Sihirli Fırça

04 Mart 2015 Çarşamba

Türkiye’nin tarih ve coğrafyasını kemiren görgüsüzlerin kültür deyince inşaat anladığını, çoktandır biliyoruz.
AKP iktidarı ve uydularının Katar ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin gökdelen oburu modern mimarisine pek özendiğine zaten icraatıyla tanık olduk.
Muktedirlerin gördüğünü taklitten ibaret yaratıcılığı, başta İstanbul, bütün büyük kentlerimizi hem Doha ve Dubai’ye benzetmek, hem de rantını yiyebilmek uğruna beton çölüne, gökdelen ormanına çevirdi.
Ama sonuç tam bir çevre katliamı olup, yerleşim alanları topyekûn bir çirkinlik ummanında boğularak ne Doha, zaten ne de Dubai’ye benzedi.
Peki orman, koru, park bahçe, hatta kaldırımlardaki ağaçların Arap çöllerine dönüşmek için feda edildiği AKP Türkiye’si, hiç olmazsa “inşaat kültürü”nde bile niçin Doha ya da Dubai kadar olamadı?
Çünkü kültür deyince inşaat anlarken kültürü sanatın biçimlendirdiğini aklına bile getirmedi, Türkiye’nin gecekondu sultanlığı ve tayfası.
Zaten sanattan anladıkları da örnek aldıkları Arap Emirlikleri’yle taban tabana zıt.

***

Katar ve Dubai’nin estetik politikası tümüyle Batı’ya dönük, Batı’dan esinleniyor ve besleniyor. Dolayısıyla mimariden plastik sanatlara, Batıcı bir modernite egemen. Bu Arap emirlikleri, böyle bir tercihle adeta altında ezildikleri din baskısını ve sosyal geri kalmışlığı görsel kültürle değiştirmeye çalışıyor, denilebilir.
Din baskısı ile sosyal geri kalmışlığı torba yasalarla sağlayan Türkiye’nin özenti sultanlığı ise Katar ve Dubai’nin Batılı modernitesini taklit peşinde, iyi mi?
Ama plastik sanatlarda ebruyu resim sanıp, zaten heykele de düşman olarak bırakın sanatta yeniliği, geriliği bile beceremiyor!
Türkiye’nin cahil, gerici ve görgüsüz egemenlerinin tersine, Katar Emirliği modern sanata giderek artan bir önem veriyor.

***

Egemenlerin zevksizliğine rağmen modern sanatta dünya standartlarını yakalayan Türk sanat galerileri de birkaç yıldır Doha’da düzenlenen etkinliklere katılıyor.
Bu yıl Katar Art Visual Center’ın davetlisi olarak Katar’a gidenler arasında RenArt Gallery ve sanatçıları arasında bir de “gazeteci ressam” var: İpek Özbey.
Eski Cumhuriyet’çi, şimdilerde ise Hürriyet Hafta Sonu Ekleri’nin yöneticisi İpek Özbey, işinde efsane titizlikte, çalışkan, başarılı bir meslektaşımız ve elbette, benim de sevgili arkadaşımdır. Neden “elbette” derseniz, tavizsiz bir onurla yaptığı mesleğinin çilesini çekmiş, ama kaymağını yememiş olduğu için derim…
İpek Özbey’in ressamlığı, bir “peri masalı”na benzediği için ilginç.
Pera Güzel Sanatlar’da resim dersleri alan İpek, yıllardır fırçalara elini sürmüyordu. Birkaç ay önce rüyasında, evi boyadığı kutunun içine elini batırıp duvara resimler çizdiğini gördü. O kadar mutlu uyandı ki, tekrar resme başladı ve biz dostları, sosyal medyada paylaştığı tablolarını çok beğenir olduk.

***

Meğer nelere kadirmiş sosyal medya!
RenArt Gallery’nin sahibi Berrin Akmanlar Kerpiç, İpek’in resimlerini Instagram’da görüp beğenmiş. Kızımızla tanışmak istemiş ve resme daha çok zaman ayırmaya ikna etmiş.
Bizim kızda da yetenek çok, zaman yok. Çünkü yalnız gazetecilikten geçiniyor, neredeyse gece yarılarına kadar çalışıyor. Üstelik resim yapıyor, ama ressam olmayı hiç mi hiç düşünmemişti.
Neyse ki ayağına gelen kısmeti de tepmedi!
Katar’a on sanatçıdan oluşan güçlü bir kadroyla giden RenArt Gallery’nin sergisine İpek Özbey de bir tablosuyla katıldı.
Yola çıkarken çok heyecanlıydı.
“Resim benim rahatlama alanımdı. Berrin Hanım’ın ısrarıyla resmi daha derinlemesine düşünmeye başladım. Bu benim için yeni bir şey ve korkutucu” diyordu. “Fakat çalışıyorum. Her fırsatta tuvalin başına geçiyorum. Açıkçası nereye kadar giderim bilmiyorum, ama Katar’a yine de sanatçı gibi değil, resmi sergilenecek bir gazeteci olarak gidiyorum!”
İpek Özbey, şimdi Katar’da. Peri Masalı’nı yaşıyor.
Öyle hak ediyor ki, yaşasın arkadaşım.

“Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım.”
YAŞAR KEMAL

G NOKTASI
YAŞAR KEMAL
Onun ölümüyle dünya edebiyatı bin renkli güzel çiçeğini, Türkçe ise bin çiçekli dağını kaybetti.
Yaşar Kemal, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük yazarı, kelimeleri büyülü bir dil Şamanı’dır.
Kimse, hiçbir yazar Türkçeyi onun gibi çağıl çağıl kullanamadı, onun kadar zenginleştirmedi.
Talihin cilvesine ve tarihin ibretine bakınız ki, biz Türkler dilimizin en görkemli biçemini Kürt Yaşar Kemal’den öğrendik.
Ufkumuzu açtı, biz kentsoylulara Anadolu’nun bin rengini gösterdi, insanını sevdirdi. Yoksullara değer vermeyi, acımayı, cömert, iyi ve yürekli olmayı öğrendik ondan.
Pek çok yazar gibi ben de kelime dağarcığımı onun eserleriyle genişlettim. Yazının şehvetine, onun kaleminde kapıldım.
En sevdiğim romanı, Ölmez Otu’dur.
Ölmez Otu’nun Memidik’i dayakçı muhtar Sefer yerine başka birini öldürdüğünü anlayıp da sakladığı cesede korkulu bir tutkuyla bağlandığında, karar vermiştim Yaşar Kemal’in nasıl bir yazın sihirbazı olduğuna…
Hiç unutamadım, Memidik’in ceset saplantısını okura damardan çakan dramatik kurguyu.
Bazıları küçük adam, büyük yazardır. Bazıları büyük durur, küçük yazarlar.
Yaşar Kemal ise birebir, kitapları gibidir. Kişiliği, cüssesi ve sesiyle romanları kadar heybetli.
Yalnız Türkçe konuşmuş ve yazmış olması, Türkçenin gururudur. Ama Yaşar Kemal, Kürt kimliğine sadık kalmış ve kardeşlerinin yazgısını değiştirmek için çok çaba harcayıp, başarmaya da en yaklaşmış barış elçisidir.
Yaşar Kemal’in bu konuda nasıl didindiğine tanıklığımı bir gün anlatırım.
Acımız henüz çok taze.
Yaşar Kemal’i ışıklara uğurladık, kalbimize gömdük, eserlerinden anıt kurduk beynimize. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024
Kibir ve kir 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları