Yozlaşan İktidar Hastalığı: Hukuk Kabadayılığı

Yozlaşan İktidar Hastalığı: Hukuk Kabadayılığı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.02.2012 - 07:19

Cumhuriyetle hesaplaşma adına 100 yıllık defterleri karıştırıp gündeme getirenlerin, kendi günah defter ve belgelerini zayie çıkarmanın telaşında olmaları “Hayrola nereye?” dedirtiyor. Şeffaflık çağında hiçbir şey yok edilemiyor ve gizlenemiyor. İleri demokrasinin tozu dumanı dağıldığında, toplum da her şeyi görecek ve bilecek. Ama neden sonra...

Yargının merkezinde olduğu kaos denizinde fazla açılmadan son dönemdeki gelişmelere baktığımızda, kamuoyu; Deniz Feneri, Şike Yasası ve son olarak MİT soruşturmasında, güç zehirlenmesinin tipik belirtisi olan aşırı özgüven veya en iyimser bakıştan hareketle “tepe sarhoşluğu” ile malul bir siyasal iktidarın, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı değerlerini ayaklar altına alışına tanık olmaktadır. Yargı alanına mütemadiyen yaptıkları tecavüzlere dönüp bakmayan bir pişkinlikle üstelik.

En son MİT soruşturmasında, devlet aklı ve olgunluğunu her daim taşıma konumundaki Cumhurbaşkanı’nın da hevesle iştirak ettiği bir siyasal kadro, Adalet Bakanı aracılığı ile yargıya müdahale eşiğini çoktan gerilerde bırakarak tecavüzün gayretine düşmüşlerdir. Kılıfı ise adına yasa değişikliği dedikleri ancak kamu vicdanının asla meşruiyet bahşetmeyeceği dolayısıyla ruhsuz kalmaya baştan mahkûm bir metin olacaktır.

Öncelikle, daha önce de defalarca ifade ettiğimiz gibi şunu söylemeliyiz ki; özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, yargılama yöntemleri tartışma konusu olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kanun önünde eşitlik ilkesine, yargılama birliği ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil ettiği gibi temel hak ve özgürlükler yönünden de ciddi bir tehdit kaynağına ve iktidar savaşının bir aracına dönüştüğünden, demokratik hukuk devletinin kanserli yapısı olan bu mahkemelerin acilen kaldırılması bir zorunluluktur.

Ancak somut olayda; siyasi irade tarafından soruna köklü bir çözüm getirmek yerine, kendi elleriyle yarattıkları Frankenstein’ın bu kez kendilerini tehdit etmesiyle, kişiye özel yasa ile kendi iyi çocuklarını koruma ve yargısal imtiyaz-bağışıklık alanı oluşturmaya yönelik bir teşebbüs yer almaktadır. Yasa değişikliği ile yapılmaya çalışılan, yanlış işleyen mekanizmanın etki alanını sadece muhaliflerle sınırlandırmaktır.

Bu uğraşta, anlı şanlı başsavcıların ve daha da önemlisi HSYK’nin durduğu yeri dikkatli nazarlara arz ediyoruz. HSYK açısından sözün bittiği ve çoklukla vurguladıkları anayasal bir kuruma yakışan dik duruşun ortaya konulup konulmayacağının sınanacağı bir kavşaktayız. HSYK, hâkim ve savcıların özsaygılarının ve özgüvenlerinin tarumar edilmesi için kraldan çok kralcı bir yaklaşımla; yasal olmayan gerekçelerle cumhuriyet savcısına soruşturmadan el çektiren başsavcı yerine, soruşturmayı yürüten savcı hakkında inceleme başlatmıştır. Önce, “başsavcılığın tasarrufu” gibi ancak kötü bir espri olarak hatırlarda kalacak olan argümanla sahaya çıkan HSYK bunun yetmemiş olacağını düşünmüş olmalı ki, savcı hakkında inceleme başlatarak, hâkim-savcı güvencesinin tabutuna son çiviyi çakmaya hazırlanmaktadır. Bırakın siyasi vesayet altında olmayı, Adalet Bakanlığı’nın hiyerarşi zincirindeki sıradan bir hâkim-savcı bürosuna dönüşen HSYK, bunun aksini kanıtlayamazsa tarihin huzurunda yargılanacak ve bu utançla anılmaya mahkûm olacaktır.

Bir kişi için yasa; hele de yargıdan kaçırma adına, tek kelime ile rezalet diyeceğimiz, sahibini çok uzak olmayan bir gelecekte utanca boğacak bir cürmü ifade etmektedir. Bu yasa, yalnızca MİT mensuplarını değil ne demekse anlamak dahi istemediğimiz “Başbakan tarafından özel bir görevi ifa etmek üzere görevlendirilenleri” de yargıdan ve dolayısıyla hesap vermekten azade kılmaya çalışan, toplumun adalet ve hakkaniyet inancına meydan okuma, yasa önünde eşitlik anlayışına ölümcül bir darbe vurma, yargısal imtiyaz-bağışıklık alanı oluşturarak siyasal iktidarın koruyucu ve kollayıcısı olduğu şüpheli-suçlu sığınağı sağlamaya, bir tür Susurluk iklimi yaratmaya teşebbüstür.

“Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım... ben bozarım.”

Belki de Sayın Başbakan’ın son konuşmalarında aşırı dozda eleştirerek haklarına dokunduğu ittihatçı ruhun çarpması bu olsa gerek. Silahşörleri Yakup Cemil, mezarından arkadaşlarına şöyle bir iç geçirmiştir muhakkak, “Benden böyle bir yasa ile teminat altına alınan imtiyazı esirgediniz” diye. Yoksa, devlet idare etme formülleri “yok kanun yap kanun” olan İttihatçılar da yasaların en olağanüstü hallerde bile yürürlükte olmak için tasarlandıklarına ilişkin temel ilkeden çark etmeyi çok iyi bilirlerdi.

Araçsal kılınmış bir hukukla, birileri tutuklanıp yıllarca hapsedilmekte; birileri de gerekirse adlarına yasa çıkarılarak korunmakta ve böylelikle aslında topluma “bizden değilsen güvende değilsin” mesajı verilmektedir. Cumhuriyetle hesaplaşma adına 100 yıllık defterleri karıştırıp gündeme getirenlerin, kendi günah defter ve belgelerini zayie çıkarmanın telaşında olmaları “Hayrola nereye?” dedirtiyor. Şeffaflık çağında hiçbir şey yok edilemiyor ve gizlenemiyor. İleri demokrasinin tozu dumanı dağıldığında, toplum da her şeyi görecek ve bilecek. Ama neden sonra...

Demokrasi ve hukuka saygı kurumlarını ne ara içselleştirdiklerini bilemediğimiz, ancak bu kurumları ara istasyon olarak gördüklerini bazen unutup ağızlarından kaçıran, acemi fakat bir o kadar fırsatçı ve gözü açık anlayış sahiplerinin, toplumun değişim dinamiğinin gölgesine çöreklenerek kendilerine büyüklük, önem ve itibar devşirdikleri illüzyon gösterilerinin finali, cumhuriyetin sembolleşmiş değerleri yanında mülkün temeli olan adaletle oynamak suretiyle, topluma hiç hak etmediği ağır bir maliyet yüklemek olmamalıydı.

Duguit’ten ödünç ifadelerle bağlarsak: Devlet, hukuka ancak istediği için, istediği zaman ve istediği ölçüde boyun eğiyorsa, aslında hiç boyun eğmiyor demektir.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler