Uludağ ekonomi zirvesi başladı (29.03.2013)
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ''Türkiye'de istikrar devam ettikten sonra, makul getiriler olduktan sonra, güven ortamı olduktan sonra Türkiye'nin dış finansman diye bir sorunu olmayacağını'' bildirdi.
Babacan, Bursa Valiliği ile Capital ve Ekonomist dergilerinin iş birliğiyle Uludağ'daki Grand Yazıcı Otel'de düzenlenen, Anadolu Ajansı'nın ana yayın sponsoru olduğu ''Uludağ Ekonomi Zirvesi''nde yaptığı konuşmada, dünyanın her yerinde Coca Cola üst yöneticisi (CEO) Muhtar Kent gibi başarılı Türk girişimcilerin, profesyonellerin olmasından olmasından mutluluk duyduklarını söyledi.
Türk yöneticilerinin, çok uluslararası şirketlerde kısa sürede küresel sorumluluklar üstlendiklerini anlatan Babacan, Muhtar Kent'in de bu noktada Türk iş dünyası için bir rol model olduğunu ve daha çok Muhtar Kent'lerin Türkiye'den çıkacağına inandığını vurguladı. Babacan, kendisinin de dedesinin verdiği malları depodan mağazalarına taşıdığını hatırlatarak, gerçekten o fiiliyatın, uygulamanın içinde olmanın, para ile iç içe bulunmanın çok önemli olduğunu dile getirdi.
Babacan, Muhtar Kent'in ''Marka bir sözdür iyi marka tutulmuş bir sözdür'' ifadesini anımsatarak, şunları kaydetti:
''Çok şükür Türkiye artık kendi bölgesinde, dünyada yükselen bir marka olduysa, burada Türkiye'nin tuttuğu sözlerin çok çok önemli payı var. Özellikle şu son 10 yılda, Türkiye'nin ortaya koyduğu reform programı AB süreciyle, ekonomik dönüşüm programıyla ortaya koyduğu performans, 'yapacağız' dediğimizi yapmamız, söz verip tutmamız, Türkiye'yi çok farklı bir noktaya getirdi. Ve bu altın üçgen de Türkiye'de önemli ölçüde oluştu diye görüyorum ben, hükümet, iş dünyası ve sivil toplum. Ama samimi bir değerlendirme yapmak gerekirse de bizim üçgenimizdeki bu sivil toplum ayağını biraz dana güçlendirmemiz gerekiyor. Yani o noktada gerçekten gönüllü, derdi, amacı olan insanlarımızın daha çok bir araya gelip, daha büyük bir şevkle çalışması gerekiyor. Sivil toplum deyince, farklı farklı kuruluşlarımız kuşkusuz var. Ama, bakıyorsunuz garantili gelir kaynağı var, kanunla kurulmuş vergi gibi geliri var ve o şekilde belli kesimleri temsil ediyor. Onların da bir yeri vardır ama asıl kıymetlisi, herkesin kendi cebinden ve emeğinden bir şeyler kattığı ve bu benimdir dediği sivil oluşumlar. Bunların önümüzdeki dönemde Türkiye'de çok daha etkin olması gerektiğini ben düşünüyorum. Biraz insanlar kendileri o işe gönül verecek, zaman harcayacak, biraz da hatta küçük küçük kendi cebinden para koyacak ki o sivil toplum dediğimiz hareketi herkes sahiplensin. Miktarı da çok önemli değil, ayda 2-3 lira insanlar ödese o bir aidiyet, amaç kazandırıyor. İnşallah o altın üçgeni de güçlendirdiğimizde, o sivil toplum ayağını da Türkiye'de güçlendirdiğimizde Türkiye'nin çok daha farklı bir geleceğe doğru güçlü bir şekilde yürüyeceğine inanıyorum.''
Dünyaya şöyle bir bakıldığında, özellikle son 5-6 yılın çok kolay olmadığını, zor dönemlerden geçildiğini hatırlatan Babacan, dünyanın her yerinde, özellikle teknolojinin getirdiği yeni imkanlar sebebiyle çok çok ciddi bir sosyal dönüşüm yaşandığını bildirdi. Babacan, bu uydu yayınlarının çok hızlı bir şekilde dünyaya yayılması, internet haberciliğinin artık şeklinin tamamen değişmesinin ve facebook ve twitter gibi ortamlarda da her bir bireyin küçük bir yayın organı gibi çalışmaya başlamasının işin şeklini çok değiştirdiğini, bundan sonra da çok değiştireceğini kaydederek, artık bireylerin sadece yapılan yayını almadığına dikkati çekti. Babacan, insanların kanaatleri ve düşüncelerinin olduğunu, bunları aktarmak istediklerini, hele bu ortamların Türkiye'deki kullanımının ise nüfusa göre çok yüksek olduğunu belirtti.
Nüfusun genç oluşunun, teknolojiye açık olmasının da Türkiye'yi bu noktada güçlü bir hale getirdiğini aktaran Babacan, ''Bütün bu trendlerin yanında kuşkusuz, sürdürülebilirlik, kalıcılık, dünya ekonomisinin bundan sonraki seyriyle çok çok alakalı. Şu anda bu son krizin de tetiklediği dünyadaki ekonomik güç dengesinin hızla batıdan doğuya doğru kayması söz konusu ve yeni dünyada bundan sonraki 10 yılların dünyasında artık Asya çok çok önemli olacak, Afrika çok çok önemli bir bölge olacak. Kuşkusuz Avrupa Japonya, ABD, bunların dünya ekonomisindeki payı önemli olmaya devam edecek, ama göreceli güç, hızla kaymakta şu anda'' değerlendirmesinde bulundu.
ABD'de durum
Krizin ilk safhasının finans sektörüyle başladığını, ama çok hızlı bir şekilde bu kriz devletlerin kredibilitesinin aşınmaya başladığı bir kriz haline geldiğini anlatan Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bir ülkede finans sektörü kriz yaşadığında, o ülkenin hükümeti Merkez Bankası, kendi imzasını o finans kuruluşunun yanına atarak, sarsıntıyı önemli ölçüde absorbe edebilir, stabilite getirebilir, ama o devlet imzasının gücü, itibarı, şu anda maalesef kriz öncesindeki gibi değil. Pek çok ülkede özellikle Avrupa;da hükümetler, 'bu benim imzamdır, ben şunu yapıyorum' dediğinde artık eskisi kadar itibar görmüyor ve bu finans sistemi açısından da son derece büyük bir risk, çünkü finans sisteminin özüne baktığımızda, bu devletlere olan güvene dayanıyor. Güvenilir devlet yapısının üzerine kurgulanmış bir finans sisteminden bahsediyoruz. Bugün ABD'de baktığınızda, şu anda ABD Merkez Bankası bir fon kurmuş durumda ve bankaların elindeki batak alacağı, bankalara 'sen ver' diyor, 'al parayı git' diyor. 'Ben sonra bakarım buna' diyor. Şimdi batak alacakları olan, elinde bir havuzu olan bir Merkez Bankası'ndan bahsediyoruz Mortgage konusundaki çok büyük kuruluşlar, bunlar artık tamamen devletleştirilmiş durumda. Yani devlet sarsıntı yaşadıklarında 'ben artık bunların kontrolünü alıyorum, korkmayın' diyor. Ama işte o 'korkmayın' denilen devletin bakıyorsunuz, şimdi borcu, milli gelirinin yüzde 110'unu geçmiş durumda. Belki kısa sürede ekonomiyi canlandırmak adına bir miktar bütçe açıklarına izin verilmesi özellikle ABD gibi bir ekonomi için normal olabilir ama, bu yüksek borç stokunun ne zaman ve nasıl normal bir trende gireceğini de hızla artık planının ortaya konulması gerekiyor. Fakat siyasi sistemin adeta kilitlenişi, yönetimle kongre arasındaki uyumsuzluk, bu konuda bir uzlaşmayı maalesef bugüne kadar getirebilmiş değil. Bu siyasi yapı ABD ekonomisinin önünün açılmasındaki belki en büyük engel şu anda.''
''Güven her şeyin esası''
Babacan, Avrupa'daki duruma da değinerek, ''27 ülkenin üye olduğu bir birlik, 17 ülkenin üyesi olduğu bir tek para birimi ve koalisyon, azınlık hükümetleri. Hükümetlerle yine meclisler arasındaki uyumsuzluklar. Popülist ve günün bir bakıma getirisine bakan politikacılar'' ifadesini kullandı. ''Avrupa'da pek çok ülkede belki ciddi bütçe açığı var ama, bana göre şu anda daha da büyük problem, pek çok Avrupa ülkesinin liderlik siyasi liderlik açığı'' diyen Babacan, şöyle devam etti:
''Gerçekten vizyon sahibi, ülkenin geleceğini düşünen ve 'bugün ne yaparım ki 5-10 sene sonra bu ülke şöyle bir düzlüğe çıkar' diyebilen, politikacı sayısı şu anda Avrupa'da çok çok az. Öyle şeyler söyleniyor, öyle şeyler yapılıyor ki, gerçekten hayretlere düşüyoruz. Söylediğin, yaptığın şey, belki önümüzdeki bir haftayı, bir ayı, belki bir yılı kurtarır ama, ileriye zarar veriyor. Bugün attığın adım, 2 sene sonra gelecek çok daha büyük maliyet olarak duracak. Fakat, bunu da maalesef, yine düşünen, dikkate alan siyasi lider sayısı çok çok az. İşte böyle bir tabloya baktığımız zaman ekonominin en önemli unsuru olan güven unsurunu bir türlü sağlayamıyorlar pek çok ülkede. Sayın Muhtar Kent güvenin öneminden bahsetti, güven her şeyin esası. Ben de siyasetten önceki bütün tecrübem hep iş hayatında oldu ve hep onu bilerek, onu savunarak, biz iş yaptık. Ama siyasette de inanın ben hiçbir farkının olmadığını gördüm. Yani bir ekonomi yönetiminde bir devlet yönetiminde güven her şeyin esası, güven ortamını oluşturduğunuzda, her şey kolaylaşıyor, ama güveni oluşturmadığınızda ne yaparsanız yapın fayda etmiyor.''
''Serbest ticaret'' dediklerini, vizelerin kaldırılmasını, insanlar serbestçe ülkeden ülkeye gezsin, ürünler ülkeden ülkeye rahatça hareket etsin istediklerini bildiren Babacan, enerji ve finansmanın rahatça ülkeden ülkeye akabilmesini arzu ettiklerini anlattı. Bunun gerçekleştirilmesi durumunda herkesin kazanacağı ''kazan kazan'' sonuçlarının elde edileceği çok geniş coğrafyanın oluşacağını vurgulayan Babacan, şöyle konuştu:
''Kuvvetle inanıyoruz ki, bu gerçekçi hedeftir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu, kendi iç ticaretin, yani ülkeden ülkeye ticaretin dünyada en düşük olduğu bölge. Güney Amerika'ya, Güneydoğu Asya'ya hatta Sahra Altı Afrika'ya bakın, ülkeler arası ticaret, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'dan çok fazladır. Bu kadar birbirine yakın, bu kadar ortak geçmişe, kültüre sahip ülkelerin bu kadar birbirinden uzak olması zaten sürdürülebilir bir durum da değil. Yeter ki, suni bölünmeleri, suni kompartıman haline gelmiş ülkeleri birbirine daha açabilelim. Bölge için vizyonumuzun ulaşılması gerçekçi ama aynı zamanda çok çaba isteyen vizyon olduğunu düşünüyoruz.''
Babacan, ısrarla, inatla doğruyu savunmaya devam ettikten sonra pek çok konuda hedefe ulaşacaklarına inandıklarını belirterek, şöyle devam etti:
''Biz, 3 yıl yerimizde dimdik durduk. Ne oldu sonunda? İsrail Başbakanı Netanyahu, geldi 3 yıl önce söylediğimiz şartları yerine getirdi ve şimdi yeni bir dönem basamak basamak başlayacak. Ümit ediyoruz ki, bundan sonraki dönemde İsrail, sorunların değil çözümlerin parçası ülke olsun. Aynı dik duruşumuz Suriye için de geçerli olacak. Bu rejim er ya da geç gidecek. Baskıyla, zulümle, kendi vatandaşını öldürerek, bir rejimin meşruiyetini devam ettirmesi mümkün değil.''
En son Arap Ülkeleri Bakanlar Toplantısı'nda Suriye tabelasının arkasına, muhalefetin yeni oluşan hükümetinin başındaki kişinin oturduğuna dikkati çeken Babacan, ''Suriye'yi resmen temsil eden, diğer bütün 21 Arap ülkesinin kabul ettiği Sariye temsilcisi, artık muhalefet oluşumu ve başındaki kişi'' dedi.
Doğru noktada durduktan, uluslararası hukuk çevresinde hareket ettikten, insanı öne çıkaran, baz alan politikalar uyguladıktan sonra hiç korkmaya gerek olmadığını ifade eden Babacan, bunları söylerken karşı argüman üreten de bulunmadığını bildirdi.
Mısır'a 2 milyar dolarlık kredi
Başbakan Yardımcısı Babacan, söz konusu bölgeyle, Türkiye'nin tarihi ve kültürel bağlarının güçlü olduğuna işaret ederek, şunları söyledi:
''Onun ötesiyle de yakından ilgilenmeye başladık. Bölgedeki ekonomik dönüşüme de destek veriyoruz. Sadece, Mısır'a 2 milyar dolarlık kredi imkanı açtık. 1 milyar dolar nakit göndermiş durumdayız. Diğerini de altyapı projelerine sevk ediyoruz, Tunus'a 500 milyon, Libya'ya 200, Yemen'e 100, Kırgızistan'a 106 milyon dolar finansman imkanı sağlamış durumdayız. Bu ülkelerdeki ekonomik dönüşüm de siyasi dönüşüme paralel olmalı. Çünkü ekonomi ve siyaset beraber olmadıktan sonra siyasi dönüşümün başarılı olmasının zor gerçekleşeceğini düşünüyoruz.''
Afrika'nın son derece önemli olduğunu vurgulayan Babacan, 2008'de 12 olan büyükelçilik sayısını, geçen yıl itibarıyla 34'e çıkardıklarını anlattı.
Hava yollarındaki gelişmeler
Türk Hava Yolları'nın (THY), İstanbul'dan 35 Afrika şehrine doğrudan uçuş başlattığını da dile getiren Babacan, THY'nin 92 ülkeye uçtuğunu kaydetti. Babacan, uçulan ülke açısından bakıldığında THY'nin dünyanın bir numaraları havayolu olduğunu ifade ederek, ''Bugün gerçekten Pegasus, Atlas Jet ve diğer özel havayolu şirketlerine bakın THY'nin 10 yıl önceki durumundan her biri çok daha güçlü kuruluşları haline geldiler. Tek tek 10 yıl öncesinin THY'den daha iyi durumuna ulaştılar'' diye konuştu.
Son dönemde Şanghay İşbirliği Örgütü'nün diyalog ortağı olunduğuna dikkati çeken Babacan, ''AB inadımız, ısrarımız devam ediyor ama 360 derece her yöne bakmamız gerekiyor. Sadece dar açıdan tek yöne değil 360 derece ufkumuzu geliştirmemiz gerekiyor. Güney Amerika'da yeni büyükelçilikler açtık. Türkiye şu anda yükselen bir bağış yapan ülke. Geçen yıl 1 milyar 300 milyon dolar dışarıya nakit hibe bağışımız oldu. Verdiğimiz krediler hariç. Krediyi sübvanse ediyorsak, sübvanse kısmını bağış yazıyoruz'' şeklinde konuştu.
Türkiye'de istihdam artışı ABD ve AB'de istihdam kaybı
Babacan, Türkiye'nin geleceğe yönelik vizyonuyla, hükümeti, iş dünyası ve sivil toplumuyla el ele vererek, son 10 yılda gerçekten büyük başarılar elde ettiğini söyledi. Son 3 yılda bile Türkiye'nin hem hızlı büyüyen hem istihdam üreten hem de borcunu milli gelire oranla düşüren bir ülke olduğunu belirten Babacan, şöyle dedi:
''Sadece 3 yılda istihdamımız 4 milyon 700 bin arttı. Aynı dönemde ABD'deki istihdam kaybı 5 milyon, AB'deki ise 6 milyon oldu. Son bir yılda oluşan istihdamın yarısını kadınlar oluşturuyor. Enteresan tablo. Özellikle 2009'da başlattığımız kadınların ilk işe girerken 3-4 yıl gibi süre sigorta primini bizim hazine olarak ödüyor olmamız, kadınların iş gücüne girmesinde maliyetleri düşürdü. Yüz binlerce kadın vatandaşımız çalışmaya başladı.''
Babacan, her zaman uzun vadeye odaklandıklarını dile getirerek, bu çerçevede enteresan politikalar uyguladıklarını anlattı. Türkiye'nin 2010-2011'de çok hızlı büyüdüğüne dikkati çeken Babacan, şunları kaydetti:
''Ama baktık ki, büyümenin kompozisyonunda iç tüketimde ağırlık var. İç tüketim de bankadan kredi çekip de harcamak suretiyle oluyor. Kredi kartı arttıkça harcamak daha kolaylaşıyor. Kredi kartı olsun, nakit kart olsun, bunlar da teknolojinin gerçeği, bunların kullanımını kısıtlayamazsınız. Biz ne yaptık? 2012 yılında tüketici kredileri üzerinde kredi hacmi artışında makro tedbirlerle kısıtlamaya gittik. Bankaların kredi hacmindeki hızını sınırladık. Avrupalı, ABD'li dostlarımız, bunu dinlediği zaman anlamakta güçlük çekiyorlar, 'Biz tüketimi teşvik için 40 takla atıyoruz siz tam tersine tüketimi yavaşlatmaya çalışıyorsunuz' diyorlar.''
Uzun vadede bakıldığı için bu uygulamayı hayata geçirdiklerini anlatan Babacan, ''Biz bugünü kurtarmak istesek çok kolay. Muslukları açarsanız, halkımız da hazır geleceğe güveniyor. İstikrar da var. Büyüme hızını çok farklı noktaya getirirsiniz ama ilerideki istikrarınıza, büyüme oranlarınıza ciddi zarar verebilir'' diye konuştu.
İhracat ağırlıklı büyümenin gerçekleştiğini vurgulayan Babacan, yeniden dengeleme yaptıklarını anlattı. Cari açığın 2011 sonunda yüzde 10'a çıktığını anımsatan Babacan, bir yılda 4 puan düştüğünü ve yüzde 6'ya gerilediğini bildirdi.
Enflasyonun 44 yıldaki en düşük rakamının elde edildiğini dile getiren Babacan, Türkiye'nin uluslararası borçlanmadaki faizlerinin çok düşük noktalara indiğini kaydetti. Bir zamanlar Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi'nin 100 milyon, 300 milyon, 500 milyon dolar kredi bulmakta zorluk çekerken, bugün tek bir özel Türk firmasının, 1, 2 ya da 3 milyar dolar dışardan bir çırpıda kredi bulabildiğini belirten Babacan, bunun, Türkiye'ye, Türk özel sektörüne güvenin sonucu olduğuna dikkati çekti.
Babacan, 2013'te yüzde 4'lük büyüme beklediklerine işaret ederek, şöyle konuştu:
''Bu büyüme, dış ve iç talebin dengeli desteklediği bir büyüme olacak şekilde programlarımızı yaptık. Şu çok önemli önce üreteceğiz sonra tüketeceğiz. Yunanistan'a bakın, son 10 yıldır iç tüketimi, sürekli olarak toplam gayri safi yurtiçi hasılasının üzerinde. Ürettiğinden düzenli ve sürekli olarak daha fazla tüketen ülke, toplum. Kıbrıs Rum kesiminde aynı tablo. Bunu sonsuza kadar sürdüremezsiniz. Önce üreteceksiniz, üretebildiğiniz kadar tüketeceksiniz. Yatırım, ihracat yapacaksınız, değer katacaksınız, ürettiğiniz değer kadar refah seviyesini artıracaksınız. Kısa vadeli suni refah artışları daha sonraki dönemlerde geliyor ülkeleri çok kötü vuruyor. Kredilerle tamamen borçlanmaya dayanan bir iç tüketim, açıkçası suni bir refahtır, hak edilmeyen refahtır. Önce hak edelim sonra refah seviyesine ulaşalım.''
''Bugün tüketiyor, borçlanıyorsunuz, yarın çocuklar ve torunlar ödüyor''
Babacan, 2013 yılının, dış ve cari açık, enflasyon, istikrar konusunda daha sağlam zeminde olduğunu belirterek, ''Geleceğe güvenle bakan ve bugün yüzde 4 gibi birçok Avrupa ülkesinin gıptayla baktığı parmak ısırdığı bir büyüme oranı'' dedi.
Bir süre önce 7-8 ülke temsilcisiyle yaptığı sohbet sırasındaki konuşmadan bahseden Babacan, ''Bize 'yüzde 4 diyorsunuz ya bu yıl. 8'e bölsen de yarım yarım ülkelere dağıtsan, yarım puan büyüdük diye hepsi çok mutlu olacaklar ve hepsi coşku içinde açıklamalar yapmaya başlayacaklar' dediler. Maalesef durum böyle dünyada'' diye konuştu.
Uzun vadeye bakmanın, nesiller arası adaleti de getirdiğine dikkati çeken Babacan, ''Bugün tüketiyorsunuz borçlanıyorsunuz, yarın çocuklar ve torunlar ödüyor. Buna da çok çok dikkat etmemiz gerekiyor. Bundan sonra dışarıya daha fazla önem vermeliyiz, ihracat ihracat ihracat... Üretim, yatırım, yüksek katma değerli üretim, bunu dünyaya satmak, değer üretmek ve ürettiğimiz değer kadar ülkede refahı yükseltmek'' ifadelerini kullandı.
Babacan, önümüzdeki dönemde enerjideki dışa bağımlılığın azaltılmasının çok önemli konu olduğunu ifade ederek, enerji verimliliğinin büyük önem taşıdığını anlattı. Petrol ve doğal gaz ithalatının çok ve ülkenin makro dengelerini sürekli belli miktarda kırılganlaştırdığını vurgulayan Babacan, kamu ve özel kesimde israfın azaltılması, tasarruf oranlarının mutlaka artırılması gerektiğini bildirdi. Babacan, ''Türkiye, tasarruf oranlarının en düşük olduğu ülkelerden biridir'' ifadesini kullandı.
Araştırma geliştirmeye daha fazla kaynak ayrılması gerektiğine dikkati çeken Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''İnovasyon ve yenilikçilik kültürünün yerleşmesi için daha büyük çaba göstermeliyiz. İhracatta pazar çeşitliğinin artırılması gerekiyor. Yatırım ortamını iyileştiriyoruz diyoruz halen yatırımcının önünde büyük engeller var. Bunları kaldırmak için sürekli çaba içinde olmalıyız. İş gücü piyasamızda halen katılıklar var. Dikkat etmezsek Türkiye, bir süre sonra Avrupa'nın düştüğü tuzaklara düşebilir. Çalışanın hakkını koruyacağız tabii ama burada ölçüyü kaçırdığınızda bu memleketteki işsiz sayısını çoğaltıyorsunuz. Bununla ilgili hazırlıklarımız var.''
Çözüm süreci
Başbakan Yardımcısı Babacan, Türkiye'nin gündeminde çok önemli bir konu bulunduğunu belirterek, ''Çok önemli bir ekonomik transformasyon döneminden geçtik. Bir siyasi transformasyon sürecinden geçtik ve geçiyoruz. Ama aynı zamanda sosyal transformasyonu da sağlamamız gerekiyor'' dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde, inisiyatifinde, bizzat kendisinin şahsen ele alarak başlattığı çözüm sürecinin, Türkiye için tarihi öneme sahip olduğuna dikkati çeken Babacan, şunları kaydetti:
''Burada yapılacaklar, yapılması gerekenler çok açık. Biz hep kardeşliği savunduk, milli birliği savunduk. Ülkemizde ortak değerler, idealler etrafında tüm toplumumuzu, nüfusumuzu kucaklamayı savunduk. Bu konuda açıkçası süreç içinde çok konuşmak da sürece zarar veriyor. Uzun uzun açıklamalar yapmamın doğru olmadığını düşünüyorum. Dikkat ederseniz asıl sorumluluk sahibi arkadaşlarımız çok fazla bir şey söylemiyor. Zaten yapılanlar, yapılacaklar kendini ortaya koydu, koyuyor. Değer verdiğimiz, temel prensiplerimizin ve temel değerlerimizin gereğini yapıyoruz.''
Babacan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin, evrensel standartlarda haklarını doyasıya yaşasın istediklerini dile getirerek, şöyle devam etti:
''Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes, özgürlükler noktasında dünyanın en ileri uygulamalarına kavuşsun istiyoruz. Hukukun üstünlüğü ülkemizde gerçek anlamda egemen olsun istiyoruz. Bakın hukuk devleti demiyorum hukuk devleti de önemlidir ama hukukun üstünlüğü onun da üzerinde kavram. Bunu ülkede yaşatmak için olanca gücümüzle çalışmamız gerekiyor. Bunların sonucu olarak birinci sınıf bir demokrasi, demokraside kalitenin en iyiye ulaşması. Bunları bugün sağlayamazsak bu amaçla çalışmaya devam etmezsek, 2023 Türkiye'si hayal olacak.''
Son 10 yılın çok önemli olduğunu ve 2023'e kadar bu trendin devam etmesini istediklerini bildiren Babacan, ''Türkiye'de herkes mücadelesini fikirlerle yapacak. Siyaset önemli bir mücadele alanı olacak, ideolojilerle mücadele olacak. Siyasetin alanını çok çok genişletmemiz gerekiyor. Sivil toplum, gerçek sivil inisiyatif, bu gelişmeler için çok önemli ve kritik'' diye konuştu.
Ekonomiye ''can suyu olsun'' diye büyük bütçe açıkları verildiğini, devletlerin ekonomiyi canlandırmak adına gelirinden çok daha fazla harcama yaptığını ifade eden Babacan, ''Fakat ne devletin fazla harcadığı para ne merkez bankalarının fazla bastığı para, pek çok ülkede henüz işe yarayabilmiş değil. Çünkü atılan adımların yanında bakıyorsunuz öyle şeyler söyleniyor ki, siyasi tablo öyle karışık ki o kadar çapraz mesajlar geliyor ki ülke ülke içinde güveni oluşturamıyoruz ve vatandaşlar gelecekten korktuğu zaman, para harcamak konusunda tereddütlü davranıyorlar'' ifadelerini kullandı.
''Şirketler güven olmayınca, yatırım kararlarını erteliyorlar'' diyen Babacan, şöyle konuştu:
''Finans sektörü, güven olmayınca kredi konusunda daha tutuk davranıyor. Şu son birkaç yıldır Avrupa Merkez Bankası'nın yaptığı likidite operasyonlarına bakın çok enteresandır. Piyasaya sürdüğü likiditenin yarısı, aşağı yukarı yarısı ertesi akşam yine Avrupa Merkez Bankası'na geliyor. Bankalar birbirine güvenmediği için paraya ihtiyacı olan gidiyor merkez bankasından likidite çekiyor, fazla parası olan da yine gidiyor tekrar merkez bankasına park ediyor. Bankalar arası güven olmayınca, bankalar piyasaya güvenmeyince yine büyüme bir türlü gerçekleştirilemiyor. İşte geçen sene avro bölgesindeki 17 ülkenin toplamında ekonomi küçüldü, bu sene belki küçük bir büyüme olacağını bekliyorlardı, son yayınlanan projeksiyonlarda, tahminlerde 17 ülkenin toplamında yine büyüme değil, tam tersine küçülme meydana gelecek.''
''Hani Bric diyoruz ya...''
Babacan, gelişmekte olan ülkelerin bazılarında da problemler olduğunu belirterek, Hindistan'daki ciddi kamu açıkları ve altyapıyla ilgili kısıtlamaların, bu ülkenin büyüme rakamlarını her sene aşağıya doğru çekmeye başladığını söyledi. Brezilya'da da büyümenin artık durduğunu, bu ülkenin ''yüzde sıfır mı yüzde 0,25 mi büyüyeceğiz'' noktasına geldiğini vurgulayan Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Hani 'Bric' diyoruz ya; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin. Bric'in şu anda B'si ve İ'si ciddi ölçüde, o büyüme dinamizmini kaybetmiş durumda. Çin'in kendine özel durumu var, Rusya da petrol fiyatları 100 doların üzerinde olduğu sürece şimdilik ekonomisi rayında bir ülke. Biz G-20 üyesi olarak ki ben kasım 2002'den bu yana, neredeyse 11 yıldır G-20'de Türkiye'yi temsil ettim, bakanlar toplantısında. Son yıllarda biliyorsunuz zirveler yapılıyor, sayın Başbakanımızla birlikte iştirak ediyoruz ve orada tabii bütün büyük ekonomilerden olan dostlarımızla da sık sık sohbet ediyoruz ve bir bakıma G-20 ülkeleri birbirlerine tavsiyelerde bulunuyor. Tavsiyelerin çoğunu da yazılı hale getiriyoruz ve yayınlıyoruz. Bizim G-20 dokümanlarına özellikle yazılmasını istediğimiz en önemli konulardan bir tanesi, artık gelişmiş ülkelerin de bir an önce orta vadeli güvenilir programlarını ortaya koymaları. Belki diyeceksiniz ki 'bu zaten yok mudur?' Maalesef yok. Bugün ABD'nin bu yıl ki bütçe hedefinin ne olacağı hala belli değil, bakın mart ayı bitiyor, nisan ayına giriyoruz. Nasıl bir maliye politikası uygulanacak belli değil. Çünkü henüz üzerinde uzlaştıkları bir çerçeve yok. Mali uçurumla ilgili, işin bir kısmı üzerinde uzlaşmaya vardılar, fakat daha büyük kısmı mayıs haziran ayına kadar ertelendi, şimdi göreceğiz, uzlaşma nerede nasıl sağlanacak. İnsanların her gün gazetelerde 'mali uçurum, mali uçurum' diye haber okuduğu ülkede siz diyorsunuz ki, 'hadi büyüyelim hadi canlandıralım', herkes korkuyor 'bu uçurum ne ki acaba, ben de düşer miyim aşağıya?' diye akla geliyor açıkçası. Son G-20 toplantısında da söyledim açıkça, 'bütçe açığı yüzde 6 mı 7 mi olmuş', siz bunu 6 aydır bir senedir tartışacağınıza, 6,5 diyin, bir şey diyin, ama bir şey diyerek uzlaşın, hiç olmazsa bu tartışmalar bitsin, biraz insanların geleceğe güveni olsun Amerika'da.
''Sayın Obama'nın güzel fikirleri var''
Babacan, bu güven unsurunun çok önemli olduğunu, hele Avrupa'da yapısal reformların gerçekleştirilememesinin çok ciddi bir problem yarattığını vurgulayarak, şöyle devam etti.
''Rekabet gücü hızla Avrupa'da geri düşüyor. Yeni nesilde o heyecan, girişimcilik ruhu eskisi kadar maalesef yüksek değil. Özellikle Avrupa'daki o her her ülkenin bir bakıma kompartıman kompartıman oluşu ve pek çok ülkede farklı kültürlere, farklı bekraundu olan insan kaynaklarına olan farklı tutum, bu rekabetçiliğini AB'nin çok kötü vuruyor. Bir yandan yaşlanan nüfus, pek çok ülke göç konusunda ciddi bir fobi içinde. Bakın bugün ABD'nin nüfusu artıyorsa göçle artıyor. Eğer ABD bundan 20-30 sene önce, göçü kapatsaydı, sınırlarını kapatsaydı, nüfusu yerinde sayıyordu, belki geriye gidiyordu. Ama yeni gelen dinamik nüfusla biraz da bu gelişmiş ülkelerde ancak kalkınma, büyüme sağlanabiliyor. İşte yeni bir 'göç yasası' üzerinde Sayın Obama çalışıyor. Sayın Obama'nın güzel fikirleri var; bizdekine benzer bir sağlık reformu yapmaya çalışıyor, engelliyorlar. Bakalım bu göç reformu konusunda ne kadar başarılı olabilecek ve bence başarılı olabildiği ölçüde de Amerika'yı başarıya götürecek.''
Avrupa'nın içine kapalı tutumunun yine popülist siyasetten kaynaklandığını ifade eden Babacan, ''Problemler yaşandığında suçu dışarıda aramak çok kolay. 'Biz bu problemi yaşıyoruz, çünkü ülkemizde yabancılar var, o yabancı işçiler bakın sizin işinizi elinizden alıyor.' Tipik, kısa vadeli popülist Avrupalı politikacı söylemi bu. Korumacılık, kendini içe kapatmak ve bu birbirini besleyen bir sürece giriyor. İçlerine kapandıkça sıkıntı büyüyor, verim, üretkenlik düşüyor'' diye konuştu.
''AB bizim için önemli''
Babacan, AB'nin Türkiye açısından önemine dikkati çekerek, şunları kaydetti:
''AB tabii bizim için önemli, AB önemli bir barış projesi. Gerçekten 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'daki istikrarın, barışın en önemli koruyucusu bu kuvvetli siyasi birlik. Ama unutulmaması lazım ki bu birlik ortak ekonomik çıkarlar üzerine inşa edilmiş bir birlik. İlk, çünkü kömür-çelikten başlıyor, ondan sonra ortak pazar oluyor, ondan sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu oluyor, sonra Avrupa Topluluğu ve Avrupa Birliği. Şimdi ortak ekonomik çıkar zemini zayıflayınca siyasi birliğin de geleceği, kuşkusuz artık tartışılabilir hale geliyor. Halbuki AB, ortak değerler etrafında aynı zamanda oluşmuş bir birlik. Bunun hiç unutulmaması gerekiyor. Biz Avrupalı dostlarımıza bunu çok sık hatırlatıyoruz. Temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, iyi işleyen bir demokrasi, bunlar şu anda 27 ülkede de uygulanan değerler. Bu evrensel değerlerin bu krize kurban edilmemesi gerekiyor. AB bir barış projesi, Avrupa için bir barış projesi, fakat biz inanıyoruz ki Türkiye de inşallah bir gün üye olduğunda bu bir küresel barış projesi haline gelecek. Biz eğer hala AB, AB diyorsak ki bugünlerde Türkiye;de de çıkıp bunu açık yüreklilikle söylemek o kadar kolay bir iş değil.''
AB üzerinden de Türkiye'de iç siyasette tartışmaların bazen enteresan boyutlara ulaşabildiğini aktaran Babacan, ''Ama mutlaka o vizyonumuzu kaybetmememiz gerekiyor. Çünkü Türkiye'nin AB üyeliği, sadece AB için değil, sadece Türkiye için değil çok daha geniş bir coğrafya için çok önemli bir projedir'' dedi. Babacan, şunları söyledi:
''Bakın bugün, Kuzey Afrika'da, Orta Doğu'da pek çok ülkede dönüşüm süreci başladı ve bu dönüşüm sürecinin en önemli sebebi, Türkiye olarak gösterildi. Nüfusunun önemli bir çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede eğer demokrasi iyi işleyebiliyorsa, eğer temel hak ve özgürlükler konusunda çok daha ileri uygulamalar yapılabiliyorsa ve bu ülke ekonomik olarak da başarı örneği oluyorsa, pek çok ülkede gençler soruyor; 'Türkiye'nin yaptığını biz niye yapmıyoruz?' diye. İşte bugün baktığınızda Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da, Yemen'de, hatta Suriye'de bütün bu dönüşümün, çabanın, bütün bu zor geçiş süreçlerinin arkasında bir bakıma işte bu aynı değerlerin arayışı var. Biz kuvvetle inanıyoruz ki Türkiye'nin kendi içinde daha kuvvetli yaşattığı bu evrensel değerler, pek çok ülke tarafından ileride benimsenebilir, uygulanabilir.''
Coca-Cola Üst Yöneticisi (CEO) Muhtar Kent, ''Bir yöneticinin, bir ülkeyi yöneten, kendini yöneten kişilerin, herkesin bir yerde sorumluluğu, başarıyı tekrarlamak için tüm şartları yerine getirmektir'' dedi.
Büyüyen ama aynı zamanda da küçülen dünyada en iyi bilinen markaya sahip, 16 tane milyar doları aşan markası bulunan, dünyadaki en büyük tüketici sistemi ve 770 bin de çalışanı bulunan bir sitemin başında olup güvenin matematiğini, cebrini çözmenin nasıl olduğunu anlatacağını ifade eden Kent, ''Büyüme öyle bir şey ki yükseldikçe hava azalıyor, zorlaşıyor. Bir yerde şöyle, başarıyı elde etmek zor ama başarıyı tekrarlamak çok çok daha zor. Bir yöneticinin, bir ülkeyi yöneten, kendini yöneten kişilerin, herkesin bir yerde sorumluluğu, başarıyı tekrarlamak için tüm şartları yerine getirmektir'' diye konuştu.
''Kariyerime kamyon yükleyerek başladım''
Kent, kariyerine 1979'da Atlanta'da başladığını dile getirerek, şöyle konuştu:
''İlk 10 ayımı kamyonlarda geçirdim. Sabah saat 4'te kalktım, kamyonları yükledim ve kamyonlarda Coca-Cola sattım, marketlere ve büyük satış noktalarına. Böyle başladım kariyerime. Bir gazete ilanında buldum bu işi. Amerika'ya 1978'in sonunda gittim, cebimde bir diploma vardı, İngiltere üniversitesinden, bir de Amerika'da doğduğuma dair bir sertifika vardı ve 2-3 ay sonra bir ilan gördüm ve bu iş hayatına başladım. Benim için çok önemli bir dokuz aydır o. Çünkü hiçbir zaman unutmadım o dokuz ayı.''
''Markanın 'söz' olduğunu, iyi bir markanın tutulmuş 'söz' olduğunu öğrendim''
Kamyonlarla piyasayı ve satış noktalarını dolaşmaktan hala çok zevk aldığını ve her hafta bunu yaptığını belirten Kent, şunları kaydetti:
''12 aylık dönem sonunda reklam müdürü olarak Roma'ya tayin oldum. Orada markanın ilk defa 'söz' olduğunu ve iyi bir markanın tutulmuş bir 'söz' olduğunu öğrendim. Orada yaklaşık 2 sene geçirdim ve 1981'de Hollanda'ya yeni bir iş kurmak için atandım ve o sıralarda Türkiye'nin çok ufak bir yeri vardı Coca-Cola'da, ilk 50'ye bile girmiyordu ülkeler içinde. Hemen hemen hiç Türk de yoktu şirketin içinde. Hollanda'ya gittiğimde tek yabancı bendim, Hollandaca da konuşuyordum ama orada ilişkilerin, yenilikçiliğin, girişimciliğin ne kadar önemli olduğunu öğrendim ve ilk defa Avrupa boyutunda 4 patronum vardı. 4 ayrı genel müdüre rapor veriyordum, yeni bir iş kuruyorduk. Bütün seyahat piyasasına Coca-Cola ve benzer mamulleri, meyve sularımızı yeni bir ambalajda sunma işiydi ve yetkilenmenin, girişimciliğin ne kadar önemi olduğunu öğrendim.''
''Coca-Cola'nın İlk Türkiye genel müdürü bendim''
Daha sonra 1985'te Türkiye genel müdürü olarak atandığını anlatan Kent, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Türkiye genel merkezi, İzmir'deydi. Coca-Cola'nın Türkiye'de başladığı andan itibaren ilk genel müdürü bendim. Çok sorunlu bir işti, her satılan şişeden zarar ediyordu Coca-Cola. Kısıtlayıcı bir ekonomi olmasından dolayı. O zamanlar döviz olmadığı için bir salça fabrikamız vardı Manisa'da. Salça üretip, satıp karşılığında döviz üretiyorduk ve karşılığında Coca-Cola ve benzeri ürünleri ithal ediyorduk. Böyle işimizi yönetiyorduk ama bunların hepsi 1985-86'da değişti ve 4 yılda yaklaşık 450 milyon şişeden 1 buçuk milyar şişelik bir hale geldi Türkiye ve büyümeye başladı Türkiye'deki iş.''
Kent, ''altın üçgen'' diye tabir ettiği kurallar olduğunu ifade ederek, ''İş alemi, hükümet, devletler ve sivil toplum örgütlerinin dünyada daha yakın gelişmenin içinde olmaları kadar önemli bir şey yok bana göre. Dünyanın geleceği buna bağlı'' diye konuştu.
''Risk olmadan başarı olmaz''
Viyana'ya 1989'da, Doğu Avrupa'dan sorumlu olarak atandığını kaydeden Kent, şöyle devam etti:
''30 ayda 22 fabrika kurduk. Orada hızlı hareket etmenin, risk almanın, risk olmayan yerde başarının olmadığını, inandığına ısrarcı olmanın ve çok kültürlü olmanın sentezinden çıkan bir kararın her zaman daha doğru olduğunu öğrendim. Benim için o yıllar kariyerimde dönüm noktası oldu. 1997'de Türkiye'ye geri döndüm ve Efes İçeçecek Grubu'nun Başkanı oldum. Yakalaşık 6 yıl çalıştım. O zamanlar atılım içindeydi Türkiye. Bir Türk şirketin dışarıya açılmasının içinde olmak benim için enteresan ve etkileyici bir zamandı. Yerelden beynel milele geçişlerde neler gerektiğini anladım ve vizyonun önemini anladım. Adriyatik'ten Çin'e bir vizyon koyduk. Daha sonra 2005'te Coca-Cola'ya tekrar döndüm ve Asya sorumlusu olarak atandım. Orada dünyadaki dengelerin değişeceğini gördüm. Artık Asya'nın dünyada çok daha fazla söz sahibi olacağını gördüm. 2008'de genel merkeze döndüm, CEO ve başkan olarak atandım. Bu zamanda her şey bu kadar basit olmadı. Hiçbir zaman kariyer çizgisinin hep yukarı çıkmadığını gördüm.''
''Büyümenin aritmetiği''
Güvenin çok önemli olduğunu dile getiren Kent, yapılan ürünlerin kalitesinin başarının garantisi olmadığına dikkati çekti. Artık şirketin karakterinin de bu iletişim dünyasında çok önemi olduğunu vurgulayan Kent, ''Sizden nasıl bahsediliyor? Bu, çok önemli. Eskiden iyi bir ürün ve iyi bir reklam yapardınız, iyi bir dağıtımınız olurdu. Başarının formülü buydu. Artık öyle değil. Şimdi, müşterilerinizin üzerinde pozitif etki yaratarak onların sizin hakkınızda pozitif konuşmasını sağlanmaz lazım. Daha zor bir iş. Artık beyaz ve siyah değil, grileri olan bir dünyadayız'' değerlendirmesini yaptı.
Kent, Coca-Cola'nın 2010'da bir vizyon koyduğunu, 100 milyarlık dünya cirosunu 10 yıl içinde 200 milyara çıkartmak istediklerini söyleyerek, ''Bu vizyonun içine bütün ortak, müşteri, çalışan ve sivil toplum örgütlerini, hükümetleri aldık. Daha fazla amaçlı işe yönelik bir yere kayıyor her şey. Burada insan gücü en önemli şey'' dedi.
İnsan gücünün ve takımın da iş dünyasında en önemli şeylerden biri olduğunu vurgulayan Kent, şunları kaydetti:
''İnavasyon, bizim müşterilerle ve diğer paydaşlarla olan ilişkilerimizde ve şirket dışında gelişiyor. İlk defa dünyada bitkiden şişe üreten şirket Coca-Cola. Bu bizim içimizde değil, Hindistanda bir kuluçka modelinden gelişti. Bunu dünyada her tarafa yayıyoruz. Şeker kamışı artıklarında şişenin hammaddesi için 500 milyon dolarlık bir yatırım yapıyoruz ve bunu tüm dünyaya yayacağız.''
Konuşmanın ardından Bursa Valisi Şahabettin Harput, Kent'e plaket takdim etti.
Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık, ''Dünyadaki yenilik ve gelişimleri en iyi yapacak girişimciler, yöneticiler, bilim adamları bizde mevcut. Bu bakımdan 2023 hedefinin çok gerçekçi olduğunu düşünüyorum'' dedi.
Çalık, Bursa Valiliği ile Capital ve Ekonomist dergilerinin iş birliğiyle düzenlenen, Anadolu Ajansı'nın medya sponsoru olduğu ''Uludağ Ekonomi Zirvesi''nin ''Yeni Türkiye, Yeni Fırsatlar'' oturumundaki konuşmasında, Türkiye'de 1980'lerde, 2 yılda bir yurt dışına çıkma izni olan, belli miktarda dövizden fazlasını yanında götürülemeyen, imkanın olsa da yatırım yapılamayan, ekonominin yüzde 80'inin devlette, yüzde 20'sinin özel sektörde olduğu bir dönemde, iş hayatına başladıklarını söyledi.
Türkiye'nin 2001'de çok büyük bir kriz yaşadığını hatırlatan Çalık, ''150 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklüğümüz vardı. Bu büyüklükte, bankalarımızda 50 milyar dolar bir batak verdik. Gerçekten çok zor şartlar altındaydık. Fakat Türkiye, hem devlet olarak hem özel sektör olarak tüm süreçlerde borçlarına sadık kalmıştır. 2002'de nüfusun yüzde 60'a yakını kırsaldaydı, bugün yüzde 80'e yakını şehirde yaşıyor. Bu, büyük bir transformasyon, değişim oldu. Ekonomimizin yüzde 80'ı özel sektörde, yüzde 20'si devlette'' ifadelerini kullandı.
''2002 ile 2013 arasında büyük değişim yaşandı'' diyen Çalık, sözlerini şöyle sürdürdü:
''2023'e baktığımızda global pazarda iş yapanlar olarak şunu görüyoruz, ülkeler iyi idare edilmediği zaman şirketler gibi halk fakirleşiyor, büyük zararlar görebiliyor. Onun için ülkelerin iyi siyasetçiler tarafından yönetilmesi çok önemli. Onlar sizin önünüzü tıkarsa siz özel sektör olarak ne kadar girişimci olursanız olun önünüzün açılması mümkün değil. Bu bakımdan geçtiğimiz on yıl Türkiye'de çok başarılı geçmiştir. Bunun neticelerini hepimiz yaşıyoruz. Türkiye, 3 katı büyümüştür, hiç duraksamamıştır. Bizim 10 yıldaki bütün krizlere rağmen, iki kriz geçirdik dünya ekonomisinde. Bütün ülkeler etkilendi, fakat bizim ekonomimiz yavaşladı, süratlendi ama hiç geriye düşmedi. Bu, çok önemli bir şey ve krizlere karşı bizim dayanıklılığımızı gösterir.''
Önümüzdeki 2023'e bakıldığında Türkiye'nin 10 yılını çok parlak gördüğünü dile getiren Çalık, Türkiye'nin 2023 hedefinin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girme hedefine olan inancının tam olduğunu bildirdi. Çalık, kalkınma için sadece hedefler koymanın yetmeyeceğini belirterek, ''O kalkınmayı, hedefleri gerçekleştirmek için onlarca, yüzlerce faktör olması gerekiyor. Eğer siz siyaseten hedefinizi koydunuz onu gerçekleştirecek girişimcileriniz, insan kaynaklarınız, üreticileriniz, altyapınız yoksa bunu yapamazsınız. Fakat çok şükür geçtiğimiz on yılda Türkiye'de büyük bir değişim yaşandı ve bu altyapı hem zenginleşti hem başarı sağladık ve en önemlisi gelecekte bu işleri yapacak insan kaynaklarımız, düşüncelerimiz ve birikimimiz oluştu'' diye konuştu.
Petrol ve gazın yüzde 70'inin Türkiye'nin komşularında olduğunu vurgulayan Çalık, ''Elektrikli otomobil, güneş enerjisi, yenilebilir enerjiler geliyor. Ülkemiz buna şu an hazır durumda. Dünyadaki yenilik ve gelişimleri en iyi yapacak girişimciler, yöneticiler, bilim adamları bizde mevcut. Bu bakımdan 2023 hedefinin çok gerçekçi olduğunu düşünüyorum'' diye konuştu.
Çalık, Arnavutluk'ta bankacılık sektöründe pazar paylarının yüzde 21 olduğunu, iki yıl içinde Arnavutluk'un en büyük pazar payına sahip bankası olacaklarını belirterek, şunları söyledi:
''Bizim de hedefimiz stratejik sektörde, enerji, madencilik ve inşaat sektöründe bizlerin firmalarının da dünyada ilk ona, bölgemizde ilk üçe girmesi. 2023'e geldiğimizde dünyada ilk onda bölgemizde ilk üçte olan bankalarımız, şirketlerimiz olacak. Bizler bunu becereceğiz.
Sadece bölgemiz değil, bizimle iş yapan global firmalar da daha çok kazanacaktır. Ben ülkemizin geleceğine koyulan hedeflere ulaşacağına inanıyorum, hatta geçebiliriz de. Bu fırsat var. Çünkü bugün Akdeniz'de yeni gaz bulundu, yeni gaz, petrol sahaları yeni imkanlar, bize çok fırsat sunuyor. Burada en önemli gücümüz, bugün Avrupa'nın yaş ortalaması 52-53 ülkemizin yaş ortalaması 29. Eğitilmiş, dışarıda okuyan, iş yapan yüz binlerce öğrenci ve girişimcimiz var. Türkiye artık sadece yabancı yatırımcı çeken değil, dışarıya da yatırım yapan bir ülke.''
Franke Yönetim Kurulu Başkanı Pieper
Franke Yönetim Kurulu Başkanı Michael Pieper da Türk hükümetinin teşvik paketini daha da geliştirmesi, Ar-Ge ve inovasyon projelerinin desteklemesi gerektiğini söyledi. Katma değeri yüksek ürünlerin daha fazla üretilmesi ve üniversiteler ile sektör arasındaki işbirliğinin daha sıkı olması gerektiğinin altını çizen Pieper, şunları kaydetti:
''Türkiye'nin konumu, uluslararası ticaret anlamında çok özel. Dört tarafının üçü denizlerle kaplı, Asya ve Avrupa ekonomilerine çok yakın. Bu eşsiz avantajı kullanabilmek için lojistik ve ulaştırma, doğru yerde olmalı. Oto yollar daha da arttırılmalı. Türk Hava Yolları, en hızlı büyüyen hava yolu şirketi. Uçuş noktaları, çalışan sayısı, uçak sayısı ile çok hızlı büyüme gösteriyor. Ben sizi sadece tebrik edebilirim buradan. Türkiye'nin ulaştırma anlamında hava yolu ve demir yollarında da çalışmalarını arttırması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'de elektrik fiyatları çok yüksek. Bu durum, doğrudan enerji bağımlılığı ile alakalı fakat bunu çözecek imkanlar da var. Türkiye, genç nüfusunu korumalı, mavi yakalıların eğitim seviyesini arttırmalı.''
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza