Starsailor sonrası bir başına

İngiliz rock grubu Starsailor'ın vokalisti, gitarist, ozan şarkıcı James Walsh, grubun faaliyetini durdurmasından sonra son birkaç yıldır solo kariyerini sürdürüyor.

Starsailor sonrası bir başına
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 08.01.2013 - 13:03

Suzanne Vega ile çalıştığı ilk kısaçaları “Live At The Top Of The World”ü 2010’da çıkardı, Kevin Sampson’ın 1990’ların Britpop dönemini anlatan romanından uyarlanan “Powder” adlı filmin müziklerini  yaptı. Sinema ile ilgili ikinci çalışması ise, Chuck Palahniuk’un “Lullaby” adlı romanına (Türkçesi Ninni adıyla yayınlandı) yapılan uyarlama ile oldu. Film için yaptığı müzikleri aynı adı taşıyan ilk solo albümüyle Eylül 2012’de yayımlayan Walsh, 17 Ocak’ta İstanbul’a geliyor. Babylon’da vereceği konser öncesinde kendisine yönelttiğimiz soruları yanıtladı.

Solo albüm kaydetmek Starsailor albümlerini kaydetmekten farklı olmalı. Tek karar verici olunca müziğiniz daha deneysel bir bakış açısı kazandı mı?

“Lullaby”ı kaydetmek bazı açılardan daha kısıtlayıcıydı. Çünkü bir senaryoya bağlı olmak durumundaydık ama bu iyi bir sonuç verdi. Sahnelerle ilişkili olarak farklı müzikal atmosferler yaratmak söz konusuydu. Bazen boş bir kanvas üzerinde çalışmak korkutucu olabiliyor; bu nedenle belli bir odak noktasının olması güzel bir duygu.

Film için müzik bestelerken, her zamanki yöntemlerinizin dışına çıktınız mı?

Biraz farklıydı. Dediğim gibi genellikle işe boş bir kanvas ile başlarım ve güzel bir akor dizilimi, ardından çarpıcı bir melodi yaratmaya çalışırım; sonra en zor kısım olan sözler gelir. “Lullaby”da öykü çok karanlık ve esin vericiydi. Bu nedenle en kolay kısım sözleri yazmak oldu. Bu projede prodüktör Sacha Skarbek, Eliot James ve Jim Duguid ile çalıştıktan sonra, artık işbirliklerinde çok daha iyi  bir performans gösterebilecek hale geldim. Bir takım olarak harika şarkılar yapmak ve herkesin en iyi olduğu yönleriyle buna katkı sağlamasından daha iyi bir şey yok. Sonunda ortaya çıkan, tek başınıza yapabileceğinizden daha güzel oluyor.

Albümdeki sözler derin, karanlık ve metaforik. Çok satan bir romandan uyarlanan filme müzik yaparken şarkıların çıkış noktasını yakalamak zor muydu?

Oldukça zordu. Stüdyoda melankolik bir ruh hali hakim olsun diye kasvetli kış manzaralarıyla çevrili bir atmosfer yarattık. Öyle ki bu ortam duygusal olarak daha hafif projelerde çalışırken bile o atmosferin etkisinden kurtulmamızı zorlaştırdı!

Albümde onu düşünen her insanı öldürme kuvvetine sahip bir Afrika şarkısını anlatan “Culling Song” adlı bir parça var. İnsanları öldüren bir şarkıyı hayal edip müzikle anlatmak zor olmalı.

Yazması zordu gerçekten. Basit olmalıydı ama kalıplaşmış bir korku melodisi de içermemeliydi. Sanırım biz bu ikisi arasında bir denge kurabildik.

Chuck Palahniuk hayranı olduğunuzu biliyorum. Onun eserlerinde sizi en çok ne etkiliyor?

Yazım tarzını seviyorum; çünkü etkisi romanı bitirdikten sonra da sürüyor. Bazen okurken “Bu çok karışık ve dağınık” diye düşündüğünüz oluyor ama sonra her şey çok çarpıcı bir şekilde bir araya geliyor. En sevdiğim yazar Graham Greene’in bazı kitapları da bende aynı hissi uyandırıyor.

Sinemayla ilgili ilk çalışmanızı “Powder” adlı film için yapmıştınız. “Lullaby” ile bir farkı var mıydı sizin açınızdan?

Powder, biraz daha klasik, geleneksel bir çalışmaydı. Filmde konu edilen bir müzik grubunun çalacağı şarkıları yazdık. 32 yaşında bir insan olarak şarkı yazmaktansa, zamanı geriye alıp 20 yaşındaki bir insanın bakış açısını düşünüp ona uygun şarkılar yapmak güzeldi!


Filmlerde görüntüleri destekleyen müzikleri mi yoksa onu manipüle eden müzikleri mi daha çok seviyorsunuz? Sizce müziğin filmdeki rolü ne olmalı?

Doğru müzikle bir film yaratılabilir. “Midnight Cowboy”daki ‘Everybody’s Talkin’ adlı şarkıyı ve “Blue Velvet”teki harika müzikleri düşünün... Bence filmdeki müzik görüntüleri geliştirmeli, karakterleri yansıtmalı.

Yeni albümdeki “Start Again” adlı şarkının videosunda siz de rol aldınız. Rol yapmaktan hoşlandınız mı?

Hoşlandım. Natalie Press ile çalışmak harikaydı. İyi oyuncular her şeyi kolaylaştırıyor. Basit bir sahnede,gerçek bir oyuncuyla oyuncu olmayan arasındaki fark fazla göze çarpmıyor ama aslında çok önemli. Ben elimden gelenin en iyisini yaptım; ancak videoyu izlediğinizde kolaylıkla profesyonel olanın Natalie olduğunu söyleyebilirsiniz.

Bob Dylan bir keresinde, “Müzisyen olmak, bulunduğunuz yerin derinliklerine inmek demektir. Çoğu müzisyen o derinliğe erişmek için her şeyi dener” demişti. Sözü edilen derinlikteki müziğe ulaşmak için sizin izlediğiniz yol ne?

Bence Dylan haklı. Benim durumumda en derin sonuçlar rahat olduğumda ve kendime güven duyduğum zamanlarda ortaya çıkıyor. Zor dönemlerde ya da ruhsal anlamda pek iyi hissetmediğimde yazmak kolay olmuyor. Bu dönemlerden çıktığımda o derinlik gerçekleşiyor.

Bir röportajınızda, hüzünlü şarkıları yazmanın mutlu olanları yazmaktan daha kolay olduğunu söylemiştiniz. Mutlu şarkı yazmanın zorluğunu sık sık duyuyorum müzisyenlerden. Çok mutlu olduğunuz bir anda gitarınızı kapıp bunu bütün dünyaya haykırmak istediğiniz oldu mu?

“Good Souls”da olumlu bir mesaj var. Grup olarak şarkı yazmak ya da başla müzisyenlerle işbirliği yapmak, olumlu olmayı kolaylaştırıyor. “Four to the Floor”, eşim Lisa ve kızımız Niamh ile Londra’da ufak bir daireye yerleşmemizle ilgili. O şarkıyı yazdım; çünkü bu olay beni çok mutlu etmişti ama o duyguları tekrarlamak da zor.

Son röportajlarınızdan birinde, “Starsailor’ın yakın gelecekte dönüş yapacağını sanmıyorum” dediniz. Grupta durum nasıl?


Bas gitarist Stel, Spiritualized ile dünya turnesinde. Ben ve Barry, Warrington’da daha sakin bir hayat sürdürüyorlar. Bence geçmişte çok iyi iş çıkardık; güzel bir miras kaldı. Devam etseydik bozulabilirdi ve bizlerin farklı yönlere gitme şansını da yok edebilirdi. Yeniden birleşme kapısı hep açık ama bu büyük bir kutlama şeklinde, Starsailor’ın müziğinin bir filmde, tv’de kullanılması ya da önemli bir cover gibi olmalı. Bir neden olmak zorunda.

Kariyeriniz boyunca kültürel açıdan çok farklı kentlerde konserler verdiniz, kayıtlar yaptınız.  Esin kaynaklarınızın peşine düşmeyi seviyor musunuz yoksa siz seyahat ettikçe onlar mı sizi buluyor?

Çalışmalarınızı yürüttüğünüz yerin etkisi büyük oluyor. Bence esin kaynaklarım beni buluyor. Bir şeyi şarkıda kullanabilmek için ondan gerçekten etkilenmiş olmanız lazım. Akıllı görünebilmek için yazdığınızı düzeltip değiştirmek kolaycılıktır. İsveç, şarkı yazmak için çok esinlendirici bir yer; çünkü harika manzaralarla Stockholm gibi canlı kentlerin bir karışımı. İstanbul da elbette kültürel olarak zengin bir yer! Seviyorum o kenti.

İlk solo kısaçalarınızı Tromso’da Norveçli bir oda orkestrası ile kaydettiniz. Kayıt sırasında bu işbirliğinden kaynaklanan zorluklar oldu mu?

Sanırım düzenlemeleri yapan arkadaşımız için çok daha zordu. Harika melodileri şarkıların içine dokurken mükemmel bir iş çıkardı.

Geriye dönüp baktığınızda sizi müzik yapmaya yönelten temel hislerinizde yıllar içinde değişiklik oldu mu?


Evet, yıllar içinde değişim oldu. Eskiden yansıttığım imajla, gazetecilerden ve çevremdeki insanlardan göreceğim saygıyla ilgiliydim. Artık ailem için en iyi olanı gerçekleştirmek istiyorum ve nihai hedefim yıllara meydan okuyacak tek bir şarkı yapmak. Onu benim söylemem ya da başka birisinin söylemesi önemli değil; sadece o şarkıyı yapmak istiyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler