SYRİZA’nın Işığında Avrupa - II

04 Şubat 2015 Çarşamba

Avrupa Birliği’nin varlığı ve geleceği, serbest ticaret bölgesinin korunması, ortak para biriminin yaşamaya devam etmesi, kurumsal yapının bu ikisini destekleyecek biçimde işlemesine bağlı. Ancak çok sayıda ülkeyi, bu üç koşulun yerine gelmesine uygun biçimde bir arada tutmak, yönlendirmek gerekiyor. Bu da bize liderlik (hegemonya) sorununa, yalnızca Almanya’nın konumuna değil AB’nin geleceğine ilişkin ciddi sorular getiriyor.
Gerçekten de, Der Spiegel, SYRİZA’nın başarısının, Almanya’nın Avrupa üzerindeki egemenliğine karşı direnci, tepkiyi güçlendireceğini, güçler dengesini bozabileceğini düşünüyor. Spiegel’in yorumuna göre SYRİZA bu tepkinin ve direncin en uç örneğini oluşturuyor (30/01/2015).

İki kriz
SYRİZA’nın zaferi ve hükümetiyle birlikte AB’nin geleceğini tehdit eden iki kriz Yunanistan üzerinde kesişti: Ekonomik kriz (neoliberal model) ve jeopolitik kriz (Ukrayna-Rusya politikası).
Avrupa Birliği projesinin ekonomik modelini “neoliberalizm” oluşturuyor. Kültürel düzeyde neoliberalizm, 35 yıldır Avrupa ve dünya halklarına, “başka seçenek yok” iddiasıyla sunuldu. Kültürel akademik düzeyde, her türlü farklı görüşü “deli saçması” sayan bir simgesel şiddet, “tek olası yaşam tarzı budur” ilkesine dayalı “kapitalist gerçekçiliği” egemen kıldı. Bu model 2007 mali kriziyle birlikte hızla tek bir boyuta, halkın durumunu, en temel gereksinimlerini göz önüne almayan acımasız bir kemer sıkma politikalarına kadar daralırken Almanya ve Şansölye Merkel bu politikanın ana savunucusu olarak öne çıktılar
Şimdi Yunanistan’da hükümete gelen SYRİZA kemer sıkma politikalarını (neo-liberal modeli) reddediyor, başka seçenekler arıyor. Bu yaklaşım İspanya’da Podemos’un sloganlarında eko yapıyor. İtalya, İrlanda, Portekiz, Fransa hükümetleri de, bu kemer sıkma politikalarından hoşnut değil.
Mali kriz başlayana kadar neo-liberal finansallaşmanın toplam talebi destekleyen, ücretleri bastıran etkilerinden yararlanan sanayi kapitalizmi, Avrupa iç pazarına yönelik, bu nedenle ekonomik olduğu kadar siyasi istikrara da önem veren sermaye de 2008’den bu yana huzursuz. Bu kanatta da kemer sıkma politikalarına yönelik eleştiriler artıyor.
Neo-liberal mutabakatın dağılmasının ardından, yerine yeni bir model konamazsa iki seçenek geliyor: Birincisi kendini güçlenmekte olan sağ popülist, milliyetçi, faşist akımlarda, ikincisi gittikçe artan oranda “kapitalist gerçekçilik” karşıtı eleştirilerde, sosyalist, çevreci, partilerde başla-yan canlanmada gösteriyor. Bu yüzden de salı günü Financial Times’dan Gideon Rachman’ın vurguladığı gibi “1930’ların ekonomik depresyonu siyasi istikrarsızlıkları ile kıyaslamalar yapılıyor”.
Avrupa Birliği’nin ikinci krizi,Ukrayna üzerinden Batı’nın Rusya ile başlattığı paylaşım savaşıyla ilgili. Batı bu krizi başlattı ama sonra krizin şiddetine uygun güçleri harekete geçirmeye çekindiği ya da bunlara sahip olamadığı için inisiyatifi Rusya’ya kaptırdı.
Batı-Ukrayna-Rusya üçgeninin ayrıntılarına girmeden konumuzla ilgili olarak şu iki saptamayı yapabiliriz.
Birincisi, Almanya’nın, AB üzerinde hegemonyasının kurulabilmesi için Batı adına bu krizi yönetebilmesi, Rusya’ya geri atım attırması gerekiyor. 1990’ların başında Yugoslavya’nın bölüşülmesi sırasında, ortaya çıkan liberal emperyalizm teorilerinin mimarları yine benzer bir mantıkla, üstelik Putin ile Milosoviç arasında paralellikler kurarak ortaya çıkmaya başladılar. Bunların en etkililerinden Timothy Garton Ash pazar günü The Guardian’da, “Putin durdurulmalıdır. Bazen silahları yalnızca silahlar durdurur”... “Diplomasinin zamanı yine gelecek ama şimdi değil” diye yazıyordu, Rusya’ya karşı bir NATO savaşının çığırtkanlığını yapıyordu.
İkincisi, Almanya, Avrupa Birliği’ni Rusya’ya karşı yeni, daha geniş yaptırımlara ikna etmeye çalışıyor. Yaptırımların uygulanabilmesi için üye ülkelerin hepsinin onayı gerektiğinden, SYRİZA hükümetinin yeni yaptırımlardan yana olmadığını açıklaması, Almanya’nın liderliğinin (hegemonya sürecinin) tekerine burada da bir çomak sokmuş oluyor.
ABD, İngiliz ve Alman medyasının, Rusya ile SYRİZA, Rusya’nın milliyetçi politikacıları ile SYRİZA lideri arasında yakın bağlar bulmaya, buradan hareketle, Avrupa’da Rusya’nın “ayak izi” senaryoları üretmeye başlamış olması da, SYRİZA’nın yarattığı sıkıntının büyüklüğünü gösteriyor.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları