Cumhuriyet’te Tarihi Bir Gün

16 Ocak 2015 Cuma

Önceki gün öğle saatleri…
Gazetenin sokağına geldiğimizde cinayet mahallini işaretleyen sarı bant karşılıyor bizi; bir de kimlik soran siviller…
Bandın altından, TOMA’lı barikatın yanından, eli tüfekli korumaların arasından geçip giriyoruz sokağa…
Cumhuriyet, abluka altında…

***

Gece yarısı polis, matbaa çıkışı kamyonları durdurup “karikatür araması” yapmış. Acele birkaç gazete nüshası kapıp savcıya ulaştırmışlar. Mahkeme kararı yok tabii… Savcı, Charlie Hebdo ilavesine hızla göz atmış, “sakıncalı” kapağın olmadığını görünce “Salın kamyonları” buyurmuş.
Savcıların köşe yazısı okumaması sevindirici…

***

Gazetede olağanüstü günlere özgü bir hararet var.
Sokağa bakan pencerelerden uzun bir duvar görünüyor; duvarın bir yanında gergin polis TOMA’ları, öte yanında sakin Ermeni mezarları...
Pencerelerin iç duvarlarından ise Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok gülümsüyor; laiklik, aydınlık, uygarlık mücadelesinin bedelini anımsatırcasına…
Telefonlar çığlık çığlığa; destek için arayanlara teşekkür ediliyor, tepki gösterenlere dil döndüğünce gazetenin duruşu izah ediliyor.
İlk saatlerde tepki verenler, desteğe gelenlerden daha hevesli görünüyor. Saatler geçtikçe durum tersine dönüyor; destekçiler, meslektaşlarımız, okurlar, siyasetçiler, sanatçılar, örgütler, dayanışma için Cumhuriyet’e koşuyor.

***

Saat 13.00…
Gazetenin yazıişleri salonunda toplanıyoruz.
Yaklaşık 100 kişi... Muhabirler, yöneticiler, müdürler, yazarlar, teknik servis…
Durumu değerlendiriyoruz.
Ne yaptık”, “neden yaptık”, “bundan sonra ne yapmalıyız” tartışılıyor.
“Patron böyle karar verdi” diye kesilip atılan medya organlarında hayal bile edilemeyecek kadar özgür ve demokratik bir tartışma ortamı…
Aramızda farklı fikirler var; ama kimsenin birbirinin niyetinden kuşkusu yok. Kararlılık tam.
“Charlie Hebdo’nun basılan toplantısı da böyle miydi acaba” sorusu geçiyor aklımdan…
Asıl hedef bu özgürlük ortamı mı?
Amaçları yeni bir Madımak mı?

***

Akşama doğru cüppeliler, sarıklılar, asalılar belirmeye başlıyor gazetenin önünde…
Ölüme hazır olun” yazıyor bir pankartta…
CNN, “laiklik yanlısı gazeteye baskı” diye veriyor haberi; Türk Başbakanı’nın Paris tepkisini anımsatıyor.
“Paris’te ifade özgürlüğü için yürüyen Davutoğlu, neredeyse köşede belirir” diyoruz gülümseyerek… Sabah ekranda beliriyor ve “Her Müslüman bunun gereğini yapar” diyerek Cumhuriyet’i hedef gösteriyor; saldırganlara arka çıkıyor.
Tıpkı, “Bakara makara” diye Kuran’la dalga geçen vekiline sahip çıktığı gibi…
“Paris’te kınadığım tehdidi, burada savunurum; orada savunduğum özgürlüğü, burada yasaklarım” der gibi…
Başbakan’ın ifade özgürlüğümüzü savunması için ölmemiz mi gerekiyor?

***

Bütün bu tartışmalar arasında bir yandan da sayfalar hazırlanıyor.
Musa Kart, ifade özgürlüğünü hiçe sayan iktidarı, sıkılı bir yumruk olarak resmediyor.
Özgür Mumcu, karanlığa karşı verdiği mücadelede katledilen babasının fotoğrafının altında yazıyor yazısını...
Hikmet Çetinkaya, 70’lerin faşizminde Uğur Mumcu ile kendisine, savunma için verilen silahı gösteriyor.
Ve Aydın Engin, gazetemize karşı hissettiğimiz gururun başlığını atıyor:
“Torunum bilesin; deden o gün Cumhuriyet’te çalışıyordu”.
Kuşaklar boyunca her baskıya göğüs germiş Cumhuriyet, yeni baskıya böyle hazırlanıyor.
Böyle krizlerde Cumhuriyet’in kıymeti daha iyi anlaşılıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları