Yeni Sömürgecilik ve Yargı...
Anayasa paketinin, “bağımsız yargı” yerine “güdümlü yargı”yı getirdiği görülmeden, sırf darbe anayasası değişiyor diye “gözleri kapayıp vazife yapmak”, bireysel ve toplumsal tüm hak ve özgürlüklerin, sömürgecilere teslim olmuş iktidarlara bırakılması anlamındadır. “Başkasından bana ne” diyenler hiç olmazsa kendilerinin neler kaybettiğine baksınlar ve gerçeği görsünler.
TBMM Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeye başlayan anayasa paketindeki yargıyla ilgili değişikliklerin özünü kavrayabilmek için 1980’lerden bu yana kısa bir yolculuğa çıkmak gerekiyor. 24 Ocak 1980 kararlarıyla, ekonominin serbestçe dışa açılması ve kapitalist dünya ile ekonomik bütünleşmenin gerçekleştirilmesinin ilk adımları atılıyor. 12 Eylül 1980’de, dış egemen gücün himayesinde askeri darbe yapılarak, parlamento ve hükümet feshediliyor, siyasi faaliyetler durduruluyor, Milli Güvenlik Konseyi (MGK) yasama ve yürütme yetkilerini yükleniyor. Anayasa Düzeni Hakkında Kanun adı altında “geçici anayasa” uygulamaya konuluyor. Yeni birikim modelinin mali, ekonomik, siyasal ve yönetsel dönüşümleri radikal olarak başlatılıyor.
1982’de yeni anayasa kabul ediliyor. Güçlü yürütme ve merkezileşme ağırlıklı, otoriter nitelikli bu anayasada, uluslararası güç odaklarıyla özdeşleşmenin yolları açılırken, yargıya da yeni şekil veriliyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) içinde Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı müsteşarı doğal üye olarak yer alırken, yargıç ve savcılar idari bakımdan Adalet Bakanlığı’na bağlanıyor, denetimleri bu bakanlığa bağlı müfettişlerce yapılıyor; HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanı yetkili kılınıyor, devlet güvenlik mahkemeleri (DGM) kuruluyor. Bunun adına da “bağımsız yargı” deniliyor.
Yargı denetimi dışında
Kimi işlemler yargı denetimi dışında tutulurken, geçici 15. maddeyle de 12 Eylül yönetimi (MGK, onun yönetiminde kurulmuş hükümetler ve Danışma Meclisi) hakkında her türlü karar ve işlemlerinden dolayı sorumluluk ileri sürülemeyeceği ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı belirtiliyor. Ayrıca, 12.9.1980 - 6.12.1983 dönemi içinde çıkarılan yasaların anayasal denetimi engelleniyor.
1999 yılında, dış etkilerle “özelleştirme” ve “tahkim müessesesi” anayasaya monte ediliyor ve Danıştay’ın görevi sınırlandırılarak “kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların ulusal ve uluslararası tahkim yoluyla” çözülmesinin yolu açılıyor. Yine dış etkilerle, DGM’lerden askeri yargıçlar çıkarılıyor. 2004 yılında DGM’ler kaldırılıyor; ancak bu değişiklik, özel yetkili mahkemelerin kurulmasına engel olamıyor.
2001’de, olumlu bir girişimle, “adil yargılanma hakkı”, “yasaya aykırı olarak elde edilmiş bulguların, delil olarak kabul edilmemesi” anayasaya eklenirken, geçici 15. maddenin son fıkrası da kaldırılarak, kapsamındaki yasalar için anayasal denetim yolu açılıyor.
Yaptırım getiriliyor
Aynı zamanda, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi parti davalarında kapatmaya karar verebilmesi için beşte üç oyçokluğu koşulu ve devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakma yaptırımı getiriliyor. Bu yaptırım da ilk kez 2008 yılında, “demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi nedeniyle” Adalet ve Kalkınma Partisi’ne uygulanıyor.
Bu süreçte görülüyor ki, anayasanın yargı bağımsızlığını etkileyen maddelerine dokunulmadığı gibi, kimi olumlu girişimler dışında yargı denetimini engelleyen ya da zorlaştıran düzenlemeler yapılıyor.
Anayasanın 90. maddesinin sonuna 2004 yılında eklenen, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin, aynı konuda hüküm içeren yasalar yerine esas alınması ise, bir yandan can simidi gibi görülen diğer yandan nasıl uygulanacağı konusu bile hâlâ çözülemeyen işlevsiz bir yama olarak duruyor. Çıkarılan yasaların bir bölümü anayasal denetimle iptal edilirken, anayasanın değiştirilemez hükümlerinin, 10. ve 42. maddeler yoluyla değiştirilmesi girişimi de Anayasa Mahkemesi’nden dönüyor. Tüm anayasal ve yasal düzenlemelere rağmen, özellikle özelleştirme işlemlerindeki hukuka aykırılıkların Danıştay denetimine takılması ise sert tepkilerle karşılanıyor.
İşgal gerektirmeyen yeni sömürgeciliğin ekonomik ve siyasal araçları arasına denetimsizlik ya da “engel olmayan denetim” girmek zorunda. Bu nedenle de uluslararası yönlendirmelerin ve kimi zaman baskıların etkisiyle, yeni liberal politikalara uygun anayasal ve yasal değişiklikler yapılırken, aslında yargının vereceği kararların normlarıyla oynanıyor.
Ancak, değiştirilen ya da küreselleşmenin isteklerine uyumlu hale getirilen anayasa ve yasalara karşın, bunlara aykırı mevzuat düzenlemeleri ve işlemler yapılmakta ısrar edilince ve haklı olarak yargıya takılınca, artık kural değiştirmenin yeterli olmadığı görülüyor.
Diğer bir anlatımla, ne 12 Eylül’ün getirdiği sözde bağımsız yargı sistemi ne de emperyalist dünyanın dayatarak yaptırdığı kimi anayasal ve yasal değişiklikler egemen güçleri ve iç ortaklarını tatmin etmiyor, yargının artık tümüyle ele geçirilmesinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlalinin yolu açılmak isteniyor.
Uyarıları duymazlıktan gelerek, hukuka aykırılık, keyfilik, hatta ciddiyetsizlikle dolu bir süreçle anayasanın yargı bölümüyle oynanırken bu sömürgeci tarihsel dönüşüm gerçeğinin görülmesi gerekiyor. Yargı, tüm kural değişikliklerine karşın, evrensel yargı bağımsızlığı ve etiği ilkelerinden ödün vermeden, hukukun üstünlüğüne sahip çıkınca, artık yalnızca siyasal iktidarların yönlendirilmesi yetmeyince, en etkin denetim aracı olan yargının ele geçirilmesi gerekiyor. Bu arada, yalnızca “çoğunluk ilkesini” demokrasi olarak görenlerin, geçici 15. maddede olduğu gibi, kendisine koruma yolları getirmesi de ihmal edilmiyor.
Gerçekler görülsün
Ekonomik ve siyasal araçları, sosyal, etnik ve dinsel yapıyı acımasızca kullanmaktan, hatta bu uğurda terör yaratmaktan kaçınmayan yeni sömürgecilik, iç ortaklarıyla birlikte, yargıyla oynayarak “söz ve karar sahipliğinde” engelsiz bir yapı istiyor. Anayasa paketinin, “bağımsız yargı” yerine “güdümlü yargı”yı getirdiği görülmeden, sırf darbe anayasası değişiyor diye “gözleri kapayıp vazife yapmak”, bireysel ve toplumsal tüm hak ve özgürlüklerin, sömürgecilere teslim olmuş iktidarlara bırakılması anlamındadır. “Başkasından bana ne” diyenler hiç olmazsa kendilerinin neler kaybettiğine baksınlar ve gerçeği görsünler.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama