Yarım Limon ve Ergenekon
Bir kelime bulmacasının çözülmüş hali, bulmacayı kurgulayanın kafasındadır. Adım adım ilerleyen çözümde sona doğru her şey yerli yerine oturur ve sonunda çözdüğümüzü sandığımız şey, artık bulmacayı kurgulayanın kafasında önceden var olandır. Ergenekon denilen davada 5 Ağustos’ta verilen kararla çözüldüğü sanılan da aslında bir bulmacadır. Her şeyin önceden kurgulandığı (bir genelkurmay başkanının tutuklanması için emekli olması bile beklenmiştir), soldan sağa, yukarıdan aşağıya hangi boşluğun neyle doldurulacağının yurtdışındaki “büyük kurgucu” ile içerideki ayaklarının zihninde önsel olarak yer aldığı ve bulmacadaki her bir sözcüğün “İslami bir demokrasi”nin düşünsel evreninden seçilerek düzenlendiği bir bulmaca! Artık bulmaca çözülmüştür.
Karşımıza çıkan tablo, Arşimed’i hamamdan çıplak fırlatan bir “evroka” (buldum) heyecanı ve onuru değil, “kurt ile kuzu” masalının Ergenekon’a uyarlanmasına dayalı bir metafordur (mecaz). Kurt bir kez kuzuyu yemeye karar vermiş, yemek için uydurduğu “suyumu bulandırdın” iddiası, “yer” ve “zaman”bakımından maddi gerçekle örtüşmediği halde, kuzucuk, “aslolan dış gerçeklik değil, zihindeki gerçekliktir” diyen Platoncu bir idealizme kurban edilmiştir. Sayın Başbuğ’un, Sayın Balbay’ın, Sayın Haberal’ın, Sayın Özkan’ın ve sayamadığımız diğerlerinin çevresinde örülmek istenen bu “karanlık koza”, Danıştay katliamı davası Ergenekon’a bodoslamadan bindirilerek isnad edilen suçun cezalandırılabilme koşulu olan “cebir ve şiddet”i var kılmaya yönelik bir hilei şeriyye, bir hukuk ihlalidir.
Hukukta Türk standardı
Savcısının “yarım limon”dan, “baştaki poşu”dan, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden “örgüt” türettiği; yargıcının katliamdan (Ş. Sakık), tecavüzden, çocuğa yönelik cinsel istismardan (Danıştay katliamı zanlısı) yargılanan sanıkları “gizli tanık” yapıp şereflendirdiği bir yargı, elbette ve beklendiği üzere, “bedenimin sahibiyim” diyen kadınlarımızın, “fikrimin, vicdanımın, Cumhuriyetin sahibiyim” diyen gençlerimizin, yazarlarımızın, gazetecilerimizin, bilim insanlarımızın, “Atatürk’e dil uzatma gereksiz, sen anandan yine doğardın ama, ... ” diyen askerlerimizin etrafında örülmek istenen “karanlık koza”ya da alet edilebilmiştir.
BBC (radyo), “gösteri yürüyüşünde yanında yarım limon bulunduran Türk, terörü desteklemekle suçlanıyor” başlıklı haberinde, “bir Türk savcısı, sağır, dilsiz, okuma yazması olmayan şahsın, terörü desteklediği için 25 yıl hapsini istiyor” dedikten sonra, “yarım limon biber gazını, biber gazı gösteri yürüyüşünü, gösteri yürüyüşü de terörü çağrıştırıyor” kurgusuna dayalı böyle bir iddianamenin, “Türk hukuk startlarına göre(!)” bile olağandışı olduğu yorumunu yapmıştır.
Muhteşem mantık
Ergenekon da dahil, bütün siyasal davaların iddianamelerindeki temel mantık, yarım limondan terör örgütü yaratabilme becerisini göstererek Aristo’nun pabucunu dama atan böylesine muhteşem mantıktır. Aynı sanığa aynı suçtan verilen farklı cezalar (Ankara 11. Ağır Ceza ve İstanbul/Silivri 13. Ağır Ceza Mahkemleri), birinin silahtan saydığını ötekinin aksesuvardan saydığı savcılar (meşhur pala örneği), hakkında aynı suçtan önce salıvermeler, sonra 27 yıla kadar istenen cezalar! Bu yüzden Türkiyede yasalar, işine gelenin bıçak, işine gelenin makas, işine gelenin tirbuşon olarak kullandığı “çok işlevli” izci çakısına döndürülmüş, sonuçta hukuk, gün boyunca ördüğünü gece söken gerçek bir Penelope (mitoloji kahramanı) olmuştur. Niçin? Siyasallaştığı için. Bütün bu olup bitenler karşısında vicdanlar rahatsa ya olmadığından, ya da nasırlaştığındandır.
Laplas’ın cini
Silivri’de 5 Ağustos 2013’te verilen karar, bir iddiayı kanıtlama değil, iddianameyi “haklı çıkarma” gayretidir. Bunun gerekçeli kararı beklemeyi bile gerektirmeyen somut kanıtı, “suça uygun” kanıt yaratma yolunda gösterilen yoğun çabadır. Oysa ceza yargılamasında aslolan, suçtan kanıta değil, kanıtlardan suça ulaşmaktır. Aralarında hiçbir kişisel, eylemlerinde hiçbir hukuki ve fiili bağlantı (irtibat) bulunmayan, moral, sosyal ve politik görüş ve inançları taban tabana zıt, kimi Susurluk artığı çete, kimi Danıştay katliamcısı, kimi çocuk istirmarcısı sanıkların eylemleri arasında sıkı nedensel bağ kurup hepsini aynı örgütün üyesi yapmanın bir tek amacı vardır:
Sanıklara (Başbuğ’a, Balbay’a, Haberal’a Özkan’a) isnad edilen TCK’nin 311 ve 312. maddelerindeki “TBMM’yi, T.C. hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçunun cezalandırılabilme koşulunu oluşturan “cebir ve şiddet kullanma” eylemini davaya ithal etmek! Çünkü ortada bunlara isnad edilebilecek en küçük bir cebir ve şiddet emaresi yoktur. Ancak kurgu gereği bu kişilerin cezalandırılması gerekmektedir. Bu yüzden Danıştay’daki cebir ve şiddet, ya da gömülü bulunduğu iddia edilip fakat ayna gibi parlayan silahlar bir Başbuğ’la, bir Balbay’la, bir Haberal’la bütünleştirilmiştir.
Oluş biçimleri ve koşulları bu kadar farklı eylemler arasında tümünü kapsayan formel ve sıkı nedensel bağ kurabilmek için “Laplas’ın cini” olmak gerekir. Ünlü matematikçi Laplas, “Olasılıklar Üzerine Felsefi Deneme” adlı yapıtında, “ancak insanüstü bir güç, doğanın çok farklı olaylarının koşulları arasındaki bağlantıyı bir anda görerek doğa yasasını sıkı nedensel bir formül halinde ifade edebilir” der.
Türkiye’nin onuru, gururu olan bu insanları cezalandırabilmek için “cebir ve şiddet” unsurunu var kılabilme uğruna sarf edilen bu insanüstü gayretin, Laplas’ın cinini bile yaya bıraktığı anlaşılmaktadır.
* İbrahim Türkeş, Hukukçu, Felsefeci
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza