsan en çok kendi arzularına karşı medenileşmiştir. Demokrasi hiçbir zaman çoğunluğun sınırlanmamış iradesinin yönetimi anlamına gelmez.
20. yüzyılda gelişen Kelsen’in pozitivist hukuk anlayışı ve doğal hukuk kuramından farklılıkları yanında sosyolojik hukuk akımı ile birey ön plana çıkmış, bireyin -hatta- devlete karşı korunması yolları modern anayasalara girmiştir. Postmodernizm olarak da adlandırılan küreselleşme evresinde ise hem devletlerin hem de bireyin uluslar ötesi bağımlılığına çözüm getirecek normlara gereksinim duyulmaktadır. Habermas hukuk alanında rasyonaliteye yönelir, hukuk ile ekonomi ve devlet ilişkilerine odaklanır, para ve siyasal güç kullanımının kurumlaşmasından söz eder. Tacir devlet, kazanca yönelirken, kişiler arasında hakça dağıtım ve adalet sürecine katkıda bulunmalıdır. Güç, adaletin yerine geçtiğinde ortada devlet kalmaz.
Bu durumda tutunamayanlar devleti eylemsel güçleriyle zora sokabilir. Tutunacak bir dal bulmak için her şeyi göze alan ve devletine güvenemeyen çaresizlerin sorunları aşılmadıkça, otoriter ve korku salıcı öğeler kendiliğinden etkisiz hale gelebilir.
Hak arama özgürlüğü
Lacan’ın savunduğu yönlendirici kişisel arzuyu; dinleme ve elde edilen bilgileri açıklama tehdidiyle alt etmek mümkün müdür? Hangisini yeğlersiniz? Her biri kendi bacağından asılacak koyunlar olmayı mı, sosyal devletin dayanılmaz iktidar gücünü mü? Hak arama özgürlüğüne güvenmeyenlerin kan davasını mı, kişisel öç ve rövanş için hukuk devletini yok etmeyi göze alanları mı? Hukuk zenginlere farklı kurallar uyguluyor ise devlet bunun neresinde? Eşitlik, adalet, hakkaniyet hukuk kitaplarında okutulan masallar mı? Ya laiklik? Dini siyaseten kullanmak isteyenlerle gerçek dinciler arasındaki bir kavga mı?
Bu tür soruları yanıtlamak zor değil. Yeniden keşfetmeye gerek yok. Kuzeybatı Avrupa ülkeleri çoktan sosyal devleti gerçekleştirmiş, kişiler sağlık ve yaşlılık konusunda devletin güvencesi altındalar. Kimse yaşlılığımda evladım beni kapı önüne koyar mı endişesinde değil. Din ile devlet işleri 17. yüzyıldan beri ayrılmış. Kimse Hıristiyanın ılımlısını aramıyor. Şimdi Batılı devletlerde, hukuk devleti ya da hukukun üstünlüğü çoktan gerçekleşmiş.
Laiklik mi sekülerlik mi daha iyi diye bir endişe yok. Biz ne yapıyoruz? 86 yıldır süren Cumhuriyetin niteliklerini tartışıyoruz. Onun temellerini ve kurucusunu reddetmeye çalışıyor kimileri. Kazançları ne olacak? Güç ve korku imparatorluğu. İtaat ve sadakat. Eleştiriye tahammülü olmayanların en sevdiği yol. O zaman biz ne olacağız? Teb’a (sadık kul). Tabi olanlar ilahi gücün kendilerine verdikleri ile yetinmek zorundadır. Tıpkı borç batağında kafa tutan yöneticilerimiz gibi. İçeride ceberrut dışarıda mülayim devlet nerede görülmüştür?
Tüm bu sözler size afaki geliyor ise daha açık olalım. İçeride; korku yerine sevgiyi, sadaka yerine sosyal devleti, geçmişin intikamı yerine, bu günün değerlerine sahip çıkmayı, çıkarınız aksini gerektirse bile olması gerekeni yapmayı, dışarıda ise devletin ve vatandaşın onurunu ve güvenini korumayı hedefleyin. Tüm bunları yapın ki, hukuk, siyaset, toplum yozlaşmasın.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti