Bir Zulüm Öyküsü

13 Ekim 2013 Pazar
Sevgili,
Mahmut Dikerdem, 3 Ekim günü ölümünün
21. yılında anıldı.
Mahmut Dikerdem, yazı hayatına M. Fırtına
imzasıyla ünlü Yaprak Dergisi’nde başlamış, daha
sonra Akşam, Milliyet, Cumhuriyet ve Yön’de,
yazılar yazmış, dikkate değer eserler vermiş değerli
bir yazar, bir barış savaşçısı idi.
Ben kendisini bundan 43 yıl önce, Yeni Delhi’de
Türkiye’nin Hindistan Büyükelçisi iken tanıdım.
Daha sonra da Barış Derneği’nde birlikte çalıştık,
12 Eylül döneminde beraber yargılandık. Derneğin
başkanı olarak tutuklu yargılandığı sırada duruşmalar
başlamadan önce, teşhis edilen prostat
kanseri hastalığından mustaripti.
Mahmut Bey’in o duruşmalarda gösterdiği metanet
gerçek bir destandır.
Dönemin koşulları gereği, ağır bir tedavi görürken,
mahkeme önünde saatlerce süren sorgusu
sırasında ayakta dimdik ifade vermiş, uzatılan iskemleye
oturmayı reddetmiş, ödünsüz tutumuyla
askeri mahkemeye meydan okumuştu.
***
İstanbul 2. No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından
sekiz yıl hapse mahkûm edildiği, 1983
yılı Kasımı’nda, yeniden tutuklanmış ve Metris
Cezaevi’ne konmuştu.
Orada bulunduğu sürede bir kez bile hastalığından
yakındığı ve söz ettiğine tanık olmadım,
şu trajikomik olay dışında:
Mahmut Bey’in Barış Derneği’nden yıllarca öncesinden
arkadaşı olan Orhan Apaydın ile şakalaşan
arkadaşlarımızdan biri takılıyordu koğuştaki
masanın başında otururken:
- Oh keyfin yerinde bakıyorum Orhan Abi.
- Neden olmasın, diye yanıtlıyordu onu Orhan
Apaydın, daha beteri de olabilirdi.
O sırada koğuştaki aksi heriflerden biri itiraz etti:
- Bunun daha beteri ne olacak ki?
Gülümseyerek yanıtladı Orhan Apaydın.
- Olmaz olur mu, daha kanser manser de olabilirdik
yani değil mi?
Buz gibi bir sessizlik oldu. Orhan Apaydın, yanında
oturan Mahmut Bey’in kanser olduğunu
unutmuştu. Mahmut Bey duymazdan geldi, herkes
rahat bir nefes aldı.
Aradan bir yarım saat geçti, yine aynı takılmalar
ve Orhan Abi’nin aynı cevabı:
- Buna da şükür hani kanser manser olabilirdik.
Bu defa, Mahmut Bey boş geçmedi taşı gediğine
koydu:
- Yani öyle olsa, ne olacak ki, işte biz kanser
manseriz azizim.
Orhan Apaydın, kıpkırmızı yanıtladı:
- Öyle değil canım ben ölümcül kanserden söz
ediyorum.
O sırada hiçbirimiz 2.5 yıl sonra Orhan Apaydın’ın
hapishanede yakalandığı kanserden Mahmut
Bey’den önce öleceğini bilmiyorduk.
***
Mahmut Bey’in hastalığının tedavisi için hastaneye
sevk edilmesi gerekiyordu. Bulunduğumuz
Metris Cezaevi’ndeki koğuşundan gelip aldılar.
Koridora çıkardılar, hepimiz koğuşun duvarına
yapışmış dışarıda neler olduğunu dinliyorduk.
Mahmut Bey’i çırılçıplak soymaya kalktılar,
direndi soyunmadı:
- Ben, dedi, bu devleti temsil etmiş bir büyükelçiyim,
önünüzde soyunmam... Ve ekledi:
- Soyunmuyorum, hastaneye gitmeyi de reddediyorum.
Koğuşuma iade edin beni!
Soyunması için ısrardan vazgeçtiler.
Emekli büyükelçi, değerli yazarın insanlık onuru
zulmü yenmişti.
Bu olayı Mahmut Bey sağken ve öldükten sonra
iki kez yazmıştım.
Daha sonra olanları yazmadığım için, oğlu M.
Ali Dikerdem sanırım kırılmıştı.
Çünkü o gün askerler, prostat kanseri olan Mahmut
Bey’in, bu kez saatler boyu tuvalete gitmesine
izin vermeyerek, zulümlerini sürdürmüşlerdi.
12 Eylül’ün Evren’li yıllarında olan bu zulüm
olayının üzerinden otuz yıl geçti.
30 yılda zulüm son bulmadı, kılık değiştirdi, zalim
üniformalı, mazlum sivilken şimdi tersi oldu.
Eylem değişmedi, zulmün özneleri ve nesneleri
yer değiştirdi, otuz yıl önce onurlu mazlumun adı
Mahmut Dikerdem’di, şimdi Fatih Hilmioğlu oldu.
Tabii söylemeye bile gerek yok, otuz yıl önceki
zulüm bugünkünü ne haklı gösterebilir ne de
toplumsal utancı hafifletebilir.
 


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları