Toplumsal Barışı Riske Etmek Ateşle Oynamaktır

Toplumsal Barışı Riske Etmek Ateşle Oynamaktır
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.06.2013 - 06:32

Süreci, kitlenin henüz meydan ve sokaklara dökülmediği o ilk günlerde bile yönetemeyen Erdoğan ve AKP’nin, Soğuk Savaş bakiyesi siyaset yapma tarzı nedeniyle şimdi, tansiyonu kontrollü bir şekilde tırmandırmayı başaracağını beklemek iyimserlik olur. Sorumlu bir hükümete yakışan, ateşle oynamayı ivedilikle bir kenara bırakmasıdır.

Hükümetten meydan ve sokakların tansiyonunu düşürecek adımlar beklendiği bir sırada, polis kıtalarının Taksim’deki göstericilere karşı, biber gazı ve tazyikli su destekli yeni müdahalesi konusunda, Erdoğan’ın bilinçli olarak böyle davrandığı düşüncesindeyim.

2013 yılı AKP’yi, 2014’te yapılacak yerel ve genel seçimlerde, daha güçlü kılacak bazı gelişmelerle başlamıştı. Bu gelişmelerin ilki, Türkiye-İsrail ilişkilerine, normalleşme fırsatı veren bir sürecin başlamasıyla ABD’nin, böylece AKP’ye yeni bir iktidar öpücüğü verdiği göz ardı edilmelidir.

İkincisi, Öcalan ve BDP’nin verdiği açık desteğin başlattığı; PKK’nin Türkiye sınırları dışına çekilmesi, kamuoyunda bilinen ismiyle “Barış Süreci” idi. Otuz yıldan beri akan kanın durması, aklıselim sahibi herkesin ortak arzusu... Bu aşamada, yapılacak anayasada Erdoğan’ı başkanlığa taşıyacak değişiklikler karşılığı; BDP-PKK’nin arzuladığı Türkiye’nin üniter yapısını sulandıracak bazı düzenlemeleri garantileyen bir araç olduğu da düşünülmekteydi.

Üçüncü ve son olarak, Reyhanlı’daki patlamaya kadar, başarısız olduğu sokaktaki adamca pek anlaşılamayan hükümetin Suriye politikasından söz etmek gerekir.
Eğer Suriye politikası duvara toslamamış olsaydı, yukarıda saydığımız gelişmelerden ötürü AKP, önümüzdeki seçimlerin propaganda kampanyasını büyük olasılıkla üçayak (sacayağı) üzerine kuracaktı: İsrail’e diz çöktüren; Türkiye’ye barış, komşusuna demokrasi getiren hükümet. Böyle bir kampanyanın, iktidar olmanın sağladığı avantajlar da hesaba katıldığında, Erdoğan’ı metafizik (insanüstü niteliklerle donanmış) bir varlığa dönüştüreceğini kestirmek zor değildir.

İnişe geçiş noktası

İçeride Reyhanlı’daki patlama, AKP kurmayları ve holding medyası tersini söyleyip göstermiş olsa da dışarıda son ABD gezisi, Erdoğan ve partisinin inişe başladığı noktadır. Hükümetin, Gezi Parkı’nda nöbet tutanlara kulak vermek yerine, her zaman yaptığı gibi polis marifetiyle susturarak meydan ve sokaklara döktüğü kitle, inişi hızlandırmıştır. Çeşitli mekanizmaları (gözaltılar, siyasi davalar, mali cezalar, RTÜK, medya güdümlemesi vb.) kullanmak suretiyle seçmen ve siyaset üzerinde kurduğu denetimi bir anda yitiren Erdoğan, kendi seçmenini radikalleştirmek istemektedir.

Bu amaçla yaptığı/yapmak istediği, tansiyonu kontrollü bir şekilde tırmandırmaktır. Polis müdahaleleri ile tırmanan tansiyonu kontrol için ise göstericileri yıpratacağı varsayılan: Gezi Parkı’nda nöbette olanlarla Taksim Meydanı’ndakileri ayrıştırmak (iyi aile çocukları-marjinaller karşıtlığı yaratmak); Gezi Parkı’nı temsil etmeyen çakma heyet ve kişilerle görüşmek ve polisle terbiye edeceği imasıyla (“Anladıkları dilden konuşmayı biliriz” söylemi) anne-babayı ürküterek çocukları üzerinde aile baskısı kurmak şeklinde özetleyebileceğimiz bazı girişimlerde bulunmaktadır.

Burada sorgulanması gereken, Erdoğan’ın toplumsal barışı riske eden böyle bir politikayı neden izlediğidir? Hemen söyleyelim, AKP’ye oy veren seçmen kitlesi, siyaseten homojen olmayıp çok parçalı (heterojen) bir görünüm arz etmektedir. Söz konusu seçmen kitlesi içinde, niceliği (sayıca) en zayıf, ancak temsilcilerinin medyadaki yeri nedeniyle kamuoyunu yönlendirme gücü (niteliği) yüksek olan “liberaller” (“yetmez ama evet”çiler ile Erdoğan’ın “faiz lobisi” söylemiyle karşısına aldığı bazı iş çevresi) Gezi Parkı gösterileriyle “MHP tabanından devşirilme milliyetçi ve muhafazakârlar” “Barış süreci”yle Fethullah Gülen cemaati ise bir süredir, AKP’den kopma sinyalleri vermektedir.
Erdoğan’ın önceliği, gösteriler nedeniyle şahsı ve partisinin yurtdışında örselenen itibarını iade etmektir ki, bu ancak yeni bir seçim zaferiyle mümkündür. Anketlere göre, Gezi Parkı gösterilerinden sonra bile Türkiye seçmeninin yaklaşık yüzde 50’si, “bugün bir seçim olsa” AKP’ye oy vermeyi düşünmektedir. Radikalleştirme politikası, işte bu yaklaşık yüzde 50 ancak siyaseten çok parçalı olan seçmen kitlesini birbirine kenetlemeyi hedeflemektedir.

Yurt geneline yayılan gösteriler yüzünden başlangıçta bocalayan iktidar, Erdoğan’ın kendi tabanına yönelik bir tür toplum mühendisliği çalışması olan radikalleştirme politikasının, erken sonuçlarını hasat etmeye başladığı kanısındayım. Örneğin Gülen, kendisine ait internet sitesinden, “Dini, milli ve vatani değerlere saygılı görünen münafıkların, dost görünüp arkadan hançerleyebileceğini” söyleyerek, cemaatini yeniden AKP yanında konumlandırmıştır. Daha önemlisi, Gezi Parkı gösterileriyle ilk kez gündemi belirleyemeyen Erdoğan’ın söyledikleri, yaptıkları ve polise yaptırdıklarıyla gündemi belirlemeyi yeniden tekeline almasıdır. Parlamento içi ve dışındaki muhalefet, Başbakan ve kurmaylarının söyledikleriyle yaptıkları ve yaptırdıklarının yanlışlığını ispatlama peşinde, deyim yerindeyse bir kez daha lokomotife takılan vagon konumuna razı olmuş görünmektedir.

Erdoğan’ın bu durumu, kendisi ve partisi adına bir fırsata dönüştürmüş görünmesi, izlediği politikanın muhalif olanları da radikalleştirip ortamı gereceği ve yeni can kayıpları dahil acı katsayısını artıracak bilinmeyenlere gebelik durumu nedeniyle Türkiye için tehlikeli olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Süreci, kitlenin henüz meydan ve sokaklara dökülmediği o ilk günlerde bile yönetemeyen Erdoğan ve AKP’nin, Soğuk Savaş bakiyesi siyaset yapma tarzı nedeniyle şimdi, tansiyonu kontrollü bir şekilde tırmandırmayı başaracağını beklemek iyimserlik olur. Sorumlu bir hükümete yakışan, ateşle oynamayı ivedilikle bir kenara bırakmasıdır.

Prof. Dr. Engin Berber- Ege Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Siyasi Tarih Başkanı


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler