Yargı Reformuna İlişkin Aldatmacalar-I-
Siyasal iktidarın kurguladığı yargı reformunun, AB beklentileriyle bir ilgisi yoktur. Ayrıca Türkiye’ye yönelik tavsiyelerin hiçbirinde kurula yasama organınca üye seçilmesine ilişkin bir beyan da yer almamaktadır. Çünkü Türkiye demokrasisinin uzlaşmaz yapısını yakından tanıyan herkes, yargı organının oluşumunda siyasal iktidarın rolünü arttırarak bağımsızlık ya da tarafsızlık sağlanamayacağını bilir.
İktidar çevrelerinden dinlediğimiz yargı reformu söylemi şöyle özetlenebilir: “Yargı organının oluşumunda demokratik meşruiyetin aranması Avrupa standartlarının bir gereğidir. Bu nedenle AB organları bizden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda parlamentonun belirleyici olmasını istemektedir.” Bu söylem, kamuoyunu aldatmak için kurgulanmıştır:
Demokratik meşruiyet
1) Önce iktidar çevrelerinin “demokratik meşruiyet” sözünden ne anladıklarını görelim: Yargı Reformu Strateji Taslağı’nın ilk metninde “Adalet Bakanı ile Müsteşarı”nın HSYK’nin bünyesinde yer alması, “Yargının demokratik meşruiyeti yönünde atılmış önemli bir adım” olarak açıklanmıştır. Oysa AB Komisyonu’nca görevlendirilen uzmanların Türk yargı düzeniyle ilgili İstişari Ziyaret Raporları’nda (İZR) bunun tam tersi önerilmektedir: Üçüncü İZR’nin “Tavsiyelerin Özeti” başlıklı bölümünün 4. maddesi aynen şöyledir: “Adalet Bakanı ve müsteşarını HSYK üyeliğinden çıkarmak için anayasanın 159. maddesinin değiştirilmesini tavsiye ediyoruz.”
2) Aynı yaklaşım daha genel ifadelerle Türkiye’ye ilişkin ilerleme raporlarında da yer alıyor: “… Yargının en üst düzeyli yönetim organı olan HSYK’nin kendine ait bir sekretaryası, bütçesi ve binası bulunmamaktadır. Hâkim ve savcıların performansını değerlendirmekle yükümlü olan adli müfettişler, üst kurul yerine bakanlığa bağlıdırlar. Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı da kurulun oy hakkına sahip yedi üyeliğinden ikisini oluşturmaktadır. … Bu yapı, … yürütmenin Türkiye’deki hâkimlerin mesleki ilerlemelerine yönelik alınacak kararları etkileme potansiyelini yaratabilir.” (2006 İlerleme Raporu, Bölüm 2.1 “Yargı Sistemi” altbaşlığı)
3) Bu arada, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (R [94] 12) kararında, 1961 Anayasası ile sağlanan “kooptasyon” (yargı organlarının yürütmeden bağımsız olarak kendi içinden oluşturulması) yönteminin benimsenmiş olduğu, büyük bir özenle gizlenmektedir. Bakınız o kararda ne deniyor: “Hâkimlerin seçimi ve kariyerleri konusunda karar veren merci, hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır. Bu merciin bağımsızlığını teminat altına almak için getirilecek kurallarla merciin üyeleri yargı tarafından seçilmeli ve bu merci kendi usul kurallarını kendisi vaz’etmelidir.” (www.abgm.adalet.gov.tr/dokumanlar/bangalortr.pdf adresinden erişilebilir.)
‘Yargıç devleti’
Adeta 1961 Anayasası’nı model alan bu cümle karşısında, “ikinci sınıf demokrasi” ya da “yargıç devleti” sözünü dillerinden düşürmeyenler, acaba bu cümleye ne buyuracaklar?
4) İZR’lerde tekrarlanan tavsiyelere karşı bakanlığımız, Avrupa’daki uygulamaları örnek göstererek tereciye tere satmaya kalkışıyor. Aldığı cevaplar ise ülkemiz açısından utanç vericidir. İşte bu cevaplardan örnekler: “ … başka ülkelerdeki kurumların gerçek işleyişinin özünün kavranılmadığı duygusuna kapıldık. … (Raporlarımızdaki) tavsiyeler, en iyi Avrupa uygulamasına dayanmaktadır. … Eğer diğer Avrupa ülkeleri bu standartların gerisinde bulunuyorsa tıpkı Türkiye gibi bu standartları gerçekleştirme yönünde çaba göstermek zorundadır.”
Bu bağlamda Adalet Bakanı ile müsteşarının kuruldan çıkarılmasına ilişkin tavsiyeye karşı Fransa’yı örnek gösteren bakanlığa verilen cevap da oldukça anlamlıdır: “Bu hususun, Fransa’daki Hâkimler Konseyi’nin fonksiyonunun yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını düşünmemize karşın, söz konusu önerinin amacının Fransa’da mevcut durumu tartışmak olmayıp en iyi uygulamaya ışık tutmak olduğunu vurgularız.”
Bütün bu ifadelerde, yargı bağımsızlığını sağlayacak “en iyi model” Türkiye’ye layık görülürken bizim kötü modelleri örnek göstererek yargı bağımsızlığını zedeleyen kusurlarımızı mazur göstermeye çalışmamız ve yargı düzenimizi daha da siyasallaştıracak yöntemler aramamız, göz boyamaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
5) Tabii bu alanda yapılması gereken reformlar yok değil. Bu bağlamda ilk reform, HSYK’ye seçilecek yüksek yargıçların, Cumhurbaşkanı tarafından değil, doğrudan ilgili yüksek mahkemelerce seçilmesini sağlamaktır. Buna ek olarak “birinci sınıfa ayrılmış yargıçların ve istinaf mahkemelerinin de kendi aralarından seçecekleri birer üyeyle kurulda temsil edilmeleri” bu mahkemelerin gereksinmelerini yansıtma bakımından yararlı olur. Ama asıl ağırlık, her halükârda yüksek yargıçlarda olmalıdır. Aynı şekilde, yargı işlevinin ayrılmaz bir unsuru olan “savunmanın da kurulda en az bir üye ile temsil edilmesi” gerekir. Savunmanın kurul çalışmalarında temsil edilmesi, saydamlık arayışının karşılanmasında da önemli bir rol oynar. Ayrıca kurul kararlarına karşı etkili bir itiraz yolu da açılmalıdır.
Ayrı kurullarda örgütlenme
Türkiye’nin gereksinim duyduğu bir yargı reformunun en önemli unsuru, “hâkimler ve savcıların” 1961 Anayasası döneminde olduğu gibi ayrı kurullarda örgütlenmesidir. Bu ayrışma, her iki görevin niteliğinden kaynaklanan bir zorunluluktur. Siyasal iktidar ve yandaşlarının iddialarının aksine, işaret ettiğimiz bu noktalar, Avrupa Konseyi’nce görevlendirilen uzmanların hazırladıkları 3. İZR’de de açıkça dile getirilmektedir: (Yüksek Kurul’a) “ ... meslekte henüz kariyer aşamasında olan, ‘gelecekteki atanma durumu ile ilgili beklentisi olan kişilere nazaran, kariyerinin doruk noktasında olan kişilerin seçilmesi,’ bu kişilerin ‘daha’ fazla ‘bağımsız’ davranacakları izlenimini yaratmaktadır. … ‘Kurula diğer mahkemelerden de katılım sağlanması’ üzerinde düşünülmesinin yararlı olacağına inanıyoruz. ‘İstinaf mahkemeleri’nin kurulması da kurulun yapısını değiştirebilecektir. Gelecekte, ‘Barolar’ gibi yargı dışı kuruluşlardan da üye temsili düşünülebilir. … Yargı bağımsızlığı konusunda en iyi uygulamayı sağlama amacı çerçevesinde, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının mesleki görev ve haklarının fonksiyonel ve kurumsal ayrımının sağlanmasını teminen anayasanın değiştirilmesini tavsiye ediyoruz.”
Görülüyor ki siyasal iktidarın kurguladığı yargı reformunun, AB beklentileriyle bir ilgisi yoktur. Ayrıca Türkiye’ye yönelik tavsiyelerin hiçbirinde kurula yasama organınca üye seçilmesine ilişkin bir beyan da yer almamaktadır.
Çünkü Türkiye demokrasisinin uzlaşmaz yapısını yakından tanıyan herkes, yargı organının oluşumunda siyasal iktidarın rolünü arttırarak bağımsızlık ya da tarafsızlık sağlanamayacağını bilir. Türkiye’de yasama organı, “temsilde adalet”ten çok “yönetimde istikrar” endişesiyle oluşturulur. Oysa yargının “yönetimde istikrar” sağlama gibi bir işlevi yoktur.
Aksine yargı, insan haklarını, gerektiğinde yönetime karşı da korumak, hukuk devletini gerçekleştirmek ve anayasanın üstünlüğünü sağlamakla yükümlüdür.
Yarınki yazımda “Anayasa Reformu”na ilişkin aldatmacalar üzerinde duracağım. (Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Eski Anayasa Mahkemesi Üyesi)
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama