Ebola Salgını Yayılıyor

06 Ekim 2014 Pazartesi

Öldürücü ebola salgını yayılmaya devam ediyor. Tam bu sırada hac mevsimi başladı; çeşitli ülkelerden yaklaşık 2-3 milyon Müslüman beş gün için Mekke’de toplanıyor. Suudi Arabistan, hac boyunca ebola riski olmadığını söylüyor. Ancak, bu son salgına yakından bakınca kaygılanmamak elde değil.

3000’den fazla kurban ve artmaya devam ediyor
Bu son ebola salgını, mart ayında Gine de patlak verdi. O günden bu yana esas Gine, Monravia, Liberya, Sierra Leon, Nijerya, Senegal, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gabon’u etkileyen, Amerika’ya sıçrayan salgının esas olarak Batı Afrika’da yoğunlaştığı görülüyor. Ancak geçen hafta ABD’de Dallas’ta bir vaka görüldü; hastanın ailesi evlerinde karantina altına alındı; Washington’da da bir hasta olduğu söyleniyor (Foreign Policy, 03/10). Ugandalı bir doktorun da tedavi için Almanya’ya getirildiği bildiriliyor.
Ebola virüsü ilk kez 1976 yılında, Zaire’de Ebola Nehri yakınında saptanmıştı. Bu son salgın, esas olarak kırsal topluluklarda patlak veren önceki ebola salgınlarından önemli farklılıklar sergiliyor. Birincisi ilk kez kentsel, nüfus yoğunluğu yüksek alanları etkilemeye başlamış olmasından dolayı öldürme oranı, hastaya bakılmazsa yüzde 90’a, bakılırsa yüzde 70’e ulaşabilen bu virüs salgını mart ayında patlak verdiğinden bu yana, 7 bin 500 kişiye bulaşmış, bunlardan 3 bin 400’ü ölmüş.
ABD Salgın Hastalıklar Merkezi kaynaklı, geçen hafta Londra’da toplanan uluslararası ebola zirvesinde de tekrarlanan bir açıklamaya göre, bu hastalık henüz denetim altına alınamadı, denetim altına alınana kadar ölü sayısı hızlanarak artacak; eğer gereken önlemler zamanında alınamazsa, etkilenen insan sayısı Şubat 2015’e kadar 1.4 milyon kişiye ulaşacak. Bu potansiyel olarak, son tahlilde bir milyondan fazla kurban anlamına eliyor. Bu öngörüler, virüsün mutasyona uğramadığını, vücut sıvıları yoluyla bulaşan şimdiki yapısını koruyacağını, mutasyona uğrayarak havadan bulaşan yeni bir ebola türüne dönüşmeyeceğini varsayıyor.
Bu iyimser bir varsayım; çünkü, virüsün genetik yapısıyla ilgili çalışmalardan, ortak bir ecdada sahip olmakla birlikte, Gine ve Kongo’daki virüslerin birbirine paralel geliştiği, kısacası tek değil en az iki farklı ebola türüyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Öyleyse bu virüs mutasyona uğrayabiliyor. İkincisi, Kanada Kamu Sağlığı Ajansı’nın web sitesine göre, laboratuvarda havaya sınırlı oranda bırakılan parçacıklarla yapılan bir deney, ebola virüsünün maymunlar arasında havadan bulaşmasının söz konusu olabileceğini göstermiş. Bu haberi aktaran Prof. Jason Kissner (Centre for Research on Globalization, 01/10/2014) daha sonra web sayfasına konan metnin, “Deneyde, domuzlardan alınan virüsün hava yoluyla maymunlara bulaşabildiği saptanmış, ancak maymundan maymuna bu yolla geçtiği gösterilmemiştir” ifadeleriyle “insandan insana hava yoluyla geçebileceğine ilişkin bir bulgu yok” anlamına gelmek üzere “temizlendiğini” aktarıyor.
Bu son salgının küresel bir felakete dönüşmeyeceğine ilişkin güven vermeye çalışan Dünya Sağlık Örgütü Strateji Direktörü, Dr. Christopher Dye’ın “Bu son ebola salgını sıra dışı bir yaygınlık sergiliyor. Ancak bu öncelikle virüsün biyolojik özelliklerinden daha çok, etkilenen nüfusun özelliklerinden, sağlık sistemlerinin durumundan, denetleme çabalarının yetersizliğinden kaynaklandı” sözleri salgının toplumsal koşullara ilişkin boyutuna işaret ediyor.

Toplumsal koşullar...
Bu son ebola krizinden en fazla etkilenen ülkelere bakınca, gerçekten de bunların bazı ortak özellikleri hemen göze çarpıyor: Bu ülkelerin hepsi eski sömürge, bugün ise bağımlı ülkeler. Bu ülkelerin topraklarında çok değerli doğal kaynaklar, metaller, mineraller, örneğin, Liberya’da demir ve palmiyeyağı, kauçuk plantasyonları, Sierra Leone’de elmas madenleri, titanyum cevheri, Gine’de demir, elmas, uranyum, altın ve dünyanın boksit rezervlerinin yarısı, Nijerya’da zengin petrol, gaz rezervleri var (Derleyen, Patric Martin, WSWS. org).
Bu zenginliklere karşın, bu ülkeler 183 ülkeyi kapsayan dünya yoksulluk klasmanının en altında yer alıyorlar. Bu ülke halkları bu zenginliklerden yararlanamadıkları gibi, IMF’nin dayattığı istikrar programları ve kredi koşullarının baskısı altında geride bıraktığımız yıllarda, sosyal harcamaları, dolayısıyla eğitim ve sağlık harcamalarını sürekli kısmışlar.
Dünya Bankası Başkanı Jim Kin Yong’un Washinghton Post’taki yorumundaki “Bu yıkıcı salgın Gine, Liberya, Sierra Leon yerine Washington, New York ve Boston’u etkilemiş olsaydı, hiç şüphesiz sağlık sistemi bu hastalığı hemen denetim altına alır ve kısa sürede yok ederdi” sözleri de ebola krizinin esas kaynağının virüs değil, uluslararası işbölümü, egemenlik bağımlılık ilişkileri, bu ilişkiler içinde çevreden merkeze yapılan servet transferinin, emperyalizmin, çevrede yarattığı tahribat olduğunu da söylemiş oluyor.

Ebola krizi değil, kapitalizmin krizi
Tam bu noktada bitirmeden önce, kapitalizmin krizi ve küreselleşme üzerine de bir şeyler söylemek gerekiyor. Kapitalizmin 1970’lerde başlayan yapısal krizi içinde bir kriz yönetim modeli olarak gelişen neo-liberalizm, onu taşıyan, yerleşmesi için gereken koşulları hazırlayan IMF ve Dünya Bankası politikaları, çevre ülkelerde devletlerin ellerindeki kaynakları, sosyal hizmetlerden borç ödemeye transfer etmeye zorlayarak, yerli üreticinin yıkımı, işsizlik, yoksulluk pahasına iç pazarı uluslararası şirketlere açarak, sağlık sistemlerinin ebola salgını karşısında hemen çökmesine yol açan koşulları hazırladı.
Küreselleşmenin alevlendirdiği etnik dinamikler, kaynak savaşları, salgın hastalıkları kapmaya ve taşımaya yatkın büyük bir göçmen nüfus yarattı, küreselleşmenin kırsal ekonomilere getirdiği tahribat, kentleşmenin gereken altyapı oluşmadan hızlanması, çok sağlıksız yerleşim, gıda üretim merkezleri yarattı.
Küreselleşmeye bağlı gelişen ucuz hava taşımacılığı, virüslerin çok kısa sürede çok uzak mesafelere ulaşmasına olanak verecek teknolojik altyapıyı oluşturdu. Ekonomik krize cevap olarak sermayenin tüketimi hızlandırma eğilimi kaynak tüketimini, küresel ısınmaya yol açan sera gazları, sanayi atıkları üretimini hızlandırdı. İklim krizine paralel kimi ekolojik sistemlerde oluşan çöküntü, toprakların su baskınlarıyla, yağmur ormanlarının yok edilmesiyle altüst edilmesi virüslerin aktif hale gelme, mutasyona uğrama olasılığını artırırken su kaynaklarının kirlenmesi bulaşıcılık riskini de hızlandırdı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları