Yurtdışında en iyisini yapan rolü kapıyor Türkiye'de ise...
Başrollerini Murat Han, Nurgül Yeşilçay ve Tülin Özen’in paylaştığı Erden Kıral yönetmenliğindeki Vicdan filmi, 45. Altın Portakal Film Festivali’nde yarışacak. 8 buçuk yıl Amerika’da kalan Murat Han’la oradaki oyunculuk sistemini ve Türkiye’deki eksikleri konuştuk.
Abdullah Oğuz’un Mutluluk filmiyle duyuldu Murat Han’ın adı. Oysa ki öncesi çok daha uzun bir yolculuk. Türkiye’de tanınmasına yardımcı olsa da Mutluluk filmi, Han çokça zor zamanlar geçirerek yoğun bir eğitim programıyla hazırlanmış çocukluğundan bu yana hayal ettiği oyunculuk mesleği için. Bilkent’te başlamış eğitime ama yetmemiş, yurtdışında farklı teknikler öğrenmeyi hedeflemiş ve yolunu araştırmış. Önce İngilizcesini önemli bir noktaya taşımış, sonra elinden geldiğince para biriktirmeye başlamış. Hedef Amerika’da Marlon Brando, Robert De Niro gibi aktörlerin de eğitimini aldığı oyunculuk okulu Stella Adler’e gitmek ve bu tekniği almak. Gençliğin verdiği cesaretle yola çıktığını söyleyen Han, önce yalnızca okulun ilk taksidini ödeyebilmiş. Sonrasında ise bahçıvanlıktan pizzacılığa 20 farklı işte çalışmış. Eğitimi tamamlamış, hatta çeşitli atölyelerle de desteklemiş. Şimdilerde Vazgeç Gönlüm dizisinde rol alıyor. Ayrıca dün vizyona girecek Erden Kıral yönetmenliğindeki, 3. sayfa haberinden yola çıkılarak yazılan Vicdan filminde Mahmut karakterini canlandırıyor. Merak edip soruyoruz. Doğulu karakterlerin dışında rol teklifi gelmiyor mu diye. Yanıtlıyor Han: “Oyunculuk eğitimini sadece doğulu oynamak için almadım. Ancak ilk olarak hangi rolde göründüysen, hep o roller yakıştırılıyor. Elbette ben de radikal rolleri denemek isterim.”
Bazı konularda konuşurken keskin bakışlar fırlatıyor Han. Ama naif ve çekingen bir tarafı da var. Konuşurken “Aman böyle yazmayın”, “Aslında demek istediğim şu ki...”, “Yanlış anlaşılmasın...” diyerek konuyu uzun uzun açıklamak istiyor. Neden böyle bir güvensizlik duyduğunu soruyoruz; söylediklerinin çarpıtıldığını, bu yüzden de asıl anlatmak istediklerinin havada asılı kaldığını söylüyor. Biz de Bilkent’ten Amerika’ya, oradan da Mutluluk ve Vicdan filmine uzanan oyunculuk yaşamını konuştuk Han’la.
Bilkent’te eğitim kesmedi de mi gittiniz Amerika’ya? Nasıl bir istek ve hırstı?
Bilkent’te okuyordum ama teknik ağırlıklı birşey öğrendiğimi düşünmüyordum. Her dönem 4 sınav parçası hazırlayarak sınavlara giriyorduk. Orada el yordamıyla bulmaya çalıştıklarımız yeterli gelmedi. Çokça araştırırım. İzlediğim büyük oyuncuları büyük yapan ne diye soruyorum. Bizden neden dünya çapında izlenebilirliği olan aktör çıkmıyor diye sorgularken diğer yandan da araştırıyordum teknikleri, eğitimleri. Stella Adler bunlardan biri. Her işin olduğu gibi bizim mesleğinde bir tekniği olduğu ve öğrenilmesi gerektiği; cümleleri ezberleyip senaryonun arkasına duygu koyarak oynanmayacağını, başka türlü şeylerin yapılması gerektiğini o zaman anladım. İkinci sınıfta karar verdim. Amerika’ya gidecek ve Stella Adler tekniğini öğrenecektim. İngilizce kursuna gidip, dil sorununu çözdüm. Yazışmaları tamamladım ve gittim.
Beğeni düşüyor
Maddi bir birikiminiz veya desteğiniz var mıydı?
Yoktu ama sanırım gençliğin verdiği bir cesaretle gittim. Okulun ücretini ödeyecek kadar da yoktu. Çalışıp karşılayabileceğime inandım, inandırdım kendimi. Herkes vazgeçirmeye çalıştı, hiçbir şey yapamayıp ezilip geri döneceğimi söylediler. Ben nedense çok kafama taktım, herşeyi göze aldım. Gidip ilk taksidi verdikten sonra önüme gelen her işte çalışmaya başladım. 20 tane iş değiştirdim öğrencilik boyunca. Sonrasında eğitim üzerine 5 buçuk yıl daha kaldım. Amerika’da tiyatro ağırlıklı devam etti oyunculuk.
Siz bir yandan kendinizi beslerken diğer yandan bahsettiğiniz güzel yüzlerin gözükmesi rahatsız ediyor mu?
Etmiyor. Çünkü bu bakış benim yolumla ilgili anlayışım. Ama sadece bu ülkede daha güzel şeylerin hakedildiğine inanıyorum. Artık halkımız güzel erkek ve güzel kadını televizyonda izlemeyi yeterli görüyor. Bir nevi hareket eden fotoğraflara bakmış oluyorsunuz. Beni rahatsız etmiyor, ama halkın beğenisinin düşmesi adına üzülüyorum. Kaliteli bir iş, iyi senaryo, iyi yönetmen ve iyi oyuncularla çıkar. Neden oyunculuk, tiyatro, sinema birer sanat? Çünkü bunlar insanlara başka yaşam alternatifleri sunarak farklılığı ve farklılaşmayı kabul etmeyi öğretiyor. Bu anlamda bir barış süreci. Farklılığı kabul eden bir insan karşı tarafla bir çelişki ve çatışma içine düşmez.
Hep belli roller geliyor
Teknik eğitimde arada fark olduğundan söz ettiniz. Peki siz bir eğitim aldınız, onu Türkiye’ye taşımayı düşünmüyor musunuz?
Evet düşünüyorum. Bu arada yanlış anlaşılmasın Türkiye’deki eğitim sistemini küçümsüyor değilim ama sadece inancım yok. Türkiye’de okullarda genel bir inanış var. Her şey yetenekmiş gibi. Evet yetenekli olmak şart ama gerisi teknik ve çalışmakla alakalı. Yetenekle cebinde ne varsa sadece onu yersin. Gerçekten rolün özüne inmek istiyorsan farklı şeyler yapmalısın. İyi bir hayal gücün olabilir ama onu aktarmak için bazı teknikleri öğrenmen gerekiyor. Sanatın her yönü gerçek yaşamın içinden. Yaşamın içinde kaotik şekilde bulunan ögeleri müzikse sesleri, oyuncuysa olayları ayrıştırıp ahenkli bir şekle getiren sanatçılardır.
Türkiye’de bunları aktarmak için gerekli olan teknik eğitim eksik ya da yetersiz mi?
Türkiye’de bence eksik. Çünkü öğrencide duygu varsa, oldu diye düşünülüyor. En çok karşılaştığım şey ise ‘Bence oyunculuk kalbindedir’ sözü. O zaman eğitim neden? O zaman kimse eğitim almasın. Evde okusun, ezberlesin, duygu koysun ardına; gülsün ağlasın. Nitekim öyle de oluyor. ‘Bunun yüzü güzel. İyi de resim veriyor’ diyorlar, bir de ses koyuyorlar. Birşeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama o zaman iş kalitesi düşüyor. Halk da o görüntüye alışıyor. Daha iyisine bir beklenti duymuyor. Kaliteli iş yapmalısınız ki daha iyisi istensin. Türkiye’de yarış ortamı kısıtlı olduğu için yaşanıyor bunlar.
Adamlar iyi çalışıyor
Yarış ortamı kısıtlı dediniz...
Devlet Tiyatroları gibi bir kurum var Türkiye’de. Bir tiyatro okulundan mezun olduktan sonra devlet sanatçısı olarak çalışıyorsun ve o kurumdan emekli oluyorsun. Evet çok iyi oyuncular var ama bir süre sonra bazı oyuncular da mesleğe olan gelişimlerinden vazgeçiyor. Çünkü o role listede adı yazılmış. Zaten onun rolü. Dolayısıyla o otantizmi yakalayamıyor. Bence geride kalma böyle başlıyor. Yurtdışında böyle bir kurum yok. Oyun kuruluyor, roller seçiliyor ve o yarışa giriyorsunuz. En yakını ve iyisini kim yaparsa rolü o kapıyor. Bir rolde çok başarılı olsanız dahi, bir dahaki garanti diye bir şey yok. Artık kendiyle yarış içine giriyor insan, eğitimini, gelişimini bırakmıyor. Adamlar gerçekten çok iyi çalışıyor. Burada o yok.
Size hep doğulu roller mi teklif ediliyor? Radikal rolleri denemek ister misiniz?
Elbette radikal şeyler denemek isterim. Ben bir oyuncuyum. Bunun eğitimini sadece doğulu oynamak için almadım. Amerika’da doğulu eğitimi vermiyorlar. Genelde yapımcı, yönetmen bir rolde iyi gördükleri zaman direkt seni benzer projelere çağırıyorlar. İlk kim neyle çıktıysa o roller teklif ediliyor. O da tuhaf. Ben gerçekten doğuluyu oynamak için eğitim almadım. Geldiğimde ilk verilen rol bambaşka olsaydı doğulu rol vermezlerdi. Amerika’dan geldi başka rol lazım diye düşünürlerdi.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama