Yakın tarihimizin yüz karası
54 yıl önce İstanbul'un, şehir dışından kamyonlarla bindirilmiş kıtalar halinde getirilip İstiklal Caddesi'ne salınmış, her şeyi kırıp dökerek gayri müslimlere ait 5 bin kadar dükkân ve işyerini yağmalamanın ve işaretlenmiş evlere saldırmanın gözlerini kararttığı, eli sopalı bir yağmacılar güruhu tarafından talan edilmiş Beyoğlu'sundaki (dönemin DP iktidarınca Kıbrıs davası bahane edilerek düzenlenip teşvik edilmiş ve kışkırtılmış kör milliyetçiliğin iyice gemi azıya aldığı yanı başındaki bu feci saldırılara vaktiyle tanık olmuş) eski bir sinemada seyrettiğim Güz Sancısı, bir Türk genciyle bir Rum kızının dokunaklı aşk hikâyesi ekseninde kuşkusuz Cumhuriyet tarihimizin bu en yüz karası tertiplerinden biri olan 6-7 Eylül vahşetini fon alıyor.
Yönetmen Tomris Giritlioğlu’nun tıpkı Yılmaz Karakoyunlu’nun romanından on yıl kadar önce sinemaya aktardığı, 1945’te azınlıklara adaletsizce uygulanan Varlık Vergisi olayının acılarını ve vergisini ödeyemeyenlerin doğuya, mahrumiyet bölgesine sürgüne gönderilmelerinin dramını konu edinen Salkım Hanımın Taneleri filmi gibi yine Yılmaz Karakoyunlu’nun aynı adlı romanından uyarladığı Güz Sancısı da bir kez daha bizi yakın tarihimizle yüzleştirme işlevini yerine getirmeye girişiyor.
1955 Model derin devlet öyküsü
Filmin kahramanlarından Behçet (Murat Yıldırım), yerel bir ağa izlenimi uyandıran, milliyetçi ve otoriter babasının (Tuncel Kurtiz) baskısı altında yetişmiş, babasınca yönlendirilmiş, bir an önce siyasete atılıp yükselmenin hedeflendiği bir hayatın eşiğindeki, Nemika (Belçim Bilgin) adlı bir genç kızla da sözlendirilmiş bir genç. Ama gözü ve gönlü, sözlüsünden çok karşı pencerede sık sık röntgenlediği alımlı ve güzel Rum kızı Eleni’de (Beren Saat). İktidarı eleştiren muhalif gazete sahibi bir lideri (Kenan Bal) zehirleyen, o dönemdeki ‘derin devlet’in yöneticilerinden, Nemika’nın babası Kenan Bey’in (Hüseyin Avni Danyal) zorla muhbirlik ettirdiği Behçet, üniversitedeki solcu arkadaşlarını gammazlayınca, zaten muhalif gazetecinin öldürülmesi olayını kurcalayan, çocukluk arkadaşı ‘komünist’ Suat (Okan Yalabık) da okkanın altına gidiyor ve Behçet Suat’ın gözü dönmüş, milliyetçi bir kalabalık tarafından sokakta sille tokat dövülerek öldürülmesini sadece seyrediyor çaresizce. Suat’ın böylesine harcanışı, Behçet’in sözlüsü Nemika’nın da gözlerini açıyor, babasının kirli, karanlık yüzünü görüp olaylara sadece ‘seyirci’ kalan Behçet’i de terk ediyor. Paragöz babaannesinin (Zeliha Berksoy) yüksek zevattan memurlara peşkeş çekerek zorla fahişelik yaptırdığı güzel Eleni’ye âşık olan Behçet sonunda seçimini yapıyor ve hayatını ona adamış ağa babasını değil de aşkını yeğliyor. Ama Eleni’cik, olayları kışkırtıp tezgâhlayan, karanlık Kenan beyin yardakçısı ve filmin habis kötü adamı İsmet’in (İlker Aksum) takibinden ve elinden kurtulabilecek midir?
Filmin son bölümüne sıkıştırılmış ve iyice kontrolden çıktığı Kenan Bey tarafından amirlerine bildirilen, azınlıkların canlarına değilse mallarına, mülklerine, servetlerine yönelik tezgâhlanmış bu ‘büyük yağma’ olaylarının vahşetini perdede estirmeye soyunmasıyla önem kazanan Güz Sancısı, günümüzün pehlivan tefrikası gibi sürdürülen, malum ETÖ davasıyla fonda paralellikler kurulan, beylik ağdalı bir aşk hikâyesinin anlatıldığı,1955 model derin devlet öyküsü çeşitlemesi olarak ilgiyle seyrediliyor özetle. Ancak genelde kahramanlarının klişelikten, anlatımının durağanlıktan, oyunculuğunun acemilikten pek kurtulamadığı Güz Sancısı, senaryosunun ham halatlığı, dramatik yapısının tekdüzeliği ve sinematografik açıdan sıradanlığıyla çok da başarılı sayılamayacak bir film sonuçta. Salt el attığı konunun sarsıcılığıyla görülmeyi hak etse de.
Üçleme...
Dönem filminin zorluklarını genelde Beyoğlu’nun ara sokaklarını seçerek çözümlemiş yönetmen Giritlioğlu’nun filmografisinde Suyun Öte Yanı’yla başlayıp Salkım Hanım’la süren tarihsel üçlemesini tamamlayan Güz Sancısı’ndan aklımda kalan, besteci Tamer Çıray’ın yer yer görkemli olabilen müzikleri, 6-7 Eylül olaylarının canlandırıldığı, o bağırış çağırış, dehşetengiz mümayiş atmosferini bir nebze yansıtan talan görüntüleri ve polisle jandarmanın bir kenarda durup olanı biteni bir kara komedi izlercesine seyrettiği, konunun tüm ürperticiliğine karşıt bir gülmece duygusu veren kimi sahneler. Bir de, oldukça çabalayan genç, toy oyuncular arasında fiziği ve oyunuyla öne çıkan Beren Saat. TV’deki Yabancı Damat dizisinden tanıdık, Küçük Kıyamet’le hatırladığımız İlker Aksum da, sert, karanlık bir Özel Harp Dairesi maşası rolünde parlıyor.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama