Olaylar Ve Görüşler

Cumhurbaşkanlığı ve tarafsızlık: 12 Temmuz Beyannamesi

12 Temmuz 2019 Cuma

Ülkenin, şu günlerde, Cumhurbaşkanından tek ve en güçlü beklentisi, iktidar ve muhalefet arasında hakkaniyet ve eşit yaklaşım ilkesini dengeleyip uygulamasıdır.

Tarih 12 Temmuz 1947; 72 yıl önce bugün, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarihe, ‘12 Temmuz Beyannamesi’ olarak geçen ve iktidarla muhalefet arasında bir uzlaşıyı sağlayan çok önemli siyasi bildirisini yayımladı. Peki, İnönü söz konusu bu beyannameyi neden yayımlama ihtiyacı duydu? Kısaca nedenine değinelim... Bilindiği gibi anayasa, Cumhurbaşkanlarına devletin ve yürütmenin başı olarak, iktidar ve muhalefetin uyum içerisinde çalışabilmesi için de bir ‘arabuluculuk’ rolü verir. 1946 seçimlerinden sonra, iktidar partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile muhalefetin başat ismi Demokrat Parti (DP) arasında gerginlik her geçen gün artmıştı. Recep Peker’in başbakanlığa getirilmesi, DP tarafından eleştirilmiş ve Meclis oturumlarında, başbakan Recep Peker ve muhalefetin başını çektiği Adnan Menderes arasında yaşanan tartışmalar döneme damgasını vurmuştu.

Büyük gerilim
Özellikle, başbakan Recep Paker’in, Meclis kürsüsünden Menderes’e yönelik ‘psikopat’ söyleminin, muhalefet sıralarından ‘pis köpek’ olarak algılanması, gerilimi daha da yükseltmiş ve DP, Meclis oturumlarını boykot etmiştir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’na girmeyen; ancak ekonomik ve siyaseten yaralar almış ülkede, iç dinamiklerin uyumlu ve çatışmadan uzak bir şekilde yürütülmesi taraftarıydı. 1946 seçim sonuçları her ne kadar CHP’yi iktidarda tutsa da İnönü, yılların verdiği gözlem ve deneyimleriyle bir an önce çok partili yaşamı genişletmeyi önemsedi. İktidar ve muhalefet temsilci ve vekilleri arasındaki gerginlikler bu süreci daha da hızlandırdı.
İnönü’nün büyük bir olgunlukla her iki tarafı da aklıselime davet ettiği beyanname, Anadolu Ajansı ve radyo aracılığıyla yayımlanmıştır. Dikkat edilirse, vatanın ve milletin yararına olan bu önemli tarihi çağrı ve uzlaştırıcı metin, dönemin en önemli kitle iletişim aracı olarak “Anadolu Ajansı” vasıtasıyla kamuoyuna duyurulmuştur. İnönü, kısaca, bu beyannamede; devletin başı olarak, hem iktidar hem de muhalefete karşı eşit mesafede olduğunu belirtmiş ve beyanname yayımlanmadan önce iktidar ve muhalefet temsilcileriyle -özellikle Celal Bayar’la- görüştüğünü belirtmiştir. 12 Temmuz Beyannamesi, sadece iktidar-muhalefet ilişkilerinde yumuşama sağlamamış, 1950 seçimlerine giden süreçte, İnönü’nün bu beyannamesinin, “çok partili hayata geçiş denemesi” değil de tamamen “çok partili hayata geçişi” sağlamlaştıran hamlelerinden biri olduğu görülmüştür. İnönü, DP Genel Başkanı Celal Bayar’la Başbakan Recep Peker arasındaki görüşmeleri hem beyanname öncesi hem de sonrasında defalarca gerçekleştirmiş ve her iki partinin milletvekilleri ve temsilcilerinin nabzını yoklamıştır. İnönü’nün bu tutumu DP’lilerden de takdir görmüş ve Cumhurbaşkanının siyasi ihtilaf ve krizlerde kendi inisiyatifini de kullanarak “iki taraf arasında dengeyi ve uyumu sağlamasının ne kadar önemli olduğunu” fark etmişlerdir. Öyle ki bu beyanname sonrasında, Recep Peker hükümeti sadece 2 ay dayanabilmiş ve Eylül 1947’de istifasını vermiştir. Hiç kimse 12 Temmuz Beyannamesinin, siyasette bu derece etkili olabileceğini öngörememiştir. Hem de CHP Genel Başkanı sıfatı devam ettiği bir dönemde, Cumhurbaşkanı İnönü’nün, iktidar ve muhalefet arasındaki tansiyonu düşürmesi ve ülke siyasetinin normalleşmesi için objektif bir moderatörlük üstlenerek, her iki tarafı da yatıştırıp taraflara güven vermesi, Türk demokrasi tarihinin mihenk taşlarından biri olarak Cumhuriyet tarihimizdeki yerini almıştır.

İnönü isteseydi...
İsmet İnönü, 12 Temmuz Beyannamesi’nin sahibi ve çok partili yaşama geçişi kolaylaştırıp iktidar-muhalefet ilişkilerinde yumuşamayı sağlayan ve ‘iktidar geçişini mümkün kılan’ ve bunun için ‘gerekli ortamı hazırlayan’ ‘devlet adamı ve aklının’ adıdır. 1940’ların dünyasında, devletin tüm gücünü elinde tutan İnönü isteseydi -ki iktidarı, DP’ye devretmemesi için üzerinde yoğun baskı ve telkin vardı- ‘Milli Şef’ Ünvanını Çankaya’da iktidarda kalarak uzun bir süre daha devam ettirirdi; ancak kendisi, savaş sonrası dünyayı ve ülkesini çok iyi okudu ve Atatürk’ün de iktidar döneminde bir an önce uygulamak istediği çok partili yaşama geçişi bizzat kendi isteği ve elleriyle gerçekleştirdi. 12 Temmuz Beyannamesi’nden birkaç yıl sonra alınan seçim sonuçlarıyla merhum İnönü’nün de tek düşüncesi buydu: “İktidarı; olaysız, şiddetsiz ve büyük bir sükûnetle devretmek.” Demokrasinin ‘bayrak yarışına’ yakışır biçimde bir cumhurbaşkanının, devlet işlerini yürütmede, iktidar ve muhalefete karşı tarafsızca yaklaşmasının önemini, 72 yıl önce İnönü’nün, Türk siyaseti ve demokrasisine yön veren bu beyannamesinin, ‘tarihi ve ibretlik bir vesika’ olarak bizlere kanıtlamasıdır.

İlk adımı değil
Esasında, bu tür arabuluculuk ve devletin kurumları ve kişileri arasındaki anlaşmazlıkları çözme yeteneği, İnönü için, çok yabancı ve zorlanacağı ya da gurur meselesi haline getireceği bir durum da değildir. Örneğin İnönü, iktidardan düşüp de ana muhalefet partisi genel başkanlığını üstlendiği Türkiye’nin en sancılı yıllarında da bu tevazusunu korumuştur. Şubat 1959’da, başbakan Adnan Menderes’in Londra yakınlarında uçağı düşmüş ve Menderes, mucizevi bir şekilde bu elim kazadan kurtulmuştur. Kazadan sonra, Menderes’in yurda dönüşünde, bizzat ayağına kadar gidip karşılayanlar ve ona geçmiş olsun dileklerini sunanlar arasında İsmet İnönü de vardır. Bu karşılamadan sonra ülkede iktidar-muhalefet arasında kısa süreli de olsa bir yumuşama yaşanmıştır. 12 Temmuz Beyannamesi ve sonrasındaki süreçte İnönü’nün her dönemde örnek alınacak bu girişimleri, günümüzdeki siyasetçiler için de değerlendirilmesi gereken demokrat tavırlardır. Yakın dönemde, iktidar-muhalefet arasındaki ‘ulusal temelli’ görüşmelere iki önemli olay dışında örnek veremiyoruz ne yazık ki... 2012’de Suriye’nin, bir Türk askeri uçağını düşürmesinin ardından o dönemde başbakan olan Erdoğan ve ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu bir araya gelmişlerdir. Diğer örnek ise 15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra, 7 Ağustos’ta yine ana muhalefet partisi liderinin Yenikapı mitingine katılmasıyla ülkede bir süre oluşan iktidar-muhalefet yumuşamasının dışında, iktidarın inisiyatif kullanarak muhalefete yaklaştığı herhangi bir örnek göremiyoruz.

Ortak beklenti
Bu ülkenin, şu günlerde, Cumhurbaşkanından tek ve en güçlü beklentisi, iktidar ve muhalefet arasında hakkaniyet ve eşit yaklaşım ilkesini dengeleyip uygulamasıdır. Bu, sadece muhalefetin değil; kendi partisinin de son zamanlarda tartıştığı bir konudur. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, iktidar-muhalefet anlaşmazlığı temelli kriz çözümlerinde, “devletin bekası için”, cumhurbaşkanlarının yeri geldiğinde; ‘dengeleyici’, ‘arabulucu’, ‘yatıştırıcı’ ve ‘tarafsız’ bir rol üstlenebilmesinin elzem olduğunu göstermektedir. Cumhurbaşkanı, her ne kadar, kendisine yönelen “tarafsız değilsiniz” eleştirilerine istinaden; “ben aynı zamanda bir partinin de genel başkanıyım” diye cevap vererek, partili bir Cumhurbaşkanı olduğunu vurgulasa da kendi partisini karşısına alma cesaretini gösteren ve Türkiye’de çok partili yaşama geçişle iktidar değişimini, devlet adamı vasfıyla hızlandıran İsmet İnönü’nün de 12 Temmuz Beyannamesini yayımladığında, CHP’nin değişmez genel başkanı ve partili bir Cumhurbaşkanı olduğunu da hatırlatalım. En azından İnönü gibi objektif ve eşit davranma isteği içerisinde olan bir Cumhurbaşkanının hem kendi partisi hem de muhalefet nezdinde saygınlığının ve güvenilirliğinin daha da artacağını belirtelim. Türkiye’de, böyle niteliklere sahip ve özlem duyduğumuz bir Cumhurbaşkanı, uzun zamandır radardan kayboldu. Umarız, bir gün görünüp ses verir. Umarız...  

Remzi ÇETİN
Akademisyen, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları