Türkiye yanıyor!

25 Ağustos 2019 Pazar

Yanan, sadece ciğerlerimiz değil, her yerimiz...
Kül olan, sadece ormanlarımız değil, tüm kurumlarımız...
Ölen, sadece Emine Bulut değil, hepimiz...
Çölleşen, sadece Kaz Dağları değil, vicdanlarımız...
Büyük bir felakette birkaç kişi ölürse onların yaşamı hikâyeleşir; yüzlerce, binlerce kişi ölürse, istatistik olur...
Bunu yaşıyoruz...
Sadece bir olay bile toplumun, devletin, kurumların ne hale geldiğini ortaya koymaya yeter... Ancak o olay çok yaşanırsa, ne yazık ki alışkanlık olur...
Bunu yaşıyoruz...

***

İşte böyle bir durumda da yazıya nereden başlanacağı sorun olur!
Emine Bulut, bu yıl içinde yaşanan yüzlerce, son 10 yılda yaşanan binlerce kadın cinayetinden birinin kurbanı. Emine Bulut son nefesini verirken sesleniyor:
Ölmek istemiyorum...
10 yaşındaki kızı haykırıyor:
Anne lütfen ölme...
Aynı gün yine annesi, babası tarafından öldürülen küçük kız ağlayarak sızlanıyordu:
Ben annemsiz uyuyamam!
O çocuk biraz büyüyünce arkadaşları soracak:
Annen nerede?
-Öldü...
Nasıl oldu?
-Cinayete kurban gitti...
Kim öldürdü?
-Babam!
O çocuğun gözünde, annesinin kanı hep akmaya devam edecek.
Türkiye’yi 5-10 saatliğine ayağa kaldıran cinayetle ilgili iktidar medyasının çözümü hazır:
O cani en ağır cezaya çarptırılacak...
Katilin hakkı idam!
Keşke “en ağır ceza” bu tür vahşetleri durdurmaya yetseydi. Sadece bizde değil, bütün dünyada ceza tek başına suçu azaltmaya yetmiyor, belki hiç etkilemiyor. On yıllar önce İngiltere’de yankesicilik çok artmış. Çareyi, yankesicileri Londra’nın en büyük meydanında idam etmekte aramışlar. İbreti âlem için... Herkes yankesiciliğin cezasının ölüm olduğunu görsün, bunu yapan azalsın! Bir süre sonra bakmışlar ki, en çok yankesicilik, insanlar idam edilen yankesiciyi izlerken yapılıyor!
İktidarın hemen “en ağır ceza” söylemine bürünmesi iki nedenle:
1- Halkın tepkisini kendi üzerinden çekmek.
2- Olayın gerçek nedenlerinin sorgulanmasını engellemek.
Kadın cinayetlerine ağırlıklı olarak kadınlar tepki gösteriyor. Oysa olay kadın sorunundan çok erkek sorunu!

***

Emine Bulut’un bedeninden akan kan, benzinden beter yanıyor. Toplumun gelecek güvenini, bu ülkede yaşama arzusunu alevler içinde bırakıyor.
İzmir’de Karabağlar, Menderes, Seferihisar arasındaki binlerce hektarlık orman, üzüm, zeytin, incir, tavşan, kaplumbağa, kuş alanının kül olması da yangın kadar cinayetler zinciri...
Kabuğu soymadan yenen bardacıklar, o güzelim lacivert-siyah, sıkı salkımlı Efemçukuru üzümü, dalları tanelerden yere eğilen zeytinler, içinde yüzlerce çeşit canlıyı barındıran karaçam ormanları yok artık...
Ama biz bu acıları konuşamıyoruz bile. Öyle bir karman-çorman bakanı var ki; dolu ağları çeken balıkçıları görse, “Allah bir daha göstermesin” der, cenazeyi görse, “Allah daha çok versin” der...
Ege Bölge Temsilcimiz Tuncay Mollaveisoğlu haftalardır yazıyor:
Yangın mevsimi başlarken yangın söndürme işi özelleştirilmiş...
Yetmemiş...
Bu işin verileceği şirketin keyfi belirlenmesi için Kamu İhale Yasası belki 500. kez değiştirilmiş...
Yetmemiş...
İhaleyi alacak firmaya hiç yangın çıkmasa bile belli bir miktar yangın söndürme parası verilmiş...
Yangın garantili ihale!
Bütün bunların üstüne bakan, “THK uçaklarına güvenmiyorum” diyor.
Bizce haklı; ya THK uçakları binlerce dolar ödenen şirketten daha hızlı iş yaparsa!
Ne mi yapmalı?
Önce uyanmalı, uyandırmalı...
Bu kadar mı ruhsuzlaştık?
Tolstoy’un bir sözü var:
İnsanın bedenini ameliyat etmek için uyutmak, ruhunu ameliyat etmek için uyandırmak gerek!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları