'Tutanakları sızdıranları yakında açıklayacağız'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Şu anda dolaşan belgelerin de kimler tarafından nasıl sızdırıldığını kısa zaman içinde açıklarız" dedi.

'Tutanakları sızdıranları yakında açıklayacağız'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.03.2013 - 10:10

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yarın Türk-Metal Sendikası'nca düzenlenecek 18. Kadın İşçiler Büyük Kurultayı'na, 7 Mart Perşembe günü de Hak-İş'in Küresel Kadın Emeği Buluşması Programı'na katılacağını, 8 Mart günü de Siirt'e gideceğini belirtti.

Kadına yönelik şiddeti, kadına kalkan eli her fırsatta şiddetle lanetlediklerini ifade eden Erdoğan, bunu insanlık dışı bulduklarını, bu şiddeti durdurmak için de her türlü tedbiri aldıklarını ve gerektikçe alacaklarını vurguladı. Şiddetin her türlüsünün kötü olduğunu, ancak kadına, çocuğa yönelik şiddetin tahammülü mümkün olmayacak kadar kötü olduğunu kaydeden Erdoğan, ''Kalp taşıyan, vicdan taşıyan, insanlıktan zerre kadar nasibi olan birinin, kadına el kaldırabilmesi mümkün değildir. Kadına el kaldırmak, şiddet uygulamak, kadını hunharca katletmek, bazılarının töre adı altında ifade ettiği gibi, erkeklik değil kahramanlık değil o korkaklıktır, acziyettir, insafsızlıktır, vicdansızlıktır'' dedi.

Hükümet olarak bu konunun üzerine kararlılıkla gittiklerini ve gideceklerini belirten Erdoğan, şöyle devam etti: ''Kadına yönelik şiddet konusu, başta muhalefet olmak üzere kimi çevrelerce, siyasi bir istismar aracı olarak kullanılıyor. Şiddet, daha görünür bir hal aldığı için, daha fazla duyarlılık gösterildiği için, özellikle de bu konuda artık bilimsel araştırmalar, incelemeler yapılıp veriler derlendiği için, sanki şiddette bir artış varmış gibi lanse ediliyor. Geçmişte bu konuda hiçbir veri toplanmamış, hiçbir bilimsel istatistik tutulmamış. Şu anda biz bunun üzerine bilimsel olarak da gittiğimiz için, rakamlarla oynamak, bunları çarpıtmak suretiyle 'şiddette artış var' diye yalan söyleyenler de çıkıyor. Tam tersine özellikle geçen yıl 8 Mart'ta çıkardığımız yasayla, şiddete karşı çok kapsamlı tedbirler aldık. Bunları da kararlılıkla uyguluyoruz. Etkili olduğunu da gördük. İnşallah yasalarla birlikte, toplumsal bilincin de artmasıyla, yüreğimizin kaldırmadığı tüm o şiddet sahnelerinden kurtulacak, kadının kadınca yani insanın insanca yaşadığı bir atmosferi hep birlikte inşa edeceğiz.''

Erdoğan, Türkiye ve dünya'daki tüm kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü de kutladı. Yeşilay Haftası'nın de değişik etkinliklerle kutlandığını belirten Erdoğan, duyarlılığın, farkındalığın artması bakımından, bu haftayı son derece önemli bulduğunu dile getirdi. Erdoğan, tüm kötü alışkanlıklardan, gençliğin kurtarılmasının insani görevleri olduğunu, devletin de anayasal görevi olduğunu kaydetti.

 

'Sivil itirazın unutulmaz önderi'

Erdoğan, hayatını kaybeden sanatçı Müslüm Gürses'e Allah'tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine baş sağlığı dileğinde bulundu. Başbakan Erdoğan, geride önemli eserler bırakan Müslüm Gürses'in, sadece bir ses sanatçısı değil, gençliği derinden etkileyen, verdiği mesajlarla sevgiyi, dayanışmayı çoğaltan bir sanatçı olduğunu söyledi. Gürses'in, sanatçılığının yanında bir itirazın, toplumsal muhalefetin, sivil itirazın da unutulmaz önderi olduğuna dikkati çeken Erdoğan, ''Duyguların insanıydı, duyguların temsilcisiydi ve o duyguların temsilcisi olması da o duyguları yaşayan insanların binlerce, on binlerce, yüz binlerce gencin arkasından yürümesinin zeminini hazırladı'' dedi.

Erdoğan, şöyle devam etti: ''Bunların altını özellikle çiziyorum. Bizler de bunları hafıza kayıtlarına alalım. Merhum Aşık Veysel, yakınlarına, bir dönem sazıyla Sivas'a inemediğini, şehir merkezine giremediğini söylüyor. Polis ya da jandarmanın, elinden sazını hemen aldığını, kırdığını ya da ateşe atarak yaktığını ifade ediyor. Neden, çünkü dönemin tek parti dahiliye vekaleti tarafından saz, gerici bir müzik aleti olarak görülüyor. Valilikler eliyle, kolluk kuvvetleri eliyle görüldüğü yerde toplanması, yakılması, imha edilmesi isteniyor. Bu ülkede kimin ne olduğunu anlıyor musunuz? Bu CHP zihniyeti, böyle bir zihniyettir. Halk müziğinin radyolardan dahi yayınlanması yasaklanıyor. Dinlenmesi, icrası yasaklanıyor. Halk sanatçısı Aşık Veysel'in başına bunlar gelirken, Türkiye'nin en büyük değerlerinden, tarihteki en büyük sanatçılardan biri olan Itri de hafızalardan silinmek isteniyor. Daha 1970'li yıllarda, yani yaklaşık 40 yıl önce, Ankara'da, Devlet Konser Salonu'nda bir Itri konseri verilmesi planlanıyor ama daha plan aşamasındayken malum çevreler, bunların içinde bazı, sözüm ona sanatçılar da var, devreye giriyorlar, 'senfoni orkestrasına mahsus salonda tek sesli alaturka müzik yapılamaz' diye ayağı kalkıyorlar. Bunu engelliyorlar. Hata dönemin Kültür Bakanı bu niyetinden dolayı görevinden alınıyor. Bu anlamsız yasağı geçen yıl Haziran ayında biz kaldırdık. Devlet Konser Salonu'nda, büyük sanatçımız Itri, icra edildi. Tek parti dönemi, her alanda tek tip insan yetiştirme gayesiyle topluma zulmederken, tek tip müzik üretme, tek tip müzik icrası ve dinlenmesi için de ağır bir baskı uyguladı. İnsanların siyasi tercihlerine, dini tercihlerine, maneviyatlarına, kılık kıyafetlerine müdahale edildiği kadar, duygularına, sözlerine, kelimelerine, o duygularını nasıl ifade edeceklerine bile müdahale edildi. İşte Müslüm Gürses, onunla birlikte sevgili Orhan Gencebay, sevgili Ferdi Tayfur, daha nicesi bu baskıya, bu tek tipçiliğe, bu zihniyete karşı itiraz olarak ortaya çıktılar. Halkın diliyle müzik yaptılar. Yıllarca bu ülkede arabesk müzik tartışıldı hala da tartışılıyor. Onun müzik olmadığını, bize yakışmadığını... Bırakın. Onun da bu ülkede bir hedef kitlesi var. Neden karşısına dikiliyorsunuz? Farklılıklar bizim zenginliklerimiz. Neden rahatsız oluyorsunuz.''

 

'Ahmet Kaya'ya yapılanları unutmayın'

Bu sanatçıların halkın içinden geldiklerini ve halkın hissiyatını aktardıklarını vurgulayan Erdoğan, ''Boyunları büküktü, kalpleri kırıktı. Sazlarından başka bir şeyleri yoktu ama sazları ve sözleriyle baskıya, zulme, toplum mühendisliğine çok güçlü şekilde isyan ettiler'' dedi. Erdoğan, 1970'lerde, 1980'lerde bu sanatçıların ağır baskılar da yaşadığını anımsatarak, merhum Cem Karaca'nın yıllarca gurbete mahkum olduğunu, Ahmet Kaya'nın gurbette hayata gözlerini yumduğunu ifade etti.

Erdoğan, geçmişte devletin bu anlayışı sonucunda gurbete çıkmak zorunda kalan Şivan Perver'in de benzeri bir otoriter anlayışı, tek tipçi zihniyet ve terör örgütünün baskıları sonucunda, doğduğu topraklara hasret içinde yaşadığını söyledi. Başbakan Erdoğan, söz konusu sanatçıların, şarkıları elden ele, gönülden gönüle dolaşırken, kitlelere ulaşırken radyolarda, televizyonlarda kendilerine yer bulamadıklarını kaydetti.

''Ahmet Kaya'ya yapılanları unutmayın'' diyen Erdoğan, şöyle devam etti: ''Neler yaptılar? O köşelerinden yazı yazanlar, duayen geçinenler, çok satan gazetelerin köşe yazarları neler yaptılar? Salondan zor kaçırıldı Ahmet Kaya. Ama aynı Ahmet Kaya, beni Pınarhisar'a uğurlayanlardan biriydi. Çünkü o da duyguların insanıydı. Farklı dünya görüşlerinin insanı olabiliriz ama bunu da gerçekleştiren bir insan oldu. Belediye Başkanlığım döneminde de kendisi ile bu noktadaki münasebetlerimiz çok çok farklıydı. Seçkinler tarafından, kaymak tabaka tarafından, sözde aydınlar tarafından bu müzik ve bu sanatçılar horlandılar, aşağılandılar. Bugün bile 21. yüzyılda o demode anlayışı sürdüren, halkın müziğini, tercihlerini, sevdiği müzisyenleri aşağılamaya, horlamaya devam edenler var. Bugün bile toplumu bir mühendis gibi şekillendirme, toplumun tercihlerini aşağılama, topluma dayatmalar yapma özlemi, arzusu, sevdası içinde olanlar var. Dinlersiniz, dinlemezsiniz. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Ama halkın tercihine, halkın duygularını ifade etme biçimine saygı duymak, tahammül etmek zorundasınız. Merhum Müslüm Gürses'in hayatı da eserleri de işte bu toplum mühendislerine, işte bu halkı aşağılayanlara verilmiş en güzel cevaptı. Belediye Başkanlığım döneminde, kendisiyle zaman zaman görüşmelerim olmuştu. Kendisinin nasıl o duyguların insanı olduğunu o zaman çok iyi anlamıştım. İfadelerinde zaten bütün o yaptığı müzikte bunu görüyorsunuz. Sesinde de müziğinde de bunu hissediyorsunuz. Müslüm Gürses'i, eserleriyle olduğu kadar işte bu itirazlarıyla da hatırlayacak, arkadaşlarıyla, muasırları ile gerçekleştirdiği sessiz devrimi, her zaman hafızamızda diri tutacağız.''

 

'Beraber yapacaklarımız var'

Erdoğan, geçen hafta gerçekleştirdiği Avusturya temaslarına işaret etti. Viyana'daki Türkiyeli öğrencilerle bir araya gelerek sohbet ettiğini anlatan Erdoğan, ''İşte o öğrenciler de 'özyurdunda garipsin/öz vatanında paryasın' mısralarının tarif ettiği öğrenciler ve gençlerdir. Burada okuyamadılar ve Avusturya'ya gitmek zorunda kaldılar. Orada lisans, lisansüstü, doktora eğitim öğretimlerini yapıyorlar. Bir kısmı mezun oldukça Türkiye'ye dönüyor, bir kısmı orada veya Avrupa'nın değişik ülkelerinde yaşamını sürdürüyor. Ben kendilerine Türkiye'ye dönme çağrısı yaptım; 'artık siz Türkiye'de parya değilsiniz, artık dönmelisiniz' dedim'' diye konuştu.

Erdoğan, 1 Mart'ta Almanya Sosyal Demokrat Partisi Genel Başkanı ile ABD Dışişleri Bakanı'nı Ankara'da ağırladıklarını, kendileriyle ayrı ayrı görüşmeler yaptıklarını anlattı. Dün İstanbul'da Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras ve 10 bakanıyla iki ülke arasında Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi'nin ikincisini topladıklarını kaydetti. Samaras ile birebir, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkileri tüm hassasiyetiyle görüştüklerini ifade eden Erdoğan, ''İncelikler var. Beraber yapacaklarımız var. Bugüne kadar neler yaptık, orada görüşme imkanımız oldu'' dedi.

Hafta sonunda Balıkesir'de olduklarını hatırlatan Erdoğan, 29 farklı kalemde 297 milyon liralık yatırım ve hizmetin resmi açılışını gerçekleştirdiklerini, aynı gün Bigadiç'te 45 milyon yatırım bedeli olan 5 ayrı hizmete açtıklarını, parti teşkilatıyla bir araya geldiklerini ve hıncahınç dolu salonda büyük heyecan ve coşku içende teşkilatla sohbet ettiğini söyledi.
Erdoğan, ''O toplu açılışta Balıkesir'deki meydan çok çok farklı bir heyecana sahipti. Onbinlerce Balıkesirli'nin katıldığı resmi açılıştı. Bigadiç'e gittik, aynı anda oraya gidiyoruz, bindirilmiş kıta söz konusu değil. Orada da yine 15 bin civarında Bigadiçli alanı tıklım tıklım doldurmuştu'' dedi.

Pazar günü sabah Balıkesir'in sivil toplu örgütlerinin temsilcileriyle bir araya geldiklerini, kanaat önderlerini topladıklarını, hem kendilerinin sorularını cevaplandırdıklarını hem de mesajlarını kanaat önderlerine ve STK'lara verdiklerini kaydeden Erdoğan, ''Oradan Edremit'e gittik, 20 bine yakın insan bizi bekliyordu, orada da toplu açılışları resmen gerçekleştirdik. Ardından Bandırma'ya geldik ki Bandırma bir başka tarih yazdı.
Bandırma'da Emniyet görevlilerin verdiği rakamlar çok çok farklı; 30 bine yakın insan meydan almayacak şekilde....Gayet büyükçe bir meydanı var. Sokak araları, caddeler, her taraf büyük heyecanı yaşıyordu. Bandırma da da aynı şekilde böyle önemli resmi açılış törenini yaptık. Oradan da Erdek'e geçtik. Erdek küçük, şirin bir ilçe. Gece geç saatlerine kadar Erdekliler bizi bekledi, 3-4 bin kişiye de oradan otobüs üzerinden hitap etme fırsatımız oldu'' diye konuştu.

 

'Gittiğimiz her şehirde...'

Erdoğan, son 1 ay içinde İstanbul ve Ankara dışında üç ilde bazı ilçeleri de kapsayan temasları olduğuna işaret eden Erdoğan, Kayseri, Mardin ve Balıkesir'de hem toplu açılışlar gerçekleştirdiklerini hem de çeşitli kesimlerle görüşme ve istişareleri olduğunu söyledi.

Bu hafta sonu da Siirt'e gideceklerini, orada da aynı şekilde halkla kucaklaşacaklarını belirten Erdoğan, ''Ardından inşallah planımızda Mersin ve Eskişehir var. Onların şimdi takvimini ayarlıyoruz. Çünkü ardarda büyükşehir olan 29 ilimizi dolaşacak ve gittiğimiz illerde de sadece şehir merkezi değil, oralarda en az bir gece kalmak suretiyle ilçeleri dolaşıp halkımızla bütünleşmek istiyoruz. Gittiğimiz her şehrimizde, havaalanından başlayarak geçtiğimiz her yolda, ulaştığımız her meydanda gerek yola toplanmak suretiyle gerek meydanları doldurmak suretiyle son derece ilgili, alakalı, heyecanlı karşılamanın olduğunu görüyoruz'' diye konuştu.

Kendileri için sandıktan çıkan sonuç, orada oluşan rakam, grafik ve istatistikler değil, şehrinde, ilçesinde, köyünde ziyaret ettikleri, göz göze geldikleri ve gönül gönüle iletişim kurdukları vatandaşın hissiyatının önemli olduğunu vurgulayan Erdoğan, ''Vatandaşımız sandıkta oyunu kullanır ama bir hafta, bir ay, bir yıl sonra ne düşünüyor? Biz bunu çok önemsiyoruz'' dedi.

Erdoğan, yanına gelen bir çocuğun kendisini evine davet ettiğini belirterek, ''Bir yavru yanımıza geldi; ama bir dil, bir dil, aman yarabbi....'Başbakanım ne olur, buradan bizim evimize gidelim. Annem güzel kahve yapıyor, ne olur bizim eve gidelim.' Ben annenin kahvesini ne yapayım, ben senin kahveni içmek isterim. 'Ben annem kadar kahve yaparım, hatta daha güzelini yaparım, ne olur bizim evimize gidelim. Biz bu yavrunun dileğini, talebini kırmadık ve onun evine de gittik. Tabii AK Parti'nin farkı burada, farklılığımız burada'' ifadelerini kullandı. Balkondan bir ziyaretçinin kendisini memleketine çay içmeye davet etmesi üzerine Erdoğan, ''inşallah'' karşılığını verdi.

 

'Muhalefet olarak görmüyorum'

Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Terör meselesinin çözümü için yeni adım attığımız bu anlamlı son süreçte Doğu'da, ortada ve Batı'da bize karşı muhabbettin daha arttığını, umutların daha da çoğaldığını büyük bir memnuniyetle müşahede ediyoruz. Kayseri ve Balıkesir'de çok sayıda katılımcının içinden sadece birer şehit yakını ve gazinin, o da nezaket dahlinde anlamaya yönelik olarak sürece ilişkin soruları oldu. Ben bunu bir muhalefet olarak görmüyorum. Bu muhalefeti ya da farklı düşünceyi bize aktaranlar oldu. Şehit yakınlarımızla da gazilerimizle de tam bir iletişim içindeyiz. Onlarım tereddütünü, kaygılarını gidermek için de samimiyetle, sabırla açıklamalarımızı yapıyoruz. Ancak ben burada bir hususun üzerinde önemli durmak istiyorum; şehit yakınlarımız ve gazilerimiz yaşadıkları acıdan dolayı maalesef art niyetli çevrelerin istismarına çok açık durumda bulunuyorlar. Bunu da tüm şehit yakınları ve gaziler için değil; gerçekten bunlar içinde çok az bir kısmı için söylenebilir. Muhalefetin ağır tahrikleri, asılsız ithamları, iftiraları özellikle de bu kesimlere yönelik istismar yüklü açıklamaları nedeniyle çok az sayıda şehit yakını ve gazinin süreçle ilgili soru işaretleri taşıdıklarına şahit olduk. Bakın defaatle söyledik, bundan sonra da bıkmadan usanmadan, sabırla söylemeye devam edeceğiz. Bizim şehitlerimizin ruhunu muazzeb edecek, onların kemiklerini sızlatacak, onların hatırasına halel getirecek hiçbir adımı atmamız, hiçbir girişimin içinde bulunmamız mümkün değil.''

 

'CHP ve MHP'nin bu tavrı, sorumlu bir tavır değildir'

Erdoğan, çözüm sürecine değindi. CHP ve MHP'nin sürece yönelik tavırlarına işaret eden Erdoğan, ''CHP ve MHP, bu çözüm sürecini ısrarla, inatla, sorumsuzca bir boyun eğme, taviz, geri adım gibi lanse etmenin peşinde. MHP ve CHP'nin bu tavrı milli bir tavır değildir, sorumlu bir tavır değildir. Kanı ve gözyaşını durdurmaya yönelik bir tavır asla değildir. Şehit yakınlarının, gazilerin bize yönelttiği sorulara bakıyoruz; muhalefetin ürettiği, aslı astarı olmayan, tamamen iftiradan ibaret bir propagandanın etkisini görüyoruz'' diye konuştu.

Mustafa Kemal'in Osmanlı'nın bir subayı olarak en zor zamanlarını yaşamış, bir çok cephede savaşmış bir asker olduğunu belirten Erdoğan şöyle konuştu: ''Mustafa Kemal, Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı yaşamış, başkomutanlık yapmış bir asker...İsminin başında 'Gazi' unvanı var. 9 Eylül 1922'de İzmir işgalden kurtuluyor. 10 Eylül'de Gazi Mustafa Kemal, Yunanistan ile yeni dönemin, barışa dayalı bir dönemin ilk adımlarını atıyor. İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşundan sadece 8 yıl sonra 1930 yılında Yunanistan Başbakanı Türkiye'ye resmi ziyarette bulunuyor, 1934 yılında da Gazi Mustafa Kemal'i Nobel Barış Ödülü'ne aday gösteriyor. Sadece Yunanistan değil, Osmanlı devleti son yıllarında Bulgarlar, Sırplar, Makedonlar....Rusya, Gürcistan, İngiltere, Fransa, Romanya, İtalya, hatta Japonya, hatta ABD ile savaş halinde, Güneyde isyancı bazı Arap kabileleri ile Doğu'da Ermeni çeteleriyle yoğun bir mücadele var. Bütün bu mücadelenin her safhasında Gazi Mustafa Kemal de var. Ama 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan ediliyor, tüm bu ülkelerle yeni bir sayfa açılıyor. Bize karşı kindar olmayan, bize karşı husumet, düşmanlık sergilemeyen her toplumla yeni başlangıç yapmak, yeni sayfa açmak, işbirliğini geliştirmek için Gazi o zaman adımlar atıyor. Kin gütmüyor, intikam duygusunun peşinden gitmiyor, geçmişte yaşananlara takılıp geleceği öfkenin, acının, nefretin üzerine inşa etmiyor. Bir başka örnek; Çanakkale zaferi...Yedi düvel Osmanlı'ya, Çanakkale'ye taarruz yapılıyor. Yeni Zelanda, Avustralya'dan, Senegal'den, Hindistan'dan Boğaza asker taşınıyor. O kanlı çatışmalarda düşman askerinin bizim askerimize, bizim Mehmetçiğin de düşman askerine siperden sipere gıda gönderdiğini, hediyeler attığını hepimiz biliyoruz. Çok enteresan, Senegal'den gelenlerin içinde Müslümanlar da var. Müslümanlar aldatılarak geliyor, Müslümanlara karşı savaşacak diye değil. Ne zaman ki Çanakkale'ye geliyorlar, orada ezan sesini duyuyorlar, duydukları anda silahlarını bırakıyorlar. Ateşkes anlarında Mehmetçik ile düşman askerlerinin bir araya gelip birbirlerine kahve ikram ettiklerini biliyoruz. Mehmetçiğin düşman askerlerinin yaralarına nasıl merhamet, ölülerine nasıl hürmet gösterdiklerini hepimiz bilmiyoruz. Gazi Mustafa Kemal'in Çanakkale'de yatan düşman ölülerinin ailelerine söylediği şu söz son derece manidardır; 'Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlarımız, burada bir dost ülkenin toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa yollayan analar, gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızda, huzur içindeler ve huzur içinde uyuyacaklar. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.' Bunu Gazi Mustafa Kemal söylüyor. Kime söylüyor, Mehmetçiği şehit etmek, boğazı geçmek, İstanbul'u işgal etmek amacıyla gelmiş ama bunu başaramamış bu topraklarda ölmüş yabancı askerlere ve annelerine söylüyor. Benim Mehmetçiğim Çanakkale'de topraklarını işgal etmek için gelen, belki de birazdan kendisini şehit edecek düşman askerine kahve ikram edecek kadar cesur ve kahraman bir Mehmetçik'tir. Çünkü bu millet söyleyeceğini savaş meydanında söyler. Eğer intikam, kin gütmek diye bir şey varsa Mehmetçik savaş meydanında zaferini kazanır, sonra o defteri tamamen kapatır. Zafer kazanmış bir millet için, zafer kazanmış bir ordu için yenilmişler karşısında mağrur olmak yoktur. Tam tersine yeniymiş olanlara şefkat, merhamet vardır. Benim askerim, benim Mehmetçiğim dağda yakaladığı teröriste üşümesin diye parkasını verecek kadar kahraman bir Mehmetçik'tir. Bizim komutanımız mağarada teröristi 'seni annene götüreceğiz' diye ikna ederek çıkaracak kadar alicenap bir komutandır.''

 'Bu nasıl milliyetçiliktir?'

Erdoğan, şehit aileleri ve gazilerin tereddüt içinde olmamasını isteyerek, şunları kaydetti:
''Şehit aileleri hiç ama hiç tedirgin olmasın. Gazilerimiz asla tereddüt içinde olmasın. Bizim şehitlerimiz hangi yoldaysa biz de o yoldayız. Bizim gazilerimiz düşmanlarına nasıl davrandıysa biz de aynen o şekilde davranacağız. Aynı istikametteyiz. Biz yenilginin jargonuyla konuşan bir millet değiliz, hiçbir zaman böyle olmadık, hiçbir zaman olmayız. Bizim muhayyilemizdeki Türkiye, çok büyük bir Türkiye'dir. Ve biz MHP ve CHP Genel Başkanı'nı muhayyilesindeki ürkek ve küçük Türkiye'yi tanımadık ve tanımıyoruz. Allah aşkına bu nasıl bir milliyetçiliktir. Kendi ülkesini bu kadar küçük, bu kadar ürkek, bu kadar korkak gören, kendi ülkesini sürekli yenilgiyle anan birisi nasıl milliyetçi olabilir? Bu ülkenin şehitleri, en son şehit kendileri olsun umuduyla canlarını verdiler. Kendi annelerinden sonra hiçbir anne ağlamasın diye canlarını ortaya koydular. Bu şehitler bu toprakların huzuru, birliği, kardeşliği için canlarını ortaya koydular. Şehitleri, şehit ailelerini istismar edip bu ülkeye korkaklık, ürkeklik, bunun yanında fitne salmak milliyetçilik değildir ve olamaz. Şehit cenazelerinin başında slogan atmak, şehit ailelerini, gazilerini kedi siyasi çıkarları uğruna sömürmeye kalkışmak milliyetçilik değildir ve olamaz.''

 

'Terörü çizmek için ne yaptılar?'

Erdoğan, şu anda dolaşan belgelerin kimler tarafından, nasıl sızdırıldığını kısa zamanda ortaya koyacaklarını söyledi. Başbakan Erdoğan, partisinin Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, ''Şöyle geriye doğru, terörle mücadele ettiğimiz 30 yılı gözümüzde canlandıralım'' dedi. BDP'nin farklı isimler altında, bu 30 yıl boyunca nerede durduğunun herkes tarafından bilindiğini belirten Erdoğan, özellikle CHP ve MHP'nin nerede durduğuna bakılması gerektiğini kaydetti. Erdoğan, 30 yıl içinde CHP ve MHP'nin de iktidar ortağı olduğu dönemler olduğunu ifade ederek, ''Terörü çözmek için ne yaptılar? Koca bir hiç. 30 yıl boyunca CHP'nin de MHP'nin de muhalefette oldukları dönemler oldu. Peki, çözüme katkı sağlamak için ne yaptılar? Koca bir hiç'' diye konuştu.

Erdoğan, CHP'nin bu süreçte yaptığının sadece bir kaç rapor hazırlamak olduğunu ve şu anda da geçmişte hazırladıkları o raporların gerisinde olduklarını ifade ederek, MHP'nin bu süreçte küfretmekten, hakaret etmekten, öfke ve nefreti büyütmekten ve şehit cenazelerini istismar etmekten başka hiç bir şey yapmadıklarını kaydetti. Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Her salı Bahçeli'yi dinleyin, nefret, kin, intikam, küfür, ne isterseniz var. İktidarda oldukları zamanda çözüme yanaşmadılar, muhalefette oldukları dönemde de çözdürmediler. 'Biz çözmüyoruz, hiç kimsenin çözmesine de müsaade etmeyiz' dediler. 30 yıl boyunca nasıl direttilerse, bugün de aynı şekilde diretiyorlar. 30 yıl boyunca çözümün önünde nasıl engel oldularsa, bugün de aynı şekilde engel oluyorlar. Dikkat edin, hiç bir tasavvurları, önerileri yok, hatta neyi eleştirdiklerini, neye karşı çıktıklarını dahi bilmez haldeler. Bizi ihanetle suçlayacak kadar izanları yitirmiş, kaybetmiş olanlara buradan açık söylüyorum: Siz terör karşısında 30 yıl milli bir duruş sergilemediniz, bugün de milli bir duruş sergileyemiyorsunuz. Eğer ortada bir ihanet varsa, o ihanet gençlere, annelere olan ihanettir, bu terörün çözülmesini engelleyerek millete yapılan ihanettir. CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, çıkmış sürekli şunu söylüyor: 'Yalan söyleyenden Başbakan olmaz' diyor. Bu süreçte CHP Genel Başkanı'nın söylediği tek söz budur; evet, alan söyleyenden Başbakan olmaz, doğru. Bunun için de Kemal Kılıçdaroğlu bu ülkede Başbakan olamadı, yalan söylemeye devam etti ve Başbakan olamayacak. Güya terör meselesini çözmek konusunda istekli gibi yaparak, kalktılar AK Parti'ye ziyarete geldiler. Biz süreci başlattığımızda, bize kredi vermekten bahsettiler. Şu anda geldikleri noktada ulusalcılar CHP'yi tamamen ele geçirmiş, CHP'yi eski günlerine, kuyunun dibine yeniden çekmiş durumdalar. İşte geldiler, kabul ettik. Sayın Kılıçdaroğlu 3 kişi ile beraber geldi. Dedim ki 'MHP randevu verdi mi size?.' 'Hayır vermedi.' 'Umudunuz var mı?' Yok. 'Peki ona ihtiyacımız var mı?' Yok. 'Beraber yasa hazırlayabilir miyiz? hazırlayabiliriz; Anayasa hazırlayabilir miyiz? hazırlayabiliriz. Tamam ben şu anda yanımdaki 3 arkadaşımı hemen görevlendiriyorum, siz de yanınızdaki 3 arkadaşınızı hemen görevlendirin, vakit kaybetmeyelim.' Hemen Sayın Hamzaçebi söz istedi; 'bu hemen olmaz' dedi. Ne zaman olur? Bir iki ay. Nice 2 aylar geride kaldı. Niye? Çünkü hazırlıkları yok ve böyle bir dertleri, sıkıntıları yok. Sadece dostlar alışverişte görsün. 10 tane madde ile karşımıza çıktılar, 'Öneri mi?' diye sordum kendisine, 'hayır, bir tespit teşhis' dedi. Zaten medyada her zaman okuduğumuz, izlediğimiz şeyler. Var mı önerin? yok; çalışsınlar, yok. Hala diyor ki 'bu işin çözüm yeri parlamentodur.' Parlamentoda kapalı oturumlarda da bu işi çok konuştuk, açığında da zaten her zaman konuşuyoruz. Samimiysen, dürüstsen, o 3 arkadaşını görevlendir, benim 3 arkadaşım da belli, otursunlar, bir araya gelsinler, ne gerekiyorsa yapalım, hazırım.''

 

'Aynı zamanda sansürün de karşısında dururuz'

Başbakan Erdoğan, CHP'nin Meclis kürsüsünden ırkçılık yapan milletvekili kazandığını, CHP'nin böylece rücu ettiğini kaydetti. CHP'nin 30 yıl boyunca bu meselinin çözümü için nasıl ayak direttiyse, bugün de ayak direttiğini belirten Erdoğan, MHP'nin bu meselenin çözümünü nasıl engellediyse, bu meselenin devamından nasıl çıkar sağladıysa bugün de aynısını yaptığını bildirdi. Erdoğan, ''Bir kısım medya, 30 yol boyunca terör karşısında nasıl gayri milli bir tutum takındıysa, bugün de aynı şekilde gayrimilli tutum takınıyor'' dedi.

Erdoğan, bu sürece destek vermenin sadece siyasilerin görevi olmadığını, sivil toplum kuruluşları ve medyanın da görevi olduğunu ifade etti. ''Basın özgürlüğü'' denildiğini dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti: ''Balıkesir'de İmralı görüşmelerini yayımlayan gazete ile ilgili ifadelerim oldu. Hiç kimse bu gayri milli yayıncılığı eleştirmiyor, hiç kimse bu sabotajın üzerine gitmiyor. Köşelerinden o bildik yazarlar, bize basın özgürlüğü dersi vermeye kalkıyor. Sınırsız bir özgürlük olamaz. Kimse kimsenin özgürlük alanına tecavüz edemez, kendi özgürlük alanında oynarsın. Medya nasıl kendine göre bir özgürlük alanı ilan ediyorsa, hem de milli çıkarları çiğneyerek yayın yapacak kadar, özgürlüğü suistimal edecek kadar özgürse; biz de hissiyatımızı açıklamak konusunda ve sorumluluk üstlenen insanlar olarak, bir başbakan, bakanlar ve milletvekilleri olarak kadar, bizler de en az onlar kadar özgürüz. Biz eleştirimizi açık açık dile getiririz. Ama aynı zamanda sansürün de karşısında gazetecilerden önce dururuz ve durduk. Hiç bir devirde yazamadıklarını bu devirde yazıyorlar. Hakaretse en ağır hakaretleri yapıyorlar. Biz onlara kürsülerden cevap vermiyoruz, diyoruz ki 'biz hukuk devletindeyiz, bunlar gitsinler mahkemelerde bunun hesabını versinler.' Bazıları da diyor ki 'mahkemelere göndermeyin.' Ne yapacaktık? Küfretsin, hakaret etsin, gelen giden vursun.' Yok böyle bir şey ya. Gereği neyse o yapılacak. Hukuk devleti zaten bunun için var. Ben şunu söylemekten de hiç ama hiç çekinmiyorum. Türkiye'nin aleyhine olacak, sürecin aleyhine olacak istismarcılara koz verecek böyle bir yayın yapmak asla ve asla milli bir tavır değildir. Basın özgürlüğü diyenler, gitsinler İngiltere'ye, ABD'ye baksınlar. Bizdeki gibi oralarda da basın üzerinde sansür yok. Ama orada medya milli meseleler karşısında, milli bir tavır göstermeyi başarıyor. Bu ülkede 30 yıl boyunca CHP ve MHP, terör karşısında nasıl bir milli duruş sergilemediyse, o malul medya da milli duruş sergilemedi. Bir yandan Hükümeti bu konuda sıkıştırmaya gayret ediyorlar, bir yandan da her çözüm teşebbüsünü, bugünlerde yaptıkları gibi sabote etmenin peşinde oldular.''

 

'Altın tepsi üzerinde her zaman sundular'

Başbakan Erdoğan, CHP ve MHP'nin, terör örgütünün bu ülkede siyaseti şekillendirmesine, siyaset üzerinde etkili olmasına zemin hazırladıklarını, bunun fırsatını altın tepsi üzerinde her zaman sunduklarını söyledi. Bazı medya kuruluşlarının yaptıkları yayınlarla terör örgütüne ''oksijen sağladığını'' belirten Erdoğan, kendilerinin ise 10 yıl boyunca olduğu gibi bugün de millet ile birlikte yürüdüklerini anlattı. Erdoğan, ''CHP, MHP, BDP ile değil, malum medya ile değil, bu yolda bu süreçte milletimizle birlikte yürüyoruz, farkımız bu'' dedi.

Başbakan Erdoğan, ''Onlar sabote etmeye çalışsın; onlar bozmaya, kırmaya, yıkmaya çalışsın, Biz yapmak için, kanı durdurmak için, gözyaşlarını durdurmak için kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz. Bu süreçte en son sözü milletimizle birlikte, milletimiz adına biz söyleriz. Biz son sözü söyleyinceye ve son noktayı koyuncaya kadar, ortada dolaşan her belge, bilgi dedikodudan, söylentiden, ham hayalden öteye geçmez. Şu anda dolaşan belgelerin de kimler tarafından, nasıl sızdırıldığını, ne olduğunu kısa zaman içerisinde ortaya koyar, onu da açıklarız. Kimin ne söylediğine değil, siz gelin bizim ne söylediğimize bakın. Kimin ne yaptığına değil, bizim ne yaptığımıza, yapacağımıza bakın. Hiç bir yalana, iftiraya, dedikodu ve söylentiye asla kulak asmayın'' diye konuştu.

 

'Bu süreç içerisinde konuşmayacaksınız'

Sürecin hassasiyeti nedeniyle as konuştuklarını ve çok iş yaptıklarını ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu: ''Arkadaşlarıma da onu söylüyorum. Lütfen bu süreç içerisinde konuşmayacaksınız. Çok açık söylüyorum. Çünkü, bu sürecin söylem birliği içinde yürümesi lazım. Önüne gelen konuşmaya kalkarsa, birisi baltaya, taşa vurduğunda, bu çözüm sürecini, kristali kırarız. Biz bu süreci başarıyla bitirmek durumundayız. CHP ve MHP'nin, 'terör sorunu çözülmesin, kan durmasın' diye verdikleri mücadeleye karşı; biz kanı durdurmak, gözyaşını dindirmek için adeta çırpınıyoruz. Bu süreçte biz hiç bir taviz vermeyiz. Terörle mücadeleden hiç bir şekilde geri adım atmayız. Milletin değerleriyle örtüşmeyecek hiç bir girişimin içinde olmayız. Aziz milletimden biz sadece dua bekliyoruz. Milletimizin hayır duası bizimle olduktan sonra her sabotajı, her tahriki, her engeli Allah'ın izniyle ezer, geçeriz. Milletimiz bize inansın. -Gerçi Kılıçdaroğlu inanmıyor o ayrı mesele de - Çok da inanması önemli değil. Çünkü milletimizin inanması çok önemli. Milletimiz bize güvensin. Bizim bir tek gayemiz var; şehitlerimizin bize olan emanetini daha da büyütmek, daha da yüceltmek, terör sorununun çözecek, şehitlerimizin emanetini inşallah çok daha yüksek burçlara hep birlikte taşıyacağız.''

Başbakan Erdoğan, konuşmasının sonunda, Erkekler Avrupa Kupası'nda şampiyon olan Halkbankası Voleybol Takımı'nı kürsüye çağırdı. Erdoğan, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ın eşliğinde takım ile hatıra fotoğrafı çektirdi. Erdoğan, İsveç'in Göteborg kentinde düzenlenen Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası'nda, 60 metre engellide Türkiye rekoru kırarak altın madalya kazanan Nevin Yanıt ile de fotoğraf çektirdi. Başbakan Erdoğan, Halbankası takımına kravat, Yanıt'a ise fular hediye etti. AKP İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, bir sporcunun fotoğraf makinesiyle, kürsüdekilerin fotoğrafını çekti.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler