Türk'ün Çağdaşlıkla Sınavı...

Türk'ün Çağdaşlıkla Sınavı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 22.05.2011 - 06:36

Bu başlığı Cumhuriyet’in çok iyi edip, dağıttığı Mehmet Aksoy CD’si yazdırdı. CD’yi izledikten sonra Mehmet Aksoy’un çıktığı onca TV programında yapımcı, sunucu, yöneticilerin niye filmdeki görüntüleri (hele Selçuk Atatürk heykeli görüntülerini) ekrana getirmediğini düşündüm. Acaba bir telif engeli mi var diye sorguladım?..

Tarık Akan’ın, Rutkay Aziz’in, baba dostu Yıldız Kenter’in emeklerine sağlık. Dört dörtlük bir yapım. Defalarca izlerken bu heykelin bir açımsamasının (analizinin) doğru dürüst bunca kargaşa, laf içinde yapılmamış olduğunun farkına vardım. İşte bu CD dağıtımı beni ve umarım pek çok kişiyi bu analizi, okumayı yapmaya zorladığı için çok yararlı oldu. Çizgi de, form da bir dildir. Yabancı bir dil gibi okunması öğretilir, öğrenilir. Bu nedenle matematik kadar (nasıl artı, çarpı işaretlerinin ne olduğu öğretiliyorsa) resim, müzik de (notaları öğrenirsiniz) genel eğitim içerisinde öğretilir. Ama bu seçmeli derslere bırakılıyorsa bazıları en açık mesajları veren formları, çizgileri, renkleri, sesleri, notaları bile okuyamıyor ve hatta okuduğunu da sanıyorsa, suçlu: sanatı, sanat eğitimini dışlayan anlayıştır. (Fazıl Say müzik eğitimi için boşuna mı çırpınıyor.) Seçmeli felsefeden söz eden ise yok.

Aksoy’un heykeli modern sanatın geldiği en ileri noktada “hem soyut”, “hem somut” bir heykeldir. R. Venturi’nin “karmaşıklık ve çelişki” teorisinin en güzel örneklerinden biridir. (Karmaşıklıkla karışığı karıştırmayalım. Karmaşık “hem, hem”, “aynı zamandalık” kavramıdır)

Sanat bilimle kardeştir. Einstein’in “zaman” “görecelik” teorisinden sonra sanatta zaman öne çıkmış, sanatçılar, sanat eserleri zamanı bölerek veya aynı zamanda değişik anları dondurarak eserler üretilmiştir. Picasso’nun bir başı “aynı zamanda” hem cepheden, hem profilden çizmesi dünya resim tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Ama bu sanat tarihi açısından bir rastlantı olarak değil sanatın bilimle koşutluğu nedeni ile olmuştur. Aksoy’un heykeli de “hem tek bir insan” “hem iki insandır”. Heykele tam yandan bakarsanız arkadan görünen tek bir insan görürsünüz. Heykele tam karşıdan bakınca iki insan görürsünüz. Veya “hem iki insan”, “hem bölünmüş bir insan” görürsünüz. Karşıdan bakarken iki insanda da gördüğünüz stilize insan omuz-sırt-kalça-baldır silueti kıvrımlarını “aynı zamanda” yandan bakarken de görürsünüz. Ama koca heykeli (ki şu an bitmemiş bir form eskizidir, kaba inşaatıdır. Onu bir de bitmiş bembeyaz düşleyin) asıl çok duygusal yapan sizi yürekten vuran eserin “hem insan” “hem mezar taşı” oluşudur. Bunu insan başının-başlarının-hem insan başına hem tarihi mezar taşlarının kavuklarının formuna gönderme yapması sağlar. Heykel “hem yaşamdır” “hem ölüm”. Bir yerde yaşam dostluktur, ölüm düşmanlık; heykel “hem dostluğu” “hem düşmanlığı” düşündürür. Ama bu duruş bir bölünmüşlüğün ardından gelecek ani bir bütünleşmenin bir “an” öncesidir. “hem hüzündür” “hem umut”.

Cebrik denklemler

Karmaşa ve çelişki insanı okuma yapmaya zorlar; çağdaş insanı bir cebrik denklemi çözme merakı ile heykele yaklaştırır. Cebrik denklemleri herkes sevmeyebilir, anlamayabilir, ama dünya bugün bir yerdeyse bunları sevenler sayesinde bir yerdedir. En basit cebrik denkleme anlamadan bakanların hiçbiri bunu “ucube” olarak nitelendirmemiştir; sadece anlamadığını kendine itiraf etmiş veya kabullenmiştir. Ama belki de anlayanlara öfkeleneni olmuştur. Aslında heykelin çelişkisinin okunması öyle pek de zor değil. Küçük bir çabayı bile harcamak istemeyenlerin öfkelenmesi ancak çocukların sorgulamayı öğrenmeyi, danışıp çözümlemeyi reddettikleri anlarda görülen çocukça öfkesi. Mimarlık eğitimimde İsviçre’nin sayılı heykeltıraşlarından hocam Mr. Barman bu durumu şu örnekle anlatırdı: “Bir odaya girin ve bir Mısır mumyası maskı ile karşılaşın. Dikkatli bakın. Sonra arkanızı dönün. Rahatsız olacağınız şekilde mask orada, arkanızdadır. Görmeden rahatsız olarak duyumsarsınız, gerçek bir sanat eseri de böyledir.” Aksoy’un eseri de böyle. Yıkılsa da ona bir kez dikkatli bakmış, mesajını almış kişilerce hep orada. O tepeyi boş da görseler imgelem yolu ile mesaj tamamlanacaktır.

Bu ülkede Şadi’lerin, Kuzgun’ların, Rahmi’lerin, Bihrat’ların bugün adını bilen çok az kişi var. Ama onlar “hem bugün” “hem yarın” var olacaklar. Sonra ressamlar, sonra şairler, sonra besteciler, sonra tiyatrocular, sonra bütün sanatların bireşiminden (sentezinden) yararlanan benim gibi mütevazı mimarlar, hepimiz bir büyük aile olarak toplumu daha ileri götüren bir anonim ivme olacağız. Gerçek çağdaş toplum, çağdaşlık böyle damıtılacak. Çağdaş toplumlar ise bu ivmeyi yaratan olağanüstü kişilere saygı duydukları kadar çağdaş olacak. Çağdaşlık imtihanı ancak böyle verilecek. Çağdaşlığın göstergesi de bu ivmeye duyulan toplumsal saygı ve şükran olacak.

Fransız Kültür Bakanı’nın Cezayir olaylarındaki tavrı nedeni ile Sartre’a soruşturma açmak isteyen görevliye “Mösyö Sartre’a dokunamazsınız, o Fransa’dır” sözü bu göstergenin en bilinen somut sözlerindendir. Biz de bir gün ayrım yapmaksızın “Aksoy’a dokunamazsınız, Say’a dokunamazsınız, Baykam’a, Kemal’e, Pamuk’a dokunamazsınız o Türkiye’dir” diyen bir devlet adamına kavuştuğumuz zaman “Çağdaşlıkla imtahanımızı” vermiş olacağız.

Çağdaş toplumlar tarihle çağdaşlığı da sentezleyebilen toplumlardır. Louvre Sarayı’nın bahçesindeki çağdaş cam piramidin karmaşa ve çelişkisini anlayacak kültür ve tabiat varlıkları kurallarına da sahip olamadıkça birisinin verdiği kararı diğerleri bozar. Bu yazıdaki küçücük analizi kurul üyelerinin, raportörlerin yapamadığını, “sanatla sit alanı sentezine” önce değer verip çağdaşlık örneği bir kararı anlayışsızlık ve yetersizlik nedeni ile geri aldıklarına inanmıyorum. Son ilke kararları (KTVK Yüksek Kurulu 06.01.2011 tarih ve 7795 sayılı kararı) kurulların bilimsel raporlar sunulduğunda kararlarını gözden geçirip geri alabileceğine olanak veriyor. Bu yazı kamu önünde açık bir rapor. İlgili Kurul’a basın yolu ile kararını yeniden görüşmesi için açık bir dilekçe olarak sunulur. Çağdaş interaktif tiyatronun başına gelenler, çağdaş beat kuşağı yazarlarının eserlerinin başına gelenler, tarihi konulu dizilerin başına gelenler, artık Türk’ün karşısına çağdaşlık imtihanının sorusu olarak çıkmasın. Sit alanları giderek tarihimiz, sanat eserlerinden, Çanakkale’deki gibi, İzmir Kordon’undaki gibi, Dumlupınar’daki gibi güç almaktan yoksun kalmasın. Ama belki de sanatın esin perileri bu heykelin yok edilerek daha çok mesaj vereceğine mi karar verdi? Bizi bütünlemeye mi bıraktılar?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler