'Türklerin özgürlük mücadelesi 200 yıl öncesine dayanır'

Özgürlük Mücadeleleri Tarihimiz-Devrimin İlk Karşıtları Alev Coşkun imzalı... Kitap, özgürlük mücadelesi tarihimizin kuşbakışı ele alınan bir özeti.

'Türklerin özgürlük mücadelesi 200 yıl öncesine dayanır'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.06.2012 - 06:46

-Yeni kitabınız, Özgürlükler Tarihimiz - Devrimin İlk Karşıtları adını taşıyor. Temel hedef nedir?

- Türk toplumunun demokrasi ve özgürlükler tarihi epeyce eskidir. Kimileri demokrasiyi 1950 seçimleriyle başlatıyor; hatta 2002 seçimleriyle başlatanlar bile var. Oysa, ilk anayasamızın 1876'da ilanını alırsak 136 yıl; Tanzimat Fermanı'nı alırsak 173 yıllık bir özgürlükler mücadelesi tarihine sahibiz. Hak ve özgürlükler hareketini Osmanlı'da reform hareketlerinin başladığı tarihlere götürürsek, 200 yılı aşkın bir mücadele tarihi ile karşı karşıya geliriz. Batı dünyası demokrasiye ulaşmak için çok büyük gayret sarf etti, bedeller ödedi. Avrupa'da bu süre yüzyıllar sürdü. Toplumun bağnaz düşüncelerden sıyrılması için rönesans ve reformu geçirdiler, çok da kan döküldü. Türk özgürlükler ve demokrasi tarihinin geçmişinde de aydınlar çok cefa çektiler, tutuklandılar, hapse atıldılar, sürgüne gönderildiler, idam edildiler... Hâlâ da cefa çekiyorlar...

- Türk özgürlükler tarihimiz tam olarak bilinmiyor, diye yazıyorsunuz.

- Ne yazık ki öyle. Oysa bu gelişme tarihi bilinmezse, bugünkü olayları ve gelişmeleri anlayamayız, değerlendiremeyiz. Bu kitap bu amaçlarla yazıldı. Aslında Türk toplumunun demokrasi ve özgürlükler tarihinin kuşbakışı özetidir.

- Osmanlı döneminde başladığını ifade ettiğiniz özgürlükler ve demokrasi tarihimizin temel gelişme noktaları nasıl bir yöntemle irdeleniyor kitapta?

- Osmanlı tarihinin son dönemi aşağı yukarı 225 yıl, bir gerileme dönemi tarihidir. Ama aynı zamanda 'reform'lar yaparak kendini toparlayabilme gayretlerinin de tarihidir. Yükselme döneminde, Osmanlı padişahları gözlerini Batı'ya, Avrupa'ya çevirmişlerdi. Avrupa topraklarının fethedilmesi iki temele dayanıyordu; birisi dini gerekçeler, ötekisi de ekonomik gerekçeler.

Osmanlı, Avrupa'da yeni toprakları kazanarak ganimet ve vergi toplamak zorundaydı. 1630'larda Avusturya devletinin İstanbul'daki elçisi Busbecq şöyle yazmış: 'Dünya üzerinde hiçbir millet top, havan ve daha birçok Hıristiyan icadını kullanarak, yabancıların işe yarar buluşlarından faydalanma konusunda Türklerden daha atak olmamıştır. Ne var ki matbaa kullanmaya ya da meydan saati dikmeye bir türlü ikna olmazlar, zira Kutsal Kitap'ın basıldığı takdirde artık kitap olmaktan çıkacağını ve hayatlarına meydan saati girerse müezzinlerin kudretinin ve dinsel ayinlerinin bundan dolayı zayıflayacağını düşünürler.' Bir başka örnek matbaadır. Örneğin, on beşinci yüzyılda İspanya'dan gelen Yahudi sığınmacılar Türkiye'de matbaa kurmak için izin istediklerinde II. Bayezit Türkçe ya da Arapça hiçbir kitap basmamaları, sadece İbranice ve Avrupa dilleriyle sınırlı kalmaları koşuluyla bu isteklerini kabul etmişti. Ancak, II. Viyana bozgunundan sonra, Osmanlı devleti kendisine bir çekidüzen vermek zorunda kaldı. İşte Osmanlı'da 18. asrın sonlarına doğru başlayan reform hareketlerinin temelinde bu vardır. Osmanlı yıkılmamak için reform yapmak zorundaydı.

- 1789 Fransız Devrimi'nin etkilerinden de söz ediyorsunuz.

- Eşitlik, özgürlük, kardeşlik, adalet kavramlarıyla doğan devrim bütün dünyada toplumsal hareketler üzerinde etkili oldu. Rönesans ve Reform Avrupa'da aydınlanmayı başlattı. Osmanlı yöneticileri, ilk aşamada Fransız Devrimi'ni anlayamadılar. Örneğin, Padişah'ın Fransa'ya gönderdiği Ahmet Atıf Efendi, Padişah'a sunduğu raporda Fransız Devrimi'ni lanetliyor, aşağılıyordu. İşte bu rapordan ilk iki paragraf: 'Birkaç sene önce Fransa'da patlak veren fitne ve fesat ateşinin dört bir yana sıçradığı isyan ve bela kıvılcımlarının ve yaydığı alevlerin bundan yıllar önce mel'un sapkınların zihninde tasarlandığı ve uyanmak için fırsat kollayan uykudaki bir fitne olduğu ileriyi görebilenlerin malumudur. Şöyle ki Voltaire ve Rousseau isimli tanınmış zındıklar ve onun gibi maddeciler, hâşâ ve peygamberlere ve büyük hükümdarlara sövüp sayıp bütün dinleri kaldırıp bir kenara atıp eşitlik ve cumhuriyetçiliğin lezzetli tadını ima eden pek çok eser yazıp yayınlamışlardır.' İşte Osmanlı'nın resmi algılaması. Ancak, Avrupa'da gelişen yeni düşüncelerden etkilenen Osmanlı aydınları da yetişmeye başlamıştı. Kitabın ilk bölümünde de, Osmanlı'nın geri kalış nedenleri, zorunlu askeri reformlar ve yeni yetişen Osmanlı aydınları 'Genç Osmanlılar' üzerinde durulmaktadır.

'OSMANLI'DA ÖZGÜRLÜK HAREKETİ BİR AYDINLAR HAREKETİYDİ'

- Bu gelişmeler anayasal hakların elde edilmesi yolunda ivme kazandırıyor...

- Evet, Osmanlı Devleti bir yandan askeri reformlar yaparken öte yandan da anayasal haklar yönünde ilerlemeler gösteriyor. Örneğin 1839 tarihli Tanzimat, 1856 tarihli Islahat Fermanı ve 1876 tarihli ilk anayasanın ilan edilişleri önemlidir. 1876 tarihli ilk anayasa, Fransız İhtilali'nden 87 yıl sonra ilan edilebilmiştir.

- Osmanlı'da özgürlük hareketi bir aydınlar hareketi olarak ortaya çıkıyor.

- Evet, Tanzimat sonrasında, en önemli gelişme aslında eğitim alanında görülür. Fransızcayı öğrenen aydınlar, edebiyatta 'Batı uygarlığı çerçevesinde gelişen yeni bir Türk edebiyatı' yarattılar. Yeni bir aydın yazarlar nesli doğdu. Yeni Osmanlılar adı verilen bu yazar ve şairler, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem gibi yazarlar, edebiyatçılar ve şairlerdir... Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Fransız Devrimi'nin etkisiyle vatan, millet, hürriyet, hak, adalet, kanun ve meşrutiyet gibi düşünce ve kavramları Osmanlı yaşamında ilk kez dile getirmeye başladılar. İlk kez günlük gazete yayımlanmaya başlandı. Bu genç Osmanlılar laik düşünce çerçevesinde, konuları ilk kez ele alıp yazmaya başladılar.

- Namık Kemal de ilk kez vatan kavramını ortaya koyuyor...

- Evet. Namık Kemal, kuşkusuz Yeni Osmanlıların en etkili yazar ve şairidir. 139 yıl önce, 1 Nisan 1873'te, Namık Kemal'in 'Vatan Yahut Silistre' adlı piyesi Gedikpaşa'da Güllü Agop'un sahnesinde oynanmaya başladı. İlk kez bu piyeste vatan kavramı ortaya konuyordu. O güne kadar toprak padişahın malıdır, insanlar da padişahın kullarıdır. Millet yoktur, ümmet vardır. İşte bu düşünceye ilk kez karşı geliniyordu. Oyun halkı çok etkilemişti, yer yerinden oynamıştı ancak beş gün oynanabildi. Merkezi emirle durduruldu. Başyazarlığını yaptığı İbret gazetesi kapatılan Namık Kemal sürgüne gönderildi. Kitapta, Osmanlı'daki özgürlük gelişmelerini, belgelere dayanarak anlatıyorum. Nitekim Kıbrıs adasında Magosa kentinde sürgüne giderken Namık Kemal: Zalim olsa ne rütbe bi-perva/ Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız!/ Merkez-i hâke atsalar da bizi/ Kürre-i Arz'ı patlatır çıkarız'; bugünkü Türkçesiyle 'Zalim ne kadar korkusuz olur olsun / Zulmün temelini biz yine de yıkarız / Yerin dibine atsalar da bizi / Yerküreyi patlatır çıkarız' diyordu.

'ANAYASA ÇALIŞMALARINDA 113. MADDE İBRETLİK!'

- Anayasa konusuna dönersek; Sadrazam Mithat Paşa ile II. Abdülhamit arasındaki yeni anayasa konusunda ciddi bir pazarlık olduğunu okuyoruz.


- II. Abdülhamit padişah olunca, Mithat Paşa'yı sadrazamlığa getirdi ve 23 Aralık 1876'da Mithat Paşa'nın hazırladığı '1876 Anayasası' ilan edilip yürürlüğe girdi. Ardından Osmanlı'nın ilk Milletvekili Meclisi seçimleri yapıldı ve 19 Mart 1877'de Meclis açıldı. Ancak bu Meclis toplam 5 ay kadar çalışabildi. Anayasa çalışmalarının en darboğaza girdiği yer, anayasanın 113. maddesi olmuştu. Bu madde padişaha bazı konularda olağanüstü durum ilan etme ve gerektiğinde sakıncalı görülen kişilerin yurtdışına sürülmesi konusunda yetki veriyordu. İbret gibi değil mi? Mithat Paşa, Namık Kemal ve diğer anayasa yanlısı kişiler bu yetkiye itiraz ettiler, ancak Abdülhamit bu madde olmazsa anayasayı imzalamayacağını belirtti. Bu arada Batılı ülkelerin dışişleri bakanları da Tersane Konferansı için İstanbul'a gelmişlerdi. Mithat Paşa, anayasal yönetim konusunda o güne kadar yürütülen çabalarla elde edilen kazanımları kaybetmemek için 113. maddeyi II. Abdülhamit'in istediği gibi kabul etti etmesine ama bu madde başına da büyük dertler açtı. Bir süre sonra Abdülhamit, Mithat Paşa'yı görevden aldı ve aynı 113. maddeye dayanarak yurtdışına gönderdi. Mithat Paşa daha sonra Yıldız Sarayı'nda kurulan özel bir mahkemede yargılandı. Arabistan'da Taif zindanlarına sürgün edildi, 2 Mayıs 1884 tarihinde de orada boğularak öldürüldü.

- Çok kısa yaşamasına karşın 1876 Anayasası önemli bir adım...

- Kuşkusuz doğrudur. Osmanlı devletinin ilk anayasası olan 1876 Anayasası'nı Mithat Paşa ve arkadaşları Belçika ve Prusya anayasalarını örnek alarak hazırladılar. Bu anayasanın ilanı bir 'bağış' ve 'lütuf' olarak görülmemeli; padişahın adeta bir lütfu gibi değerlendirilmemelidir. Bir Batılı tarihçi ve siyaset bilimcisinin belirttiği gibi, '1876'ya gelindiğinde Türkiye'de reform meselesi yüzyılını doldurmuştu. Artık çoktan kendine has bir geleceği, bir itici gücü ve başarısı olmuştu.' Bu anayasanın kabul edilmesi kuşkusuz bir aydınlar hareketinin sonucudur.

- Abdülhamit'in İslamcılık politikası, Tanzimat döneminin Osmanlıcılı'ğını nasıl ötelemiştir?

- Osmanlı Devleti'nin son döneminde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımları etkin hareketlerdir. Bu akımların hepsi, imparatorluğun yıkılışını değil, sürdürülmesini amaçlıyor, hepsi de kendine göre çıkış yolları arıyordu. İslamcılık akımına göre, devlet işlerinin kötüye gitmesinin tek nedeni din kurallarının 'şeriat'ın bütünüyle uygulanmamasıdır malum. Bu akım, I. Meşrutiyet'ten başlayarak günümüze kadar geldi ve giderek güçlü savunuculara, etkin bir yazar kadrosuna kavuştu. Prof. Tunaya'nın belirttiği gibi, bu akım, '...Sultanahmet Camii minberinden en uzak köşelerdeki mescitlere bile, fikirlerini açıklama olanaklarına sahipti.' İslamcılık akımını Osmanlı'nın son döneminde etkin olarak kullanan Abdülhamit bir yandan merkezi otoriteyi güçlendirerek hiçbir itiraza yer vermeden iç politikayı yürütmeyi amaçlıyordu. Abdülhamit'in dış politikasının temel amacı ise, var olan durumu korumak, imparatorluğun devamını sağlamak ve yeni çatışmalardan kaçınmaktı. Abdülhamit'in başka çıkış yolu da yoktu. Abdülhamit temelde, Tanzimat döneminin Osmanlıcılık hareketine karşın İslamcılık siyasetini benimsedi, özel önem verdiği Halifelik kurumunu da bu dış siyasetin önemli bir aracı olarak kullandı.

- Ancak o günlerde bu politikaya karşı çıkanlar var.

- Bu politikaya karşı çıkanlar, temelde Akçuraoğlu Yusuf, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Hamdullah Suphi, Ahmet Ayaoğlu gibi düşünürlerdir. Abdülhamit rejimi ideolojisinin yerine, yeni bir ideolojik formülü 'Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim' biçiminde koymak isteyen Türkçüler, 'yeni bir hayat' vaat ediyorlardı. Kurtuluşun dayandığı düşünce temeli 'Türk milliyetçiliği' olacaktı. Ki bu noktada Okçuoğlu Yusuf'un Üç Tarzı Siyaset risalesi de önemlidir.

'ABDÜLHAMİT BİR KORKU İMPARATORUYDU!'

- Abdülhamit bir yandan İslamcılık hareketine önem verirken, öte yandan laik ve çağdaş eğitimi yadsımıyor, okullar açıyor... Bu çelişki değil mi?


- Doğru, II. Abdülhamit, bir yandan dış etkileri, Osmanlı'dan toprak koparma girişimlerini dengelemeye çalışırken, öte yandan devletin devamını sağlamak için Tanzimat'la birlikte başlayan reform hareketlerini de sürdürdü. Abdülhamit döneminde, haberleşme alanında, demiryollarında, tarım alanında önemli gelişmeler yapıldı. Halkalı Ziraat Okulu açıldı, ilkokullar geliştirildi, sayısı arttırıldı, 1876'da 250 olan rüştiye sayısı 30 yılda 900'e çıktı; mülkiye, hukuk, ticaret okulları geliştirildi, Sanayi-i Nefise Mektebi (güzel sanatlar okulu) açıldı ve hatta yurtiçinde kütüphaneler açıldı. II. Abdülhamit bir yandan laik ve çağdaş eğitim veren okullar açıyor, ancak öte yandan da özellikle basın yaşamında en sert önlemleri uyguluyordu. Bu baskıcı yöntem ve yönetim, çağdaş okullardan yetişen aydınları II. Abdülhamit'e karşı birleştiriyordu. İşte en ilginç nokta burasıdır.

- Ve bu baskı yönetimi, Jön Türklerin ortaya çıkışını yaratıyor.


- II. Abdülhamit, kafasında daima kuşku taşıyan bir padişahtı. Tüm ülkeye yayılmış bir hafiyelik ve jurnalcılık ağı kurmuştu. Korku imparatorluğu deyimi, tam Abdülhamit için kullanılmıştır. Korku imparatoruydu Abdülhamit. Aydınlar, bu baskılardan şikâyetçiydiler. Askeri Tıbbiye öğrencileri 1889'da gizli bir cemiyet kurdular. Aydınlar, baskılara dayanamayıp Paris, Cenevre, Kahire'ye kaçtılar. 1906'da Selanik'te 'Osmanlı Hürriyet Cemiyeti' kuruldu. Sonra bütün bu aydınlar birleşip İttihat ve Terakki'yi kurup, geliştirdiler. II. Abdülhamit'in baskısı arttıkça, aydınların muhalefeti artıyor ve İttihat ve Terakki güçleniyordu.

- Adeta karşılıklı bir zıtlaşma var, baskı artarken, muhalefette gerileyeceğine daha da güçleniyor...


- Doğrudur. Bir yabancı yakın tarih uzmanına göre, 'Abdülhamit'in en büyük zayıflığı, kendi geliştirdiği çağdaş eğitim kurumlarından çıkmış yeni bürokrat ve subay kuşaklarına, yeni Osmanlı aydın zümresine sadakat aşılayamamış olmasıydı. Çünkü unutulmasın ki, bu yetişen yeni aydın kitle, imparatorluğun dağıtılmasını istemiyordu. Hanedanın bir tarafa itilmesini istemiyordu. Osmanlı devletinin bir Meclis'le birlikte 'meşruti monarşi' modeliyle sürmesini istiyordu. Ama, baskılar onları Abdülhamit'e karşı birleştirdi.

'TÜRKİYE'DE MECLİS 104 YILDIR AÇIK VE ÇALIŞIYOR!'

- İlhan Selçuk, toplumsal hareketlerin oluşmasında, toplumların dönüşümlerinin sağlanmasında edebiyatçılar ve şairlerin rolüne değiniyor!


- Tabii, bu çalkantılı dönemde de, yazarlar, şairler direniş gösteriyorlardı, şair Tevfik Fikret'in yönettiği Servet-i Fünun dergisi etrafında toplananlar yılmıyorlardı. Bu etkiler, 33 yıllık otoriter bir yönetime karşı II. Meşrutiyet'in ilanını sağlamıştır. İşte bu etkilerle Rumeli'de aydınlar harekete geçtiler ve II. Abdülhamit, 24 Temmuz 1908'de, II. Meşrutiyet'i ilan etmek zorunda kaldı. 1876 Anayasası'nı tekrar yürürlüğe koydu. 24 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra seçimler yapıldı ve 17 Aralık 1908'de Meclis yeniden açıldı. Şu noktayı da önemle belirtmek gerekir ki, kısa aralıklarla kapalı kalsa da 17 Aralık 1908'den bugüne kadar tam 104 yıldır Türkiye'de Meclis açıktır ve çalışmaktadır.

- Meclis açılıyor ama, İstanbul'da karışıklıklar çıkıyor?

- Seçimlerde Meclis'te, İttihat ve Terakki göreceli olarak çoğunluğu elde etmişti. Ancak yönetim de tam etkili değildi. Meclisin açılışından üç buçuk ay sonra, eski takvimle 31 Mart 1909'da yeni miladi takvimle 13 Nisan 1909'da İstanbul'da büyük bir isyan patlak veriyor. Padişahı korumakla görevli avcı taburlarındaki alaylı subayların kışkırtması ile, onbaşı ve çavuşların liderliğinde harekete geçen askerler sabaha karşı ayaklandılar. Bu gruba, kimi hocalar, medrese öğrencileri, yeni rejimden zarar gören kimi gruplar, Derviş Vahdeti'nin liderliğindeki İttihadı Muhammedi Cemiyeti katıldı. Sonunda, Meclis'e girerken Adalet Bakanı Nâzım Paşa ve Lazkiye Mebusu Arslan Bey'i öldürdüler. Deniz Binbaşı Ali Kabuli Beyi Yıldız Sarayı'nın bahçesinde linç ettiler, ölenlerin sayısı 20'yi aşıyordu. İlerici olarak tanınan Tanin ve Şûrayı Ümmet gazetelerini bastılar, matbaalarını ve idaresini darmaduman ettiler. İsyanı yürütenler şeriat istediklerini açıkça belirtiyorlardı.

İstanbul günlerce bir kaos ve karmaşanın altında kaldı. İngiliz basını bu hareketi destekleyen yazılar yazıyordu. Sonunda, Rumeli'deki 2 ve 3. ordu harekete geçti. İstanbul'a geldi ve bu isyanı bastırdı, elebaşılarını yakalayıp mahkemeye verdi ve idamlar oldu.

- Son yıllarda kimi yazarlar 31 Mart'ın abartıldığını, bunun basit bir hareket olduğunu yazıyorlar, kimileri de Ergenekon davasıyla bağlantılandırıyor. Kitapta bunu da inceliyorsunuz.

- Bu bağlantıyı kuranlar, buna bir isim buldular. Bunun adına da 'İttihatçı zihniyet' deniliyor. Eskiler bir yana 1 Mayıs 1977 katliamı, Uğur Mumcu suikastı, Maraş, Çorum, Sivas olayları da bu zihniyete bağlanıyor. Adeta yeni bir tarih, alternatif bir tarih yaratılıyor. 2001'de Ahmet Altan'ın İsyan Günlerinde Aşk adını taşıyan romanı yayımlandı. Altan, kendisinin tanımlamasıyla, 'bu romanıyla 31 Mart'a isyan ediyordu.' Zaman gazetesinde yayımlanan söyleşisinde de '31 Mart'la aldatıldık' diyordu. Bu aldatılmaya karşı isyan ediyor izlenimini veriyordu. Altan'la aynı görüşte olan daha başka liberal yazarlar da var...

Örneğin tarihçi Cemil Koçak da 31 Mart olaylarını İttihatçı cuntaya tepki gösteren bir asker hareketi olarak görüyor. Kitapta bu görüşlere de yer verildi. Ama 31 Mart olayları adı verilen bu karşıdevrimi belgelere dayanarak ortaya koymaya çalıştık. Nedenlerini, gerekçelerini günün koşullarını analiz ettik. Türk yakın tarihi üzerinde ciddi araştırmalar yapıp, eserler vermiş olan yabancı yazarlarına 31 Mart olayı hakkındaki görüşlerine de yer verdik.

gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr

Özgürlük Mücadeleleri Tarihimiz-Devrimin İlk Karşıtları/ Alev Coşkun/ Cumhuriyet Kitapları/ 302 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler