İnsanlığın yükselen sesi...

25 Mart 2019 Pazartesi

İnsanlığın yükselen sesi, bu kez Yeni Zelanda’dan geldi.
Başbakan Jacinda Ardern, yaşanan terör felaketinin ardından felaketin masum kurbanlarına koştu.
İki camiye giren terörist silahlarıyla 50 Müslümanı öldürmüş, daha çoğunu yaralamıştı.
Kadın başbakan, başını örttü, ölenlerin evlerine koştu, yakınlarına sarıldı, dertlerinin ortağı oldu. İlk meclis toplantısında da Kuran okuttu.
İnsanlığın yükselen sesini bu kez Yeni Zelanda’dan duyduk.
Tarihin böyle anlarında “insanlığın yükselen sesi”ni duyarız.
Emile Zola da Dreyfus davasında bu sesi dünyaya duyurmuştu.
Nelson Mandela, Güney Afrika’dan insanlığın sesini yükseltmişti.
Bertrant Russel barış için sokağa çıktığında bu sesi duymuştuk.
Edward Sait, Filistinli çocuklarla beraber taş atarken bu sesi yükseltmişti.
İnsanlığın yükselen sesi, insanın insana çağrısıdır.
Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale’de yatan Anzaklar için “Onlar artık bizim evlatlarımızdır” derken insanlığın yükselen sesini bütün dünya duymuştu.
Şimdi de Jacinda Ardern, bu sesi Yeni Zelanda’dan yükseltiyor.
İnsanlığımız adına şükran duyuyoruz saygıdeğer Başbakan.

Biz neden barışamıyoruz?
Şu seçim ortamında adaylara, söylemlere, tutumlara bakıyoruz.
İşte, Ekrem İmamoğlu, güler yüzüyle, ılımlı, barışçı söylemiyle, çözüm yollarıyla uygar bir kampanya yürütüyor.
İstanbul, eğer Ekrem İmamoğlu’nu seçerse gerçekten tarihine ve geleceğine yakışır bir başkanı olacak.
Binali Yıldırım da sakin, ayırımcı olmayan, anlayışlı bir kampanya yürütüyor. İsteksiz, yorgun ve bezgin olduğu halde.
İşte Tunç Soyer, İzmir’de yeniliğin, çalışkanlığın, kent kültürünün simgesi olarak başkanlığı istiyor.
Ankara’da Mansur Yavaş, geçen seçimde uğradığı haksızlığa eklenen saldırılara sakin karşılıklarla başkanlığa yürüyor.
Ülkenin her yerinde yapılacak yerel seçimler uygar bir yarışma olmamalı mıdır?
Sonuçta, adaylar kendilerini, projelerini seçmene sunacaklar, seçmen de aralarında beğendiğini yönetime getirme hakkını kullanmayacak mıdır?
Böyle olması gerekirken, neden böyle olmuyor?
İktidarı elinde tutan Cumhur İttifakı, seçimleri bir çatışmaya, bir kavgaya dönüştürüyor.
Suçlamalar, tehditler, iftiralar, korkutmalar neden bir seçim kampanyasının araçları oluyor?
Hele de tarafsız olma durumundaki Cumhurbaşkanı’nın bu denli taraflı tutumu insanların güvenini sarsmıyor mu?
İşin içine dinsel motiflerin katılması gerçekte dine saygısızlık değil mi?
Din, bir siyasal tehdit aracı değildir.
Dinler, insanlar arasında dayanışmayı sağlayan, düzen oluşturan, ahlak kuralları koyan sosyal kurumlardır.
Hele de siyasal çıkarlarını dinsel motiflerin arkasına saklayarak sağlamaya çalışmak önce dindaşların karşı çıkması gereken bir saygısızlıktır.
Bütün bunlar, iktidarda kalabilmek için mi yapılmaktadır?
Haksızlıklar üzerine kurulmuş bir iktidar gerçek bir güç müdür?
İnsan haklarını çiğneyerek elde edilen yetkiler kime, neyi verecektir?
Biz bu ülkede neden barışamıyoruz?
Seçim bu sorunun yanıtı olacaktır.

Barışa oy vereceğiz
Bu seçimde biz, barışa oy vereceğiz.
Bu seçimde biz, insanlığın yükselen sesine oy vereceğiz.
Bu seçimde biz, insanın eline uzanan ele oy vereceğiz.
Bu seçimde biz, tehdit eden yumruğa oy vermeyeceğiz.
Bu seçimde biz, ağzı köpüren öfkeye oy vermeyeceğiz.
Bu seçimde biz, barışa, insanca geleceğimize oy vereceğiz.
Kazanamazsak mı?
Eğer bu seçimde kazanamazsak,
Sonraki her günümüz bir seçim günü olacaktır.
Hiç kimsenin ebedi iktidarı yoktur...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Özeleştiri?... 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları