Olaylar Ve Görüşler

Atatürk, mülteci iddialarına ne yanıt vermişti?

19 Haziran 2019 Çarşamba

Bu kişinin, mülteci kavramının ne anlama geldiğini bilmediği aşikâr. Kendisi, bir vesile olsa da Atatürk’e dil uzatsam diye pusuda bekleyenlerin ilki değil. Sonuncusu da olmayacaktır. Benzer bir olay 2 Aralık 1922’de Meclis’te cereyan etmiştir.

Sosyal medyada iktidar parti­sini savunan paylaşımlarıy­la bilinen Tuğrul Selmanoğlu, Beyaz TV’de Türker Akıncı’nın sunduğu “Ne Var Ne Yok” prog­ramına katılarak, Suriyeli mül­teciler sorununun konuşuldu­ğu programda, konuyu Türki­ye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e getire­rek, Atatürk için “mülteci” dedi. Olay sosyal medyada hızla yayıl­dı. Tuğrul Selmanoğlu, Suriyeli mültecilerin ülkemizde yaşama­sını savunurken “Şunu bir kere çok iyi bilmesi lazım o insanla­rın. Çoğu Atatürkçüyüm falan di­yor ya. Atatürk’ün kendisi Sela­nik göçmeni, mülteci” ifadeleri­ni kullandı.
Programa katılan bir diğer ko­nuşmacı Erem Şentürk ise “Mül­teci demeyelim, Osmanlı toprağı orası. Niye mülteci olsun” soru­sunu yöneltti. Tuğrul Selmanoğ­lu, konuşmasının devamında şu skandal cümleleri kullandı:
“Oradan bir sürü insan gö­çüp gelmedi mi abi Türkiye’ye? Selanik’ten kaç tane mülteci gel­di ülkemize? Göçmen, mülteci neticede başka bir idarenin eline geçmiş, oradaki Osmanlı hima­yesi kalktığı için insanlar canını malını emniyete almak için ana yurduna gelmiş bu mültecidir.”
Bu kişinin, mülteci kavramı­nın ne anlama geldiğini bilmedi­ği aşikâr. Kendisi, bir vesile olsa da Atatürk’e dil uzatsam diye pu­suda bekleyenlerin ilki değil. So­nuncusu da olmayacaktır. Buna benzer bir olay 2 Aralık 1922’de Meclis çatısı altında cereyan et­miştir. Birinci Meclis’te Atatürk’e muhalif olanlar Atatürk’ün do­ğum yerinin o günkü sınırlar içinde yer almadığını ve iskân ta­rihinden itibaren 5 sene aynı yer­de ikamet etmediğini hesaplaya­rak yeni seçimlerde milletveki­li seçilememesi için seçim kanu­nunda değişiklik yapılmasına da­ir bir önerge hazırlamışlardı. Ata­türk, kendisine karşı yapılan bu kumpasa karşı söyledikleri dü­nün “Tuğrul”larına cevap oldu­ğu gibi bugünün “Tuğrul”larına da cevap olma özelliğini taşımak­tadır. Atatürk, Meclis’te şunla­rı söylemiştir: “Bu tasarı özel bir amaç güdüyor. Bu amaç bana yö­neltildiği için, izin verirseniz, bir­kaç sözcükle düşündüklerimi bil­direyim. Bu tasarı, doğrudan doğ­ruya, beni yurttaşlık haklarından yoksun bırakmaya yönelmiştir. On dördüncü maddesinde yazılı satırları gözden geçirecek olursa­nız, göreceksiniz ki; Büyük Mil­let Meclisi’ne seçilebilmek için, ya Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde kalmış yerlerin halkından olmak ya da bu seçim bölgele­rinden birinde yerleşmiş olmak, göçmen olarak gelmişse yerleş­mesi üzerinden en az beş yıl geç­miş olmak şart koşuluyor.
 
‘Benim ne suçum var’
Ne yazık ki doğduğum yer, bu­günkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor. Herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl olsun oturup kalmış da değilim. Doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış­tır ama bunda benim ne eksi­ğim, ne suçum var! Bunun nede­ni, bütün ülkemizi, darmadağın etmek, yok etmek isteyen düş­manların dilediklerini tam ger­çekleştirmekten alıkonamamış olmasıdır. Eğer düşmanlar amaç­larına tam ulaşmış olsalardı, Tanrı korusun, bu tasarıya imza­sını koyan bayların memleketle­ri de sınır dışında kalabilirdi.
Bundan başka, bu maddenin istediği koşul bende yoksa, ara­lıksız beş yıl bir seçim bölgesin­de oturup kalamamışsam, bu da, yurda yaptığım yararlıklar yü­zündendir. Eğer bu maddenin is­tediği koşulu kazanmaya özen­seydim, İstanbul’u kazandırmak­la sonuçlanan Arıburnu ve Ana­farta savaşlarını yapmamaklılı­ğım gerekirdi. Eğer ben bir yer­de beş yıl oturup kalsaydım, Bitlis’i ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbakır’a doğru ilerleyen düş­manın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş’u kurtarmayı ger­çekleştiren ödevimi yerine geti­rememekliğim gerekirdi. Bu bay­ların istedikleri koşulları kazan­mak isteseydim, Suriye’yi boşal­tan ordularımızın kalıntısından Halep’te bir ordu kurarak düş­mana karşı koymamaklığım ve bugünkü ulusal and (Milli Mi­sak) sınırlarını o günden çizip gerçekleştirmemekliğim gere­kirdi. Sanırım ki ondan sonraki çalışmalarımı bilmeyen yoktur. Hiçbir yerde beş yıl oturamaya­cak kadar uğraşıp didinmiş bulu­nuyorum. Ben sanıyordum ki, bu yararlılıklarımdan dolayı ulusu­mun sevgisini, saygısını kazan­dım ve belki bütün İslam dünya­sının da gözüne girmiş bulunu­yorum. Bütün bu sevgilere kar­şılık, yurttaşlık haklarımın elim­den alınmak isteneceğini hiç dü­şünemezdim. Tasarlıyordum ki yabancı düşmanlar canıma kıy­mak yoluyla bu yönden yararlı olmaktan beni alıkoymaya çaba­layacaklardır. Ama hiçbir zaman aklımın köşesinden geçmezdi ki yüce Meclis’te bunlarla bir düşü­nen iki üç kişi olsun çıkabilecek! Bunun içindir ki şimdi ben anla­mak istiyorum:
Bu baylar seçim bölgeleri hal­kının duygularını ve dileklerini mi dile getiriyorlar? Yine bu bay­lara karşı söylüyorum: Milletve­kili olduklarına göre bütün bir ulusun da vekili sayılırlar. Pe­ki, ulus bu baylarla bir düşünce­de midir?
Benim yurttaşlık haklarımı elimden almak yetkisi bu bayla­ra nereden verilmiştir? Bu kür­süden, yüksek kurulunuza ve bu bayların seçim bölgeleri halkı­na ve bütün ulusa soruyorum ve karşılık istiyorum.”

SADIK YAŞAR
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları