'Suriye'de yaşananlar, yeni birer Kerbela'dır'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "1332 yıl önce Kerbela'da yaşanan neyse, açık söylüyorum, bugün Suriye'de yaşanan da odur. Mazlum değişik olabilir, zalim değişik olabilir... Ama yaşananlar, yeni birer Kerbela'dır" dedi.

'Suriye'de yaşananlar, yeni birer Kerbela'dır'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.09.2012 - 08:20

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Le Meridien Oteli'ndeki ''Arap Uyanışı ve Orta Doğu'da Barış: Müslüman ve Hristiyan Perspektifler'' konferansındaki konuşmasına, önceki gün Afyonkarahisar'da Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait bir mühimmat deposundaki kaza sonucunda ebediyete uğurladıkları şehitlere Allah'tan rahmet, ailelerine sabırlar dileyerek başladı.

Başbakan Erdoğan, ''Milletimizin başı sağolsun diyorum. Aynı şekilde Silahlı Kuvvetlerimize de geçmiş olsun temennisinde bulunuyorum'' ifadesini kullandı. İstanbul'un, yakın tarihlerde çok önemli uluslararası zirvelere ev sahipliği yaptığını, ancak bu uluslararası toplantının, katılımcıların gerek ele alınacak konular itibariyle son derece farklı, önemli ve anlamlı bir zirve olduğuna inandığını ifade eden Erdoğan, farklı dinlere ve farklı mezheplere sahip dini önderlerin, kanaat önderlerinin, değerli bilim insanlarının, uzmanların 2 gün boyunca İstanbul'da yapacakları müzakerelerin, tüm dünyada dikkatle izleneceğine emin olduğunu dile getirdi.

Alınacak kararlar ve çıkacak sonuçların, başta Orta Doğu olmak üzere tüm ülkelerde, bölgelerde ve kıtalarda, birlikte yaşama kültürüne, birbirine saygı ve hoşgörü arayışlarına önemli katkılar sağlayacağına inandığını belirten Erdoğan, bu kadar farklı din ve mezheplerden din adamı ve kanaat önderlerinin, tek bir şehirde, tek bir salonda böyle bir fotoğraf veriyor olmasının, bir araya geliyor olmasının bile tek başına son derece önemli olduğunu vurguladı.

Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Hiç abartmadan ifade ediyorum; burada, şu salondaki tablo, aslında bir birlikteliğin, bir hoşgörünün ve diyalog manzarasının tüm insanlığın özlediği, hasretini çektiği, bunun da ötesinde insanlığın, ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duyduğu bir tablodur. Biz bugün burada, bu toplantıyı gerçekleştirirken, belki de aynı anda dünyanın birçok yerinde çocuklar öldürülüyor, kadınlar öldürülüyor, savunmasız insanlar öldürülüyor. Biz bugün burada bir araya gelirken, belki de aynı anda, Orta Doğu'da bir yerlerde, dünyada bir yerlerde, bir kadın katlediliyor ya da bir kadın kocasız, babasız, evlatsız bırakılıyor. Biz burada dünya barışı için, insanlığın huzuru için çareler ararken, belki de aynı anda, dünyanın bir yerinde, sadece, ama sadece farklı olduğu için bir insan katlediliyor, işkence görüyor ya da haklarından mahrum bırakılıyor. Altını çizerek ifade etmek istiyorum; tarihte ya da bugün, hiç birimizin şahit olmak istemediği ölümler, savaşlar, çatışmalar, yalnızca siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı yaşanmadı, yaşanmıyor. Din savaşları, tarih boyunca arkasında milyonlarca mağdur, mazlum, maktul bıraktı. Her dinin kendi içindeki mezhep savaşları, aynı şekilde arkasında çok acı, trajik, çok kanlı enkazlar bıraktı. Bugün bunları yine yaşıyoruz. Gerek İslam dini içinde gerek Hristiyanlık içinde aynı dinin, fakat farklı mezheplerin, farklı kolların insanları birbirine kastetti ve tarihin birçok sayfası kızıl kana boyandı.''

 

'Yaşadığımız trajedileri nasıl açıklayacağız?'

Recep Tayyip Erdoğan, sadece İslam dininin mezheplerinde, sadece İslam dininde değil, yeryüzündeki tüm semavi ve kitabi dinlerde öldürmenin haram, yani yasak olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Sünni için öldürmek nasıl haramsa, çok iyi biliyorum ki Şii için de öldürmek haramdır. İslam dininde öldürmek nasıl yasaksa, çok iyi biliyorum ki, Hristiyanlık'ta, Musevilik'te de öldürmek haramdır. İslam dininin yüce kitabı Kur'an-ı Kerim nasıl öldürmeyi kesin bir dille yasaklıyorsa, biliyorum ki Tevrat da, İncil de öldürmeyi, can almayı, cana kıymayı kesin bir dille yasaklıyor. Peki öyleyse biz yaşadığımız trajedileri nasıl açıklayacağız? Tarihte ve bugün yaşanan acı hadiseleri, katliamları, kıyımları nasıl yorumlayacağız? Bakın biz, Müslümanlar olarak, kendi dinimizin doğuşunu, peygamberimizin hayatını okurken, son derece ibretlik bir hadiseye de şahit oluyoruz. 7. yüzyılın başlarında İslam dini Mekke'de yayılırken ilk Müslümanlar çok acımasız baskılara, işkencelere, zulümlere maruz kaldılar. İlk Müslümanlardan katledilenler oldu, evlerini, yavrularını, ailelerini bırakıp şehirlerini terk etmek zorunda kalanlar oldu. Bu zor durumda olanlardan bir grup, Peygamberimiz Hazreti Muhammed'e sıkıntılarını anlattıklarında, Hazreti Peygamber onlara şunu söylemiştir: 'Habeş ülkesinde, yanında hiç kimseye zulmedilmeyen bir hükümdar var. Ona gidin ve onun himayesine sığının ki, Allah size bu meselede ferahlık versin ve sıkıntınız için bir kurtuluş yolu hazırlasın.' Evet, çok ağır baskılara maruz kalan ilk Müslümanlar, zorlu bir yolculuğun ardından Habeşistan'a ulaşmış, Necaşi tarafından büyük bir memnuniyetle kabul edilmiş, kendilerine emniyetli şekilde sığınma verilmiştir. Dikkatinizi çekiyorum; Necaşi bir Hristiyandır. Müslümanlarla Hristiyanlar, Müslümanlarla Yahudiler, İslam dininin daha ilk yıllarında böyle ibret verici münasebetler tesis etmiştir.''

 

'Peygamberleri kendimize örnek almak zorundayız'

Semavi dinlerin mensupları olarak kendilerine tarihi değil, dinlerin, inançların öz kaynaklarını referans almak zorunda olduklarını belirten Erdoğan, şöyle konuştu:
''Bizler tarihte yaşanan acı hadiseleri değil, peygamberleri kendimize örnek almak zorundayız. Dinler ve mezhepler tarihi acı olaylar, olumsuz hadiseler üzerinden okunabileceği gibi, işte biraz önce naklettiğim türde, olumlu hadiseler üzerinden de okunabilir. İslam tarihi içinde başta Kerbela hadisesi olmak üzere hepimizi derinden yaralayan acı hadiseleri elbette unutmayacağız. Ancak, Peygamberin mübarek torununun ve ailesinin katledildiği o meş'um hadiseyi, bir ayrılığın değil, kardeşliğin, birliğin, vahdetin bir referansı olarak görmek zorundayız. Kerbela'da meydana gelen, hepimizin bugün bile yüreklerini dağlayan o acı hadise, bütün Müslümanlar için, bütün mezhepler için bir ibret vesikası olmak zorundadır. Kerbela hadisesi üzerinden bölünmek, bu bölünmenin ardından da yeni ve çok daha fazla Kerbela hadisesi üretmek, inanın, en başta Hazreti Hüseyin ve Ehl-i Beyt'in ruhunu muazzep etmektedir.''

 

'Yaşananlar, yeni birer Kerbela'dır'

Erdoğan, şu anda, Suriye'de, zalim, diktatör, acımasız bir rejim, kendi halkına karşı en ağır silahlarla toplu katliam gerçekleştirirken, sırf mezhep taassubu nedeniyle bu zulme sessiz kalanlar, alkış tutanlar, çanak tutanların bulunduğunu belirtti. Kendisinin mensubu olduğu mezhepte öldürmek, zulmetmek, masum çocukların canına kıymanın insanlık dışı bir girişim olduğu gibi bu zulmü yapanların mensubu oldukları mezhepte de, onları destekleyenlerin mezhebinde de bunun, insanlık dışı bir girişim olduğunu ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''(Bu masum çocuk bizim mezhebimizden, bizim dinimizden değil. Öyleyse bırakın öldürsünler) Allah aşkına bu nasıl bir anlayıştır? Bu nasıl bir yorumdur, nasıl bir yaklaşımdır? Bir insan, bırakınız kendi kaynaklarıyla, kendi değerleriyle, kendi vicdanıyla bunu kendisine nasıl izah edebilir? 1332 yıl önce Kerbela'da yaşanan neyse, açık söylüyorum bugün Suriye'de yaşanan da odur. Hz. Ömer'le Hz. Ali Kerremallahü veche efendimiz aralarında herhangi bir sıkıntı yoktu. Onlar aynı idealler için bir mücadeledeydi. Peki bugünkü yaklaşım niye böyle? Bunların üzerinde durmak lazım. Mazlum değişik olabilir, zalim değişik olabilir... Ama yaşananlar, yeni birer Kerbela'dır.''

İnançları, o inancın tüm mensuplarını, hırsla, tamahla, nefsani çıkarlarla, karanlık siyasetle kirletmeye, töhmet altında bırakmaya hiç kimsenin hakkı da, hukuku da olmadığını vurgulayan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Benim mensubu olduğum din ve bu dinin ana kaynakları, inancına, mezhebine, statüsüne bakmadan, insana insan der, cana can der ve insanı varlıkların en kutsalı olarak görür. Türkiye olarak, ne Irak'ta ne Suriye'de ne Lübnan'da ne de diğer bölge ülkelerinde, hiçbir etnik kökene, hiçbir dine, hiçbir mezhebe karşı önyargılı değiliz, mesafeli değiliz, hiç birine farklı gözlerle bakmıyoruz. Biz, inançları, mezhepleri, etnik kökenleri bir referans olarak kabul edip, insanın insanı öldürmesine ya da zulmetmesine göz yummaktan Allah'a sığınırız.''

Yüzlerce yıldır yaşanan acı tecrübelerden bugün artık dersler çıkartmak, ibretler almak, tarihin tekerrür etmesini önlemek gerektiğini belirten Başbakan Erdoğan, İslam içindeki mezhepleri, tarihin acı hadiseleri üzerinden okumak yanıltıcı olduğu gibi dinler arasındaki münasebetleri de aynı şekilde tarihin acı hadiseleri üzerinden okumanın yanıltıcı olacağını söyledi.

Başbakan Erdoğan, bugün dinler arasındaki münasebetlere, Haçlı seferleri, Endülüs tecrübesi, dünya savaşları, Filistin meselesi gibi acı olayların değil; bir arada yaşamaya dair güzel örnekler, birlikte inşa edilen medeniyetlerin yön vermesi gerektiğini ifade ederek, ''21. yüzyılın bu ilk yıllarında, herkes, her dini lider, her kanaat önderi, kendi özeleştirisini samimi şekilde yapmalı, hataları ve sevapları ortaya koymalıdır'' dedi.

Erdoğan, Türkiye'nin tarihinde yaşanmış acı hadiseleri açık yüreklilikle gündeme taşıdığını, bunun özeleştirisini yaptığını ve varsa hatalarını açık yüreklilikle ifade ettiğini belirtti. Osmanlı İmparatorluğu içindeki farklı din ve mezheplerin, İstanbul tarafından her zaman büyük bir zenginlik olarak görüldüğünü, engin bir hoşgörüyle karşılandığını, her türlü hak ve imkanın sağlandığını anlatan Erdoğan, Hristiyan tebaanın huzurlu şekilde yaşaması için büyük hassasiyet gösterilirken, Endülüs'ten kovulan Museviler'e Osmanlı Devleti'nin kucak açtığını dile getirdi.

Başbakan Erdoğan, Türkiye olarak, Ermeni meselesinde de, arşivlerin açılmasını, incelenmesini, bu meselenin tarihçiler, bilim insanları, akademisyenler tarafından değerlendirilmesini hep savunduklarını aktardı.

 

'6-7 Eylül'de azınlıklara yönelik düşmanca girişimleri onaylamadığımı ifade ettim'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Aynı şekilde, bizzat ben, Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı olarak, 6-7 Eylül 1955'te azınlıklara yönelik düşmanca girişimleri kesinlikle onaylamadığımı, bunun Türkiye'ye çok ağır zararlar verdiğini ifade etmiş biriyim. Mardin, Hatay, İstanbul başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki her din ve mezhebi büyük bir zenginlik olarak görüyor; her din ve mezhep mensubunun gönül rahatlığı ve huzur içinde, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşları olarak yaşamasını çok samimi şekilde destekliyoruz'' diye konuştu.

İktidarda oldukları son 10 yıl içinde, tüm yurttaşlar için demokratik standartları üst seviyelere çıkarırken; farklı din ve mezhep mensuplarının haklarını iade noktasında da önemli reformlar gerçekleştirdiklerini belirten Erdoğan, farklı dinlerin vakıflarının gayrimenkullerini iade kararını alışlarının bunun en açık ispatı olduğunu vurguladı. Türkiye içinde bir arada yaşama imkanlarını çoğaltırken, dünya genelinde de, İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı girişimine öncülük yaptıklarını anımsatan Erdoğan, birlikte yaşama ve hoşgörü kültürünü daha da güçlendirmek için reformlarını sürdüreceklerini söyledi.
Erdoğan, ''Yaşanan acı hadiseleri, trajik olayları çoğaltmak yerine, tarihimizdeki çok daha fazla olumlu örnekleri çoğaltacak, birlikte yaşama kültürü adına bölge ve dünya için güzel bir model olmaya devam edeceğiz'' dedi.

 

'Tarih mecrasında akmaya başlamıştır'

Tunus'ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan halk hareketlerinin hızla tüm bölgeye yayıldığını anımsatan Erdoğan, o günden bu yana Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da ve Yemen'de uzun otokratik rejimlerin son bulduğunu, halkın hür iradesinin ilk defa yönetimlere yansımaya başladığını belirtti.

Birçok Orta Doğu ve Afrika ülkesinde de halkın meşru talep ve beklentileri konusunda daha duyarlı adımlar atıldığına işaret eden Erdoğan, ''Bazı Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde cereyan eden olaylar, harici saiklerin ve yönlendirmelerin bir neticesi olarak değil; son derece tabii bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Bizde bir söz var. Dere yatağında akar ve dere yatağını bulmuştur. Halkın, talep, arzu ve isteklerini güçlü şekilde dile getirmesi, meşru hak talebinde bulunması, baskıcı rejimlere karşı sesini yükseltmesi, bu coğrafyanın geleneğidir ve son derece tabiidir. Tabii olmayan, zulümdür, baskıdır, kendi halkının arzu ve taleplerine duyarsız kalmaktır. Esasen, mukadder olan gerçekleşmiş, bu ülkelerde tarih, kendi tabii mecrasında akmaya başlamıştır'' şeklinde konuştu.

Bu değişim sürecini yönetmenin önemine dikkati çeken Erdoğan, halkların, onurlu bir yaşam ve özgürlük mücadelesi verdiğini, temel hak ve hürriyetlerini korkusuzca yaşayacakları özgür bir hayat istediklerini; söz, düşünce ve inançlarından dolayı mahkum olmayacakları, hukukun herkes için eşit ve üstün olduğu bir sistemi arzuladıklarını; bu ülkelerdeki halkların, yöneticilerini hür iradeleriyle seçebilmeyi ve denetleyebilmeyi arzu ettiklerini anlattı.

 

'Yeni yönetimlerin hak, eşitlik, adalet noktasında hassas olacaklarına inanıyoruz'

Tunus'ta, Kahire'de Tahrir Meydanı'nda ya da Bingazi'de sokaklara dökülen ve onur mücadelesi veren insanların hepsinin aynı dili kullandığını; dini, mezhepsel veya etnik tüm farklılıkların üzerine çıkabildiğini ifade eden Erdoğan, bugün tesis edilen yeni yönetimlerden bir anda, akşamdan sabaha başarı beklemenin yanlış olacağını vurguladı.

Başbakan Erdoğan, ''Onyıllarca bu ülkelerde zulmedenler, otokratik bir rejim sürdürenler nasıl izlendiyse, içeride ve dışarıda şu anda herkesin bu yeni yönetimlere de biraz mühlet vermesi lazım. Artık kendi iradeleri iktidar olmuştur. Bugün tesis edilen yeni yönetimlerin, hak, eşitlik ve adaleti gözetme noktasında son derece hassas olacaklarına yürekten inanıyoruz. Özellikle, farklılıkların, azınlıkların, dezavantajlı kesimlerin haklarının gözetilmesi, bu bölgedeki tüm halklar ve tüm yönetimlerin üzerindeki ağır bir sorumluluktur'' şeklinde konuştu.

'Toplumun barışa sevk edilmesinde dini liderler daha belirleyici olmalı'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tarih boyunca bir arada yaşamış, birlikte yaşamış, aynı kaderi paylaşmış halkların, birbirlerine hiçbir husumet beslemeden geleceği şekillendirmesinin, tüm bu coğrafyanın kaderinin değişmesi anlamına geleceğine dikkati çekerek, şöyle konuştu: ''Elbette, bir ülkenin istikbalini şekillendirmede siyasetçiler, idareciler birinci derecede sorumluluk sahibidir. Ancak, dini liderler, kanaat önderleri; sadece istikbalin şekillendirilmesinde değil, insanın, ruhun şekillendirilmesinde çok daha hayati bir mesuliyet yüklenmiştir. Bizler, sizlerin elinde şekillendik aslında. Bundan sonra da sizlerin sorumluluğu bu denli önemlidir. Toplumun eğitilmesi, toplumun barışa, huzura, hoşgörüye, karşılıklı anlayışa sevk edilmesi için, dini liderler ve kanaat önderleri çok daha belirleyici olmalıdır.''

Erdoğan, toplantı katılımcılarının çok büyük bir medeniyet havzasının insanları olduğunu, semavi dinlerin doğduğu, dünyaya yayıldığı, her din için kutsal toprak ve coğrafyaların sakinlerini oluşturduğunu, birbirlerine karşı iyi olduklarında, birbirlerine inanıp güvendiklerinde dünyanın da daha yaşanabilir bir yer olacağını kaydederek, ''Biz, aradaki anlaşmazlıkları suhuletle çözersek, inanın dünyanın geri kalanı da arkamızdan gelecektir. Biz hoşgörü dersek, biz diyalog dersek, samimiyetle bir arada yaşama kültürünü savunursak, inanın, Norveç'teki gibi, Almanya'daki, Ruanda'daki gibi ırkçı saldırılar tekrarlanmayacak; birçok ülkeyi hedef alan terör hedefine ulaşamayacaktır'' diye konuştu.

Konferansın, bölge ve dünya için hayırlara vesile olmasını temenni eden Erdoğan, ''İstanbul'daki bu güzel buluşmanın, tüm dünyaya ilham kaynağı olmasını, tüm dünyada barış ve hoşgörü tohumlarının filizlenmesine vesile olmasını diliyorum. İstanbul ziyaretiniz esnasında, İstanbul'un tarihi zenginliğini de doya doya yaşamanızı, özellikle sizlere ait ibadethanelerde özgürce ibadetlerinizi yapmanızı tavsiye ediyorum. Ayrıca sizlerden, ülkelerinize, halklarınıza, tüm dost ve kardeşlerimize, şahsen benim ve milletimizin, dostluk, dayanışma, barış mesajlarımızı iletmenizi rica ediyorum'' dedi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler