'Türkiye'nin resesyona girmesi söz konusu değil'
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, ''Türkiye'nin bir resesyona girmesi bugün itibariyle söz konusu değil. Türkiye, hesabını kitabını dünyadaki gelişmeleri de dikkate alarak yapıyor'' dedi.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Ekonomi Gazetecileri Derneği'nin (EGD) toplantısında yaptığı konuşmada, TÜBA'yı ünlü akademisyenlerin, bilim adamlarının sadece bireysel çalışma yaptıkları bir yer olmaktan daha organize çalışmalar yaptıkları bir yer olmaya doğru yöneltmek istediklerini söyledi.
Bu nedenle kanununda olmayan iki unsurun oraya konduğunu ifade eden Ergün, şunları kaydetti: ''Enstitüler kurabilmek ve o enstitüleri destekleyebilmek. Amacımız da TÜBİTAK'ta daha çok teknolojik araştırmalara ağırlık vermek TÜBA'da da temel bilimlerdeki araştırmalara ağırlık vermek. TÜBA ve TÜBİTAK arasındaki ilişkiyi de farklı bir şekilde kurgulamak istiyoruz. TÜBA'yı temel bilimler konusundaki araştırmaların aktif unsuru haline getirmek istiyoruz. Bu nedenle de kadrosunu zenginleştirmek gerekiyor. Madem ki temel bilimler, hem fen bilimleri hem de sosyal bilimler konusunda yeni enstitülerin kurulması ve desteklenmesi TÜBA üzerinden olacaktır, o zaman TÜBA'nın hem asli üyeleri hem asosiye üyeleri hem de şeref üyeleri konusunun yeniden ele alınması gerekiyordu. Bu nedenle hem asli üyeler hem asosiye üyeler çeşitlendirilmiş oldu. Mevcut asli ve asosiye üyeler görevlerine devam ediyorlar, onlara ilaveten YÖK'ün bir kontenjanı var, Bakanlar Kurulu da oraya üye verecek. Bu üyeler, gerçekten bilim adamı ve ulusal ve uluslararası düzeyde kabul görmüş bilim adamı olma ölçüsüne sahip kişilerden oluşacak. Bunların ideolojik bir yaklaşım içinde ele alınması hem mümkün değil hem doğru da değil. Somut ölçü. Bilim adamlığı konusundaki en önemli ölçü ne?... Yayın sayısı, buluş sayısı, patent sayısı vesaire... Bunlar sayılabilir şeylerdir. Bütün bunları sayabiliriz ve kamuoyu ile paylaşabiliriz. Zaten ULAKBİM'de bunlar paylaşılıyor.''
Bilim adamları açısından ideolojik ölçüler koyamayacaklarını, bilimsel ölçülere göre hareket etmek mecburiyetinde olduklarını söyleyen Ergün, onun da yaptığı yayın sayısı, o yayınların değeri ve o yayınların almış olduğu atıflar olduğunu, bunların sayısına göre bir değerlendirme yaptıklarında Türkiye'deki bilim adamlarından, bilimler akademisine üye olacak kişilerin belirlenmesinin çok da zor meseleler olmadığını, herkesin önünde şeffafça halledilebilecek meseleler olduğunu belirtti.
Ergün, ''Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ile ilgili bazı tartışmalar var. İdeolojik mi yaklaşılıyor 'orası ele mi geçiriliyor, şöyle mi yapılıyor böyle mi yapılıyor' diye. Bu tartışmalar bence acele yapılmış tartışmalar. Herkes biraz sabırlı olursa aslında, TÜBA'da akademisyenlerimizin, değerli hocalarımızın ne kadar özgürce, bilimsel çalışma yapabileceklerini önümüzdeki süreçte çok rahat görebileceklerini söyleyebiliriz'' dedi.
'Türkiye'nin bir resesyona girmesi bugün itibariyle söz konusu değil'
Ergün, dünyadaki ekonomik gelişmeler dikkate alındığında Türkiye'de bir durgunluğun yaşanıp yaşanmayacağı sorusunu şöyle yanıtladı: ''Türkiye'nin bir resesyona girmesi bugün itibariyle söz konusu değil. Türkiye, hesabını kitabını dünyadaki bu gelişmeleri de dikkate alarak yapıyor. Geçen Merkez Bankası'nın üst üste aldığı kararlarla ilgili Türkiye'de önemli tartışmalar yapıldı. Sonradan görüldü ki dünyadaki gelişmeler ve Türkiye'nin öncelikleri, bazı kararların proaktif şekilde alınmasına da gerek duyulduğunu gösterdi. Merkez Bankası proaktif bir tavırla attığı adımlarla, Türkiye ekonomisinin bir durgunluğa girmesinin önünde gerektiği zaman önlemleri alabileceği mesajını da verdi. Türkiye ekonomisinin durgunluğa girmesine rıza gösterecek bir yaklaşım içinde olamayız. Tabii ki dünyadaki gelişmeler bizi de kısmi olarak etkileyebilir. Ama o gelişmeleri yakından takip ederek, proaktif şekilde önlemler alınarak eğer çeşitlendirme gerekiyorsa çeşitlendirme, iç pazarda birtakım genişleme imkanları varsa iç pazarın genişletilmesiyle ilgili tedbirler... Yani esnek bir yapıyla Türkiye'nin herhangi bir şekilde ekonomisinde bir sıkıntı yaşamadan, bir durgunluk yaşamadan bu süreci devam ettirmesi daha önemli...''
Son gelişmeler çerçevesinde uluslararası derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'yi daha yatırım yapılabilir ülkelerden bir tanesi olarak gördüğünün söylenebileceğini ifade eden Ergün, finans yapısı, mali disiplin, bütçe dengeleri, borçlanması, yatırım ortamındaki iyileştirmeler itibariyle ve petrol, emtia fiyatlarıyla ilgili gelişmelerin Türkiye ekonomisindeki etkilerini de dikkate alarak, Rusya'daki yapıyı mukayese ederek, Rusya'dan Türkiye'ye daha fazla yatırımların kayabileceği mesajlarını verdiklerinin de görüldüğünü söyledi.
Bakan Ergün, ''Dolayısıyla Türkiye açısından önümüzdeki süreç iyi yönetildiği müddetçe herhangi bir endişe verici durumun yaşanacağını bize göstermiyor. Bilakis daha iyi bir performans gösterebileceğini söyleyebiliriz'' dedi.
'Son zamanlarda önemli gelişmeler yaşanıyor'
Ergün, hem Ortadoğu, hem Afrika'da son zamanlarda önemli gelişmeler yaşandığını, bunların siyasi ve askeri nitelikli gelişmeler olduğunu, toplumun kendi iç dinamiklerinden de kaynaklandığını, demokrasi ve özgürlük taleplerinin bir şekilde yansıması olarak da algılanması gerektiğini vurguladı. Bu taleplerin toplumun istekleri doğrultusunda gelişip olgunlaşması halinde, kısa dönemli ekonomik sıkıntılara yol açsalar bile orta ve uzun dönemde Türkiye ile çok daha yakın ilişkiler içinde olan yapılar meydana geleceği için bu gelişmelerin Türkiye'nin ekonomisi ve siyasi ilişkileri açısından daha iyi bir zeminin oluşacağını gösterdiğini belirten Ergün, söz konusu bölgelerde yönetimlerden ziyade toplumların Türkiye'ye, Türkiye'nin sanayicisine, politikalarına karşı ilgili olduğunun görüldüğünü ifade etti.
'Bir husumet söz konusu değil'
İsrail ile ilişkilere dair sorular üzerine de Ergün, şunları kaydetti: ''İsrail'in Orta Doğu'da kendi iç çekişmeleri yüzünden, dini fanatizm yüzünden, ideolojik bakış yüzünden, kendi kendini izole eden zaman zaman politikalar ve tutumlar yüzünden doğru adımlar atamadığını görüyoruz. Kimsenin kendisine yardımcı olmasına, destek vermesine de izin vermeyen bir yapı var. Biz Suriye-İsrail ilişkileri konusunda çok mesafeler almıştık. Artık beşinci tur görüşmeler noktasına gelinmiş, önemli mesafeler alınmışken bir anda İsrail'in kendi içindeki yapı bu gelişmeleri yıkan hareketler içine girdi. İsrail'in bu tutumu da sürdürülebilir değil. Artık dünya da eskisine göre İsrail'in bu tutumunun bölgeye ve dünya barışına zarar veren tutum olarak daha fazla algılıyor ve bunun değişmesi gerekiyor. Biz Türkiye olarak İsrail'in varlığına, İsrail'in halkına ve Musevilik inancına karşı hiçbir zaman bir tehdit oluşturmadık, oluşturmuyoruz da... İsrail'in varlığına karşı bir husumet, İsrail'in halkına karşı, Musevilik inancına karşı bir husumet söz konusu değil. Türkiye'nin karşı olduğu şey, İsrail hükümetlerinin uygulamış olduğu yanlış politikalardır. Bu politikaların nihayetinde bize de zararı olmuştur. Korsanlıkla insanlarımız hayatını kaybetmiştir. Türkiye'de halktan bir kesim yeryüzünde ilk defa düzenli bir ordunun saldırısına maruz kalmıştır. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Buna rağmen biz İsrail devletinin varlığına, İsrail halkının kendisine ve Musevi inancına karşı bir tehdit olarak durmuyoruz. Tam tersine barış olsun, yeryüzünde insanlar barış içinde yaşasın istiyoruz. Bugünkü tutumumuz da budur. Böyle olmaya da devam edecek.''
'2009'da 2,5 milyar, 2010'da 3,5 milyar dolar'
Nihat Ergün, ''One minute olayı''ndan sonra bu İsrail ile ekonomik ilişkiler hangi boyutlarda gelişti diye bakıldığında, siyasi açıdan devletler arası ilişkileri soğutan, savunma anlaşmalarını askıya alan, yavaşlatan, askeri tatbikatlarda birtakım tedbirler geliştirilmesine yol açan tablolar ortaya çıkmış olabileceğini, ancak yurttaşlar arasındaki, tüccarlar, sanayiciler arasındaki ilişkiler açısından bakıldığında ilişkilerin devam ettiğini vurguladı. İsrail ile ticaret hacmi 2009 yılında 2,5 milyar dolar civarında iken, bunun 2010'da 3,5 milyar dolar olduğuna işaret eden Ergün, ''2010 yılı siyasi gerilimin yüksek olduğu bir zaman... 2011 yılı da siyasi gerilimin yüksek olduğu zaman. 2011 yılında 2,5 milyar doların üzerinde 7 aylık ticaret hacmi var. Demek ki tüccarlar siyasi tartışmaların dışında ilişkilerini, işlerini sürdürüyorlar'' diye konuştu.
Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen 3,5 milyar dolarlık ticaret hacminde 2 milyar 100 milyon dolarlık Türkiye'nin İsrail'e değişik mallar sattığını, 1 milyar 400 milyon dolarlık da İsrail'den mal alındığını kaydeden Ergün, 2011'in ilk 7 ayında da 1 milyar 300 milyon dolarlık Türkiye mal satarken, 1 milyar 200 milyon dolarlık İsrail'in Türkiye'ye mal sattığını söyledi. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Ergün, ''Yani ticaret hacminde bir gerileme söz konusu değil. Tüccarlar bir şekilde alışverişlerini, sanayiciler işlerini devam ettiriyorlar ama bu siyasi meselenin de çözüme kavuşması için Türkiye'nin bir tavır sergilemesi gerekiyor'' şeklinde konuştu.
'Askıya alınması gerilemeye yol açmaz'
Türkiye'nin siyasi tutumunun, savunma sanayi ile ilgili yapılmış bazı anlaşmaların askıya alınmış olmasının Türkiye'nin savunma gücünde veya savunma teknolojisinde herhangi bir gerilemeye yol açacak tablolar olmadığının altını çizen Ergün, bu konudaki çalışmaların başka kaynaklardan, başka kanallardan da devam ettiğini vurguladı.
Bakan Ergün, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Mesele, İsrail hükümetinin Türkiye'ye karşı yanlış tutumundan vazgeçmesi meselesidir. Türkiye'ye karşı ilk defa bir ülkenin düzenli ordusu saldırmıştır. Buna karşı Türkiye'nin siyasi bir tavır göstermemesi mümkün olabilir mi? O zaman bu taleplerimizi bütün dünyada yüksek sesle dile getirmeye devam edeceğiz. İsrail'in Türkiye'den bu yaptığından dolayı özür dilemesi lazım. İnsanlarımıza vermiş olduğu zarardan dolayı tazminat ödemesi lazım ve Orta Doğu'daki problemin merkezinde olan Filistin meselesinde, Gazze'deki ablukanın kaldırılmasında da adım atması lazım ki bir daha Orta Doğu'da bu tür problemlerin olmayacağı istikamete girilsin. Türkiye, bunları seslendirmeye devam edecek. İsrail'in doğruyu görmesi, artık gittiği bu yolun yanlış olduğunu, kendisine de bölgeye de daha fazla zarar vermeye başladığını görmesi icap eder.''
Yerli otomobil üretimi
Ergün, yerli otomobil üretimiyle ilgili soruları yanıtladı. Türkiye'de büyüyen bir otomobil pazarı bulunduğuna ve önümüzdeki bir kaç yıl içinde iç pazarın 1 milyon rakamını yakalayacağına dikkati çeken Ergün, şunları kaydetti: ''2011 yılında da herhalde iç pazar 600 bini geçecek. Bu iç pazarın üçte biri Türkiye'deki üretimden karşılanıyor, üçte ikisi tamamen ithal otomobilden karşılanıyor. 1 milyona ulaştığı zaman da böyle olacaksa bu da bizim açımızdan kendi iç büyük pazarımızı görmezden gelmek anlamına geliyor. Ben şahsen şuna inanıyorum, üreteceğimiz otomobil alelade bir şey olmayacak, mevcut ürettiklerimizle aynı teknolojiye, tasarım gücüne, konfora sahip, orta gelir guruplarının rahatça ulaşabileceği bir otomobil olacak. İlk etapta bunun pazardan yüzde 20 pay alabileceğini düşünüyorum. Bu marka pazara en azından 2-3 modelle çıkacaktır. Bunun dış pazar şansı da olacaktır.''
Otomobil Sanayii Derneği'nin (OSD) bu konuda hazırladığı kapsamlı raporu bu ay içinde Bakanlığa takdim edeceğini anımsatan Ergün, bu konuda istekli olan işadamları bulunduğunu, isteklilerle bu raporu aldıktan sonra bir araya geleceklerini, üretimle ilgili süreci de başlatmış olacaklarını belirtti. İşadamı Abdülkadir Konukoğlu'nun yerli otomobille ilgilendiği yönündeki sözlerinin hatırlatılması üzerine de Ergün, ''Abdülkadir Bey de zaten iş makinesi üretimi yapan arkadaşlar, otomotiv sektörüne de yabancı değiller. Başkaları da olabilir, bir konsorsiyum olabilir, bir işbirliğine gidilebilir. Çok geniş seçenekler var. Bu seçenekleri konuşacağız'' dedi.
Bakan Ergün, bünyesinde bir çok markayı bulunduran Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği'nin (OYDER) yerli otomobilde pazarlama ağının önemli bir unsuru olarak görev almaya hazır olduğunu ilan ettiğini, bunun da olumlu bir yaklaşım olduğunu kaydetti. Ergün, ''Böyle bir şey olduğu zaman arazi tahsisinden tutun da onun teşviki ile ilgili, kamuda kullanımı ile ilgili onun satışı ile ilgili, finansmanı ile ilgili, bir çok alanın birden düzenlenmesi gerektiğini bilerek ona dönük bazı çalışmalar yapıyoruz'' dedi.
''O zaman en büyük alıcı kamu mu olacak?' şeklindeki soruya da Ergün, ''En büyük alıcı kamu olmayabilir ama kamu araç satın alırken yerlilik oranı en yüksek olan bir aracın satın alınmasını doğal olarak ön plana alacaktır. Zaten bu dönemde dikkat ederseniz yeni bir Başbakanlık genelgesi yayınlandı. Bundan sonra kamu alımlarında Türkiye'de üretilen ürünlerin satın alınması konusu çok daha fazla ön plana çıkan bir konu haline gelmiş oluyor'' yanıtını verdi.
Yeni dönem vurgusu
Ergün, Türkiye'nin son yıllarda sergilediği siyasi istikrar ve ekonomik gelişmelere değinerek, 12 Haziran'dan sonra hedefleri gerçekleştirmek üzere yeni dönemin başladığını, yeni dönemin kurgusunun da hedefleri gerçekleştirmeye uygun olması gerektiğini söyledi. 12 Eylül 2010'da yapılan referandum sürecinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında köklü bir değişiklik yaptığını, ancak bunun yeterli olmadığını belirten Ergün, yeni dönemin ruhuna uygun bir anayasayı elbirliğiyle yapmak gerektiğini, bunun ekonomik gelişmelere de ciddi katkısı olacağını, iyi bir hukuki altyapı yoksa ekonomi açısından da gelişmeleri sağlıklı yürütmenin mümkün olmadığını ifade etti.
Şu anda yatırım ortamına ilişkin iyileştirmek gereken konular bulunduğunu, hepsinin anayasa değişikliği gerektirmediğini kaydeden Ergün, özelleştirmelerde yargı mekanizmalarının iyi işlememiş olması nedeniyle bazı özelleştirmelerin yapılamadığını, Danıştay'ın 3 ayda bildirmesi gereken görüşünü 3 yılda bildirdiğini, İzmir Limanı özelleştirmesinin buna örnek olduğunu söyledi.
Bakanlığın adı ve yapısının hedeflere uygun olması için yeniden ele alındığını, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı olarak kurgulandığını, bakanlığa TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisinin (TÜBA) ilave edildiğini hatırlatan Ergün, TÜBİTAK ve TÜBA'da da bazı değişiklikler yapıldığını, bu değişikliklerin temel nedeninin yeni dönemin vurgusuna uygun bilimsel ve teknolojik altyapı oluşturmak olduğunu söyledi.
Her iki kurumda son derece yetkin bilim adamları bulunduğunu, şimdiye kadar çok güzel faaliyetler yürüttüklerini, bugün meyvelerin toplanma zamanı geldiğini söyleyen Ergün, ''Bir ülkede temel bilimler zayıfsa teknolojik araştırmalar güçlü olamaz. Bu nedenle temel bilimler konusunda da bir atılıma ihtiyaç var. Hem fen bilimleri hem de sosyal bilimler alanında daha ciddi araştırmaları ön plana alan bir dönemi yakalamak mecburiyetindeyiz. İyi matematikçileriniz, iyi fizikçileriniz, kimyacılarınız yoksa teknolojik araştırmalar konusunda nasıl ilerleme kaydedebilirsiniz? Bu temel bilimler konusunda iyi olmalıyız ki teknolojik araştırmalar konusunda da iyi olabilelim'' şeklinde konuştu.
'Tek bir nedeni var, zenginleştirme'
Sorular üzerine de Ergün, TÜBA'da şu anda son derece yetkin bilim adamları bulunduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti: ''Bunun dışında da çok kenarda kalmış, artık aktive olabilecek, TÜBA'daki enstitülerde görev alacak insanlar var. Hem mevcut yapıyı koruyalım, hem de biraz zenginleştirelim. Bakanlar Kurulundan TÜBA'ya üye seçilsin. Ölçüler içindeki insanlar seçilsin. YÖK Genel Kurulundan gelsin. Bir de TÜBA'nın kendi Genel Kurulu üçte birini oluştursun. Üçe bölünmüş oldu. Böyle bir zenginleştirme yapalım. Bunun tek bir nedeni var, zenginleştirmedir. Bu zenginlik, TÜBA'ya farklı bakış açılarının yansımasıdır. Bu zenginleşmeyle TÜBA'nın enstitülerde temel bilimlerde çok daha aktif rol alabileceğini düşünüyorum.''
Fransız Devriminin idama mahkum ettiği bir bilim adamını hatırlatan Ergün, bu kişinin cumhuriyetçilerin bazı görüşlerine karşı çıkan bir bilim adamı olduğunu, yargılama sırasında itiraz edildiğini, mahkemenin ise ''Fransız Cumhuriyetinin bilim adamlarına ihtiyacı yoktur'' dediğini anlattı. Nihat Ergün, şöyle devam etti: ''Bizim cumhuriyetimizin bilim adamlarına çok ihtiyacı var. Ve her çeşit bilim adamına çok ihtiyacı var. Hiçbir bilim adamımızı zayi edemeyiz. Şu ya da bu nedenle hiçbir bilim adamımızın bir görüşünün, bir çalışmasının zayi edilmesi lüksüne ihtiyacımız yoktur. Onun için her bilim adamımızın, kenarda kalmış her bilimi adamımızın fikri, düşüncesi bizim için önemli olacak. Onun için orada alabildiğine bir akademik özgürlük çerçevesi oluşturmayı ve bunun için de zenginleştirmeyi hedefledik. Başka da nedeni yok.''
'Kenarda kalan olsun istemiyoruz'
Dünyanın çeşitli yerlerinde çalışan bilim adamlarıyla bundan sonra yılda bir defa bir araya gelerek fikir alışverişinde bulunup kendi fikirlerini, tecrübelerini paylaşmalarını sağlayacaklarını kaydeden Ergün, böylelikle TÜBİTAK ve TÜBA bünyesinde de dışardaki bilim adamlarının bazı çalışmalar yapabilmelerine ve birikimlerini buraya aktarmalarına daha fazla imkan sağlayacaklarını söyledi. Ergün, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Türkiye, kendi potansiyelini zayi etme lüksüne sahip değil. Bizim en büyük zenginliğimiz yerin altında değil. Petrol ve doğal gaz zenginlikleri, maden bizi zengin edecek unsurlar değil. Bizim zenginliğimizin yerin üstünde olduğunu bilmemiz lazım. Bu toplumun içinde, bizim en büyük zenginliğimiz insan gücümüz. Bizim düşüncesi, inancı, yaşantısı nedeniyle bir tek insanımızı bile zayi etme lüksümüz yok. Çünkü en büyük zenginliğimiz orada. Biz ne tartışmaların içinden geçtik Türkiye olarak. Yazık oldu insanlarımıza. Birçok insanımızın hayatı etnik tartışmalar yüzünden karardı. Türkiye'ye hiçbir şey katamadı. Hatta Türkiye adına zarar oldu. Senelerce laiklik tartışmalarının içinde boğulduk. Birçok insanımız laiklik tartışmaları içinde heder oldu gitti. Tahsil göremedi, bilim yapamadı, potansiyelini açığa çıkaramadı. İdeolojik tartışmalar içinde ciddi zayiatımız oldu. Örnekler söyleyelim; Halil İnalcık... Dünyanın en ünlü Osmanlı tarihçisi... Ama burada vaktiyle çalışma fırsatı bulamadı. Bazı liberal düşünceleri nedeniyle dışlandı. Kemal Karpat, Şerif Mardin... Bunlar sosyal bilimlerde Türkiye'nin en ünlü dünya çapındaki bilim adamları. Ama biz bu bilim adamlarını belli dönemlerde bu ülkenin dışına göndermek, onların birikiminden istifade etmeme gibi bir gafletin içinde olduk. Artık böyle bir şeyin içinde olamayız. Böyle bir lüksümüz yok. Bir adam istediği kadar solcu olabilir, istediği kadar sağcı olabilir, istediği kadar liberal olabilir. Ne olursa olsun bilim adamıysa, bu ülkeye bilim adına katacağı bir şey varsa gelsin, önü alabildiğince açıktır. Bizim için düşüncesinin, yaşantısının hiçbir önemi yoktur. Yaptığı bilimsel çalışma ve ülkeye katacağı değerin önemi vardır.''
Yatırım ortamının iyileştirilmesi...
Yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik çalışmalarla ilgili sorular üzerine de Ergün, yatırım ortamının iyileştirilmesinin unsurlarından birisinin de istihdamla ilgili gelişmeler olduğunu anlatan Ergün, istihdamı genişletici bir takım önlemlerin, istihdam üzerindeki yüklerin belki azaltılmasına ilişkin tedbirlerin, sanayicinin beklentileri, taleplerinin de bunun içerisinde olacağını ifade etti.
Kıdem tazminatı konusunun da istihdam konusunun içerisinde bir unsur olarak ele alınacağını söyleyen Ergün, ''Hem işverenin üzerinde, özellikle KOBİ'lerin üzerinde çok ciddi yük oluşturabiliyor belli zamanlarda. Bu yükü hafifletmek, hatta ortadan kaldırmak hem de çalışanların hukukunu koruyan bir şekilde çözüme kavuşturma imkanı olduğunu düşünüyoruz. Esnek çalışma modelleri de bunun unsurlarından bir tanesi olacak. Part time çalışmalar belki yeniden bir düzene sokulmuş olacak. Özel istihdam büroları konusu tekrar bu meselenin içerisinde hep birlikte tartışılacak'' şeklinde konuştu.
Derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili bir soruya karşılık ise Ergün, şunları kaydetti: ''Kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'ye karşı haksız yaklaşım içinde olduklarını hep söyleyegeldik. Bunda da haklı çıktık. Türkiye çok daha sağlıklı bir zemine oturduğu halde, Türkiye'nin notunu artırmamak için veya gıdım gıdım artırmak için bir çaba içindeyken, bazı ülkelerin notunu bol bol veren, ya da düşmesi gerekirken düşürmeyen bir yaklaşım içinde olduğunu... Onlarda bir itibar kaybına da yol açtı aslında. Şimdi bir toparlanma var. Bizim de itirazlarımızı onlara karşı yüksek sesle dile getirmemiz gerekiyor. Siz ne yaparsanız yapın Türkiye öne çıkıyor, gittiğimiz yerlerde bu tartışmaları her zaman görüyoruz. Daha doğru bir istikamette ben şahsen ilerlediklerini görüyorum.''
Ergün, bir başka soruya karşılık, part time çalışma konusu sağlıklı bir yere oturduğunda, bundan ilk etapta en fazla kadınların istifade edeceğini söyledi. Organize Sanayi Bölgesi (OSB) yatırımlarıyla ilgili olarak de Ergün, OSB'lerden bine yakın arsa talebi bulunduğunu, hepsinin dolması durumunda OSB'lerde 400 bin istihdam olacağını belirtti. OSB'lerde tahsis alıp da süresinde yatırım yapmayanlardan ise arsaları geri aldıklarını ve tahsisleri iptal ettiklerin ifade eden Ergün, ''Dün akşam itibariyle 270 civarında parsel tahsisi iptal edilmişti. 10 yıl önce, 15 yıl önce tahsis almış, 10 yıldır hiç çivi çakmamış. Adete kuluçkaya yatar gibi üstüne yatmış, bir şey yapmıyor. Yapacak adam arsa arıyor bulamıyor, yapmayacak adam arsanın üstüne yatıyor. Böyle bir şeye razı olamazdık. Bu iptal süreçleri de başladı'' diye konuştu.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!